Ekrem İmamoğlu, Türkiye'nin siyasi sahnesinde hem başarıları hem de karşılaştığı engellerle anılan bir figür olarak, adeta bir direniş simgesi haline geldi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak 2019'dan beri görev yapan İmamoğlu, muhalefetin umut ışığı olarak görülürken, son yıllarda peş peşe açılan davalarla yüzleşiyor. Bunların en tartışmalısı, üniversite diplomasının sahte olduğu iddiasıyla başlatılan süreç. Bu dava, sadece hukuki bir mesele olmanın ötesinde, derin siyasi bir hesaplaşmanın parçası olarak yorumlanıyor. Bugün, 8 Aralık 2025'te, davanın üçüncü duruşması İstanbul'un Silivri ilçesindeki Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda başladı. İmamoğlu, tutuklu CHP Cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla hâkim karşısına çıktı ve savunmasında hem belgelerini sergiledi hem de sert eleştiriler yöneltti. Salon, alkışlar, uyarılar ve ateşli diyaloglarla dolup taştı; İmamoğlu'nun her sözü, adalet sistemine dair bir manifesto gibi yankılandı. Peki, bu diploma davası tam olarak neyi kapsıyor? Neden bu kadar gergin bir atmosfere sahne oluyor? İmamoğlu'nun 19 yaşındaki hâline yönelik suçlamalar nasıl bir kumpas zincirini işaret ediyor? Ve bu süreç, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerini nasıl etkileyecek? Gelin, davanın kökeninden bugünkü duruşmaya kadar her detayı, kronolojik sırayla ve en ufak ayrıntısına kadar masaya yatıralım; zira bu sadece bir mahkeme değil, Türkiye demokrasisinin kaderini belirleyecek bir dönemeç ve milyonlarca vatandaşın vicdanını sarsan bir hesaplaşma.
Davanın temeli, İmamoğlu'nun eğitim geçmişine dayanıyor ve siyasi bir zamanlamayla tetiklendiği iddiaları yıllardır gündemde. Ekrem İmamoğlu, 1970 doğumlu; İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden 1998 yılında mezun oldu. Diploması, mezuniyet sonrası herhangi bir sorun yaşanmadan verildi ve siyasi kariyerinin başlarında – örneğin, 2009 Beylikdüzü Belediye Başkanlığı seçimlerinde – hiç sorgulanmadı. Ancak, 2023 genel seçimleri sonrası CHP'nin cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı anılmaya başlayınca, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma başlattı. İddia, "zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik" suçu: Savcılık, mezuniyet belgelerindeki bazı prosedürel eksiklikleri – örneğin, geçiş sürecinde yazılan maddi durum beyanı – bir suç zinciri olarak yorumladı. Bu, 2 yıl 6 aydan 8 yıl 9 aya kadar hapis cezası talebiyle iddianameye dönüştü. Dosya, somut delillerden ziyade varsayımlar ve niyet okumalarıyla dolu; örneğin, 19 yaşındaki İmamoğlu'nun üniversiteye yazdığı bir burs dilekçesi "şüpheli" diye nitelendiriliyor. Dönemin ekonomik koşulları – 1990'lar Türkiye'sinde hiperenflasyon ve aile bütçelerinin darlığı – düşünüldüğünde, bu belge standart bir prosedür. Hukuk çevreleri, iddianameyi "siyasi motivasyonlu" olarak eleştiriyor; benzer vakalarda belgeler bu kadar didiklenmiyor. İmamoğlu'nun avukatları, arşiv kayıtları, tanık beyanları ve üniversite transkriptlerini sunarak orijinalliği kanıtladı. Yine de, dava üçüncü duruşmaya geldiğinde hâlâ bir hüküm yok; bu belirsizlik, muhalefet tabanında "seçim mühendisliği" korkusunu körüklüyor. Önceki duruşmalarda yaşanan hâkim değişiklikleri – İmamoğlu'nun belirttiği üzere, kendi davalarında tam 12 kez heyet değişimi – süreci daha da şüpheli kılıyor. Bu değişiklikler, hem adil yargılanma hakkını zedeliyor hem de hâkimleri baskı altında bırakıyor.
