Ekrem İmamoğlu, Türkiye'nin siyasi arenasındaki en tartışmalı figürlerden biri olarak, her adımıyla gündemi sarsmaya devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaptığı dönemde, hem yerel yönetim başarılarıyla hem de muhalif duruşuyla dikkat çeken İmamoğlu, son yıllarda art arda gelen davalarla karşı karşıya kaldı. Bunlardan en çarpıcısı, üniversite diplomasının sahte olduğu iddiasıyla açılan dava. Bu süreç, sadece bir hukuki tartışma olmanın ötesinde, siyasi bir hesaplaşmanın parçası olarak görülüyor. Bugün, yani 8 Aralık 2025'te, bu davanın üçüncü duruşması İstanbul'un Silivri ilçesindeki Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda başladı. İmamoğlu, tutuklu CHP Cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla hakim karşısına çıktı ve savunmasında adeta bir manifesto okudu. Duruşma salonu, alkışlar, sert uyarılar ve ateşli diyaloglarla dolup taştı. Peki, bu dava tam olarak neyi kapsıyor? Neden bu kadar gergin? Ve İmamoğlu'nun sözleri, Türkiye'nin adalet sistemine dair ne söylüyor? Gelin, bu davanın tüm katmanlarını, en ufak detayına kadar inceleyelim; zira bu sadece bir mahkeme değil, demokrasinin geleceğini belirleyecek bir dönemeç.

Baklava Şekilli Trafik İşareti Tanıtıldı Avrupa Trafiği Değiştiriyor
Baklava Şekilli Trafik İşareti Tanıtıldı Avrupa Trafiği Değiştiriyor
İçeriği Görüntüle

Öncelikle, davanın kökenine inmek gerekiyor. Ekrem İmamoğlu, 1989 doğumlu bir siyasetçi; İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden 1998 yılında mezun oldu. Diploması, o dönemde herhangi bir sorun yaşanmadan verildi ve yıllarca sorgulanmadı. Ancak, 2023 genel seçimleri sonrası muhalefetin cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı anılmaya başlayınca, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma başlattı. İddia şu: İmamoğlu, lisans diplomasında "zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik" yapmış. Savcılık, mezuniyet belgelerindeki bazı usul eksiklikleri – örneğin, geçiş sürecinde maddi durum beyanı – üzerinden bir hikaye ördü. Bu, 2 yıl 6 aydan 8 yıl 9 aya kadar hapis cezası talebiyle sonuçlandı. İddianame, İmamoğlu'nun 19 yaşındaki halini hedef alıyor; sanki o genç öğrenci, geleceğini planlarken bir suç şebekesi kurmuş gibi. Gerçekte ise, dava dosyası, somut delillerden ziyade niyet okumaları ve varsayımlarla dolu. Örneğin, savcılık, İmamoğlu'nun üniversiteye yazdığı bir maddi durum dilekçesini "şüpheli" buluyor. Bu belge, dönemin ekonomik koşullarını düşününce – 1990'lar Türkiye'sinde hiperenflasyon ve aile bütçeleri – son derece normal bir prosedür. Ama iddianamede, bu "sahtecilik zincirinin" ilk halkası olarak sunuluyor. Hukukçular, bu yaklaşımı "siyasi motivasyonlu" olarak nitelendiriyor; zira benzer davalarda, belgeler bu kadar didiklenmiyor. İmamoğlu'nun avukatları, tüm evrakların orijinal olduğunu kanıtlamak için arşiv belgeleri, tanık beyanları ve üniversite kayıtlarını sundu. Yine de, dava üçüncü duruşmaya geldiğinde, hâlâ bir hüküm yok – ve bu belirsizlik, siyasi gerilimi körüklüyor.