Duruşma, saat 11:26'da başladı ve salon, İmamoğlu'nun girişiyle bir anda miting alanına döndü. Alkışlar ve "Ekrem Başkan" sloganları yükseldi; Mahkeme Başkanı hemen sert bir uyarıyla sessizlik emretti. Bu, davanın gergin tonunu baştan belirledi – kontrollü ama her an patlamaya hazır bir atmosfer. İmamoğlu, kelepçesiz ve kararlı bir ifadeyle salona girdi; elinde kalın bir dosya evrak yığını, yüzünde meydan okuyan bir gülümseme. Savunmasına "suçlamaya geldim" diye başladı ve heyet ile izleyicileri bir siyasi manifesto ile karşıladı. *“Bu adaletsizliğe imza atanların er ya da geç bu salonlarda adil yargı önünde hesap vereceğini özellikle vurguluyorum. Susmamak da vatan ve gelecek adına bir görevdir. Eğer bugün konuşmazsak daha zor günler yaşarız, bunu bilin”* Bu sözler, sadece bir savunma değil; muhalefet tabanını motive eden bir çağrıydı. Salonundaki CHP'liler, telefonlarıyla kaydederek sosyal medyaya taşıdı – dakikalar içinde #İmamoğluSilivri etiketi trendlere oturdu. İmamoğlu, davanın zamanlamasını vurguladı: Cumhurbaşkanı adaylığını açıkladığı anda soruşturmanın hızlandığını, bunun rakibini devre dışı bırakma çabası olduğunu söyledi. *“Bu dava Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını engelleme davasıdır. Bugüne kadar her yolu denediler; şaşırmıyorum. Bu absürt süreci aşacağız. Bu işin içinde olanlar, kendi evlatlarının yüzüne bile bakamayacak”* Bu ifade, davanın hukuki değil, siyasi bir kumpas olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyordu. Nitekim, İmamoğlu'nun tutuklu yargılanması ve İBB'den uzaklaştırılması, muhalefette "seçim öncesi darbe" olarak yorumlanıyor; anketlerdeki yüksek popülaritesi – yüzde 45'leri aşan destek – bu hamleleri açıklayıcı kılıyor.
Mahkeme Başkanı'nın soruları, gerilimi zirveye taşıdı. Diploma iptal raporuna dair görüş sorulduğunda, İmamoğlu doğrudan hâkime döndü: *“Tüm evraklarımın ve sunduğum belgelerin sahte olmadığını ispat edersem, bu baskı ortamında bağımsız bir karar verebilecek misiniz? Hâkim değiştirerek, savcı terfi ettirerek adalet sağlanmaz. Buna aracılık eden herkes bir gün adil yargı önünde hesap verir”* Salonda buz gibi bir sessizlik hâkim oldu; hâkim, hafif bir tereddütle yanıt verdi. İmamoğlu, heyet değişikliklerine değindi: Kendi davalarında 12 kez hâkim değişimi yaşandığını, bunun hem adil yargılanma hakkını zedelediğini hem de hâkimi zor durumda bıraktığını söyledi. *“Umarım sizin başınıza böyle bir şey gelmez”* diye ekleyerek empati kurmaya çalıştı – ama bu, bir uyarı gibi de yankılandı. Savunmasını sürdürürken, *“Bu absürt davada dört taraf var: 19 yaşındaki ben…”* diye başlayınca hâkim araya girdi: *“19 yaşındaki Ekrem’le ilgili bir şey soracağım. Geçiş sürecinde İstanbul Üniversitesi’ne maddi durumunuzla ilgili yazı yazmışsınız. O dönem maddi durumunuz kötü müydü?”* Bu soru, İmamoğlu'nu şaşırttı; yüzünde bir anlık duraksama, sonra keskin bir yanıt: *“Dosyada sizi en çok bu mu etkiledi hâkim bey? Çok kötü bir giriş yaptınız. Önyargı oluşmasın ama ilk sorunuz bu olmamalıydı. Size tavsiyem, soru sormadan önce iyi düşünmeniz”* Salonda hafif bir gürültü yükseldi; CHP'liler alkışlamaya kalktı, hâkim yine uyardı. Bu diyalog, davanın absürtlüğünü somutlaştırıyordu – sahtecilik iddiası yerine, genç bir öğrencinin maddi durumu sorgulanıyordu. İmamoğlu, dönemin koşullarını anlatarak yanıt verdi: Ailesi orta halliydi, üniversite masrafları için burs arayışı normaldi. Bu belge, iddianamede "şüpheli" diye şişirilmişti, ama gerçekte rutin bir işlem.