Duruşma, saat 11:26'da başladı ve salon, İmamoğlu'nun girişiyle adeta bir miting alanına döndü. Alkışlar, tezahüratlar ve "Ekrem Başkan" sloganları, Silivri'nin soğuk duvarlarını titretti. Mahkeme Başkanı, hemen sert bir uyarıda bulundu: Alkışlara izin yok, sessizlik emredildi. Bu, davanın tonunu baştan belirledi – gergin, kontrollü ama patlamaya hazır. İmamoğlu, kelepçesiz ve dimdik salona girdi; yüzünde kararlı bir ifade, elinde kalın bir dosya evrak yığını. Savunmasına "suçlamaya geldim" diye başladı ve mahkeme heyetini adeta bir siyasi analizle karşıladı. *“Bu adaletsizliğe imza atanların er ya da geç bu salonlarda adil yargı önünde hesap vereceğini özellikle vurguluyorum. Susmamak da vatan ve gelecek adına bir görevdir. Eğer bugün konuşmazsak daha zor günler yaşarız, bunu bilin”* dedi. Bu sözler, sadece bir savunma değil, bir manifesto niteliğindeydi; İmamoğlu, suskunluğun ülkeyi felakete sürükleyeceğini ima ederek, muhalefet tabanını motive etti. Salonundaki CHP'liler, bu anı telefonlarıyla kaydederek sosyal medyaya taşıdı – ve dakikalar içinde #İmamoğluSilivri etiketi trend oldu. İmamoğlu, davanın zamanlamasına dikkat çekti: Cumhurbaşkanı adaylığını açıkladığı anda soruşturma hızlandı. *“Bu dava Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını engelleme davasıdır. Bugüne kadar her yolu denediler; şaşırmıyorum. Bu absürt süreci aşacağız. Bu işin içinde olanlar, kendi evlatlarının yüzüne bile bakamayacak”* diye ekledi. Bu ifade, davanın hukuki değil, siyasi bir kumpas olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyordu. Nitekim, İmamoğlu'nun tutuklu yargılanması – İBB'den uzaklaştırılmasıyla birleşince – muhalefet cephesinde "seçim mühendisliği" olarak yorumlanıyor.

Mahkeme Başkanı'nın soruları, gerilimi daha da tırmandırdı. Diploma iptal raporuna dair görüş sorulduğunda, İmamoğlu doğrudan hakime döndü: *“Tüm evraklarımın ve sundum belgelerin sahte olmadığını ispat edersem, bu baskı ortamında bağımsız bir karar verebilecek misiniz? Hâkim değiştirerek, savcı terfi ettirerek adalet sağlanmaz. Buna aracılık eden herkes bir gün adil yargı önünde hesap verir”* Bu, salonda buz gibi bir sessizlik yarattı; hâkim, hafif bir tereddütle yanıt verdi. İmamoğlu, heyet değişikliklerine değindi: Kendi davalarında 12 kez hâkim değişimi yaşandığını, bunun hem adil yargılanma hakkını zedelediğini hem de hâkimi zor durumda bıraktığını söyledi. *“Umarım sizin başınıza böyle bir şey gelmez”* diye ekleyerek, empati kurmaya çalıştı – ama bu, bir uyarı gibi de yankılandı. Savunmasını sürdürürken, *“Bu absürt davada dört taraf var: 19 yaşındaki ben…”* diye başlayınca, hâkim araya girdi: *“19 yaşındaki Ekrem’le ilgili bir şey soracağım. Geçiş sürecinde İstanbul Üniversitesi’ne maddi durumunuzla ilgili yazı yazmışsınız. O dönem maddi durumunuz kötü müydü?”* Bu soru, İmamoğlu'nu şaşırttı; yüzünde bir anlık duraksama, sonra keskin bir yanıt: *“Dosyada sizi en çok bu mu etkiledi hâkim bey? Çok kötü bir giriş yaptınız. Önyargı oluşmasın ama ilk sorunuz bu olmamalıydı. Size tavsiyem, soru sormadan önce iyi düşünmeniz”* Salonda hafif bir gürültü yükseldi; CHP'liler, bu diyaloğu alkışlamaya kalktı, hâkim yine uyardı. Bu an, davanın absürtlüğünü somutlaştırıyordu – sahtecilik iddiası yerine, genç bir öğrencinin maddi durumu sorgulanıyordu. İmamoğlu, dönemin koşullarını anlatarak yanıt verdi: Ailesi orta halliydi, üniversite masrafları için burs ve destek arayışı normaldi. Bu belge, iddianamede "şüpheli" diye şişirilmişti, ama gerçekte standart bir prosedürdü.