İmamoğlu, belgelerini bir bir sergiledi – büyük boy baskılar halinde, aşama aşama üniversite kayıtları, transkriptler ve onaylı kopyalar. *“Gördüğünüz gibi bütün evraklarım yanımda ve hepsi aşama aşama kayıt altına alınmış. İyi ki saklamışım. Yarın birileri bunun üzerinden namussuzluk yapar diye saklamışım herhalde”* dedi. Hâkime hitaben, *“Siz de üniversite mezunusunuz; diplomanın gerçek olduğunu bilirsiniz”* diye seslendi. Hâkimin İstanbul Üniversitesi mezunu olduğunu öğrenince tebessüm etti: *“Ne güzel, ben sizin de hakkınızı koruyorum”* Bu, kısa bir yumuşama anıydı; ama hemen sertleşti. *“Bütün belgelerim gerçek, benim her şeyim gerçek”* diyerek, savcılığın yazısını gösterdi. Savcıların terfi almasını eleştirdi: *“Şunu yazan savcı terfi ediyor. Terfi edene de ettirene de akıl versinler. Bu dava yalnızca yargı üzerinden değil, akademik kurumlar üzerinden de siyasallaştırılıyor”* Özellikle İstanbul Üniversitesi Rektörü Osman Bülent Zülfikar'ı hedef aldı: *“Bu zavallı rektör çıkmış yandaş basına konuşuyor. Masalcı, hikâyeci rektör. Ben ziyaret ettiğimde odasına fotoğrafçı bile alamayan rektör… İptalden birkaç gün önce aradığımda zor durumda olduğunu söyleyen rektör… Yandaş gazetelere konuşarak kendini aklamaya çalışıyor. Devlet üniversitesi talimatla hareket edemez”* Bu sözler, davanın üniversite ayağını ifşa ediyordu; rektörün iptal kararı, siyasi talimat iddialarıyla gölgelenmişti. İmamoğlu, iddianamedeki boşlukları örneklerle yıktı: *“19 yaşındaki bir insanın sahteciliği olmaz. Sizce olur mu hâkim bey?”* Hâkimin *“Burada sorgulanan ben değil, sizsiniz”* yanıtına, *“Gerekirse sorgulanırsınız hâkim bey”* diye karşılık verdi. Hâkimin *“Ne demek istiyorsunuz?”* sorusu üzerine, *“İmalı soru sorarsanız böyle yanıt alırsınız”* dedi. Bu diyalog, salondakileri diken üstünde tuttu; adaletin sorgulanması, davanın özünü yansıtıyordu. İmamoğlu, savunmasını *“Hiçbir sahtecilik yapmadım. 19 yaşındaki Ekrem’i yargılamaya kalkışan bu iddiaları kabul etmiyorum. Bu girişime karşı hakkımı sonuna kadar arayacağımı da buradan ilan ediyorum”* diye noktaladı. Alkışlar yeniden yükseldi, hâkim uyardı.
Davanın arka planı, Türkiye'nin kutuplaşmış siyasi ortamını yansıtıyor. İmamoğlu, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul'u kazanarak iktidar blokunu sarsmıştı; tekrarlanan seçimdeki zaferi, onu ulusal bir lidere dönüştürdü. 2023'te CHP'nin cumhurbaşkanı adayı olarak görüldü, ama davalar yağmur gibi yağdı – yolsuzluk iddiaları, ihale soruşturmaları, şimdi diploma iptali. Hukuk uzmanları, bu zinciri "yargı eliyle siyaset" olarak tanımlıyor; örneğin, diploma iptali YÖK'ün onayıyla alınmış olsa da, siyasi baskı iddiaları ağır basıyor. Bir hukuk profesörü, *“Bu, anayasal hak ihlali; belgeler orijinal, süreç manipüle edilmiş”* yorumunu yaptı. CHP cephesi, sessiz kalmadı: İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, sosyal medyadan çağrı yaptı: *“Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu'nu engellemek için 35 yıllık diplomasını iptal ettiler. Yetmedi, kendisine ve üniversite arkadaşlarına dava açtılar. Toplum vicdanının reddettiği bu davayı yerinde takip etmek için yarın Silivri'deyiz. Türkiye'yi savunmak için orada olacağız! Sandıkta kendine güvenmeyenlerin hileleriyle sonuna kadar mücadele edeceğiz!”* Bu çağrı, yüzlerce CHP'linin Silivri'ye akın etmesini sağladı; polis kordonu, protesto riskine karşı sıkılaştırıldı. Muhalefet, davayı "seçim öncesi darbe" olarak görüyor; zira İmamoğlu'nun adaylığı, anketlerde Erdoğan'ı zorluyor. CHP'nin oyu yüzde 32'lerde, İmamoğlu'nun kişisel desteği ise yüzde 45'i aşıyor. Bu dava, hapisle sonuçlanırsa adaylığını bloke eder – ve muhalefeti dağıtır. Önceki hâkim Ali Doğan'ın HSK kararıyla Kahramanmaraş'a atanması ve itirazı, sürecin şüpheli yanlarını artırıyor.
Duruşmanın geleceği belirsiz; savunma tamamlandıktan sonra bilirkişi raporu bekleniyor. Çağlayan'daki 59. Asliye Ceza Mahkemesi salonunun yetersiz kalması nedeniyle Silivri'ye taşınan dava, lojistik zorlukları da ortaya koyuyor. İmamoğlu'nun tutukluluğu, İBB'yi felç ediyor – projeler durdu, bütçe tartışmaları alevlendi. CHP, alternatif adaylar üzerinde düşünüyor, ama İmamoğlu'nun karizması rakipsiz. Ekonomik krizde – enflasyon yüzde 70'lerde – halk, bu davayı "ekmek parası yerine siyaset" diye eleştiriyor. Vatandaşlar, Silivri önünde nöbet tutuyor; "Özgürlük" pankartları dalgalanıyor. Sosyal medyada milyonlarca izlenme; #Adaletİmamoğlu etiketiyle paylaşımlar yağdı. Eleştirmenler, hâkimin maddi durum sorusunu "önyargılı" buldu; destekçiler ise İmamoğlu'nu "demokrasi kahramanı" ilan etti. Uzun vadede, dava Yargıtay'a, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınabilir. İmamoğlu'nun sözleri, bir uyarı: *“Evrakta sahtecilik yapmışım öyle mi? Bu tam anlamıyla bir kumpastır. Türkiye’nin tüm hukukçularına sorun; diplomam anamın ak sütü kadar helaldir.”* Gelecek duruşmalar, gerilimi artıracak; muhalefet, bu fırsatı birleşik cephe için kullanacak.
Bu dava, İmamoğlu'nun değil, Türkiye adalet sisteminin bir aynası. Siyasi baskılar altında yargı bağımsızlığını yitirirse, demokrasi erozyona uğrar. İmamoğlu'nun belgeleri ve cesur savunması, vicdanı uyandırıyor. İzlemeye devam edin, çünkü bu hikâye sandıkla bitecek – ve kazanan, adalet olursa, umut yeşerecek.