İmamoğlu, belgelerini bir bir sergiledi – büyük boy baskılar halinde, aşama aşama üniversite kayıtları, transkriptler ve onaylı kopyalar. *“Gördüğünüz gibi bütün evraklarım yanımda ve hepsi aşama aşama kayıt altına alınmış. İyi ki saklamışım. Yarın birileri bunun üzerinden namussuzluk yapar diye saklamışım herhalde”* dedi. Hâkime hitaben, *“Siz de üniversite mezunusunuz; diplomanın gerçek olduğunu bilirsiniz”* diye seslendi. Hâkim İstanbul Üniversitesi mezunu olduğunu söyleyince, İmamoğlu tebessüm etti: *“Ne güzel, ben sizin de hakkınızı koruyorum”* Bu, kısa bir yumuşama anıydı; ama hemen sertleşti. *“Bütün belgelerim gerçek, benim her şeyim gerçek”* diyerek, savcılığın yazısını gösterdi. Savcıların terfi almasını eleştirdi: *“Şunu yazan savcı terfi ediyor. Terfi edene de ettirene de akıl versinler. Bu dava yalnızca yargı üzerinden değil, akademik kurumlar üzerinden de siyasallaştırılıyor”* Özellikle İstanbul Üniversitesi Rektörü Osman Bülent Zülfikar'ı hedef aldı: *“Bu zavallı rektör çıkmış yandaş basına konuşuyor. Masalcı, hikâyeci rektör. Ben ziyaret ettiğimde odasına fotoğrafçı bile alamayan rektör… İptalden birkaç gün önce aradığımda zor durumda olduğunu söyleyen rektör… Yandaş gazetelere konuşarak kendini aklamaya çalışıyor. Devlet üniversitesi talimatla hareket edemez”* Bu sözler, davanın üniversite ayağını ifşa ediyordu; rektörün iptal kararı, siyasi talimat iddialarıyla gölgelenmişti. İmamoğlu, iddianamedeki boşlukları örneklerle yıktı: *“19 yaşındaki bir insanın sahteciliği olmaz. Sizce olur mu hâkim bey?”* Hâkimin *“Burada sorgulanan ben değil, sizsiniz”* yanıtına, *“Gerekirse sorgulanırsınız hâkim bey”* diye karşılık verdi. Hâkimin *“Ne demek istiyorsunuz?”* sorusu üzerine, *“İmalı soru sorarsanız böyle yanıt alırsınız”* dedi. Bu diyalog, salondakileri diken üstünde tuttu; adaletin sorgulanması, davanın özünü yansıtıyordu.

Davanın arka planı, Türkiye'nin siyasi kutuplaşmasını yansıtıyor. İmamoğlu, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul'u kazanarak iktidar blokunu sarsmıştı; tekrarlanan seçimde zaferi, onu ulusal figür yaptı. 2023'te CHP'nin cumhurbaşkanı adayı olarak görüldü, ama davalar peş peşe geldi – yolsuzluk iddiaları, ihaleler, şimdi diploma. Hukuk uzmanları, bu zinciri "yargı eliyle siyaset" olarak tanımlıyor. Örneğin, bir hukuk profesörü, *“Diploma iptali, anayasal bir hak ihlali; YÖK'ün onayı bile siyasi baskıyla alındı”* yorumunu yaptı. CHP cephesi, sessiz kalmadı: İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, sosyal medyadan çağrı yaptı: *“Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu'nu engellemek için 35 yıllık diplomasını iptal ettiler. Yetmedi, kendisine ve üniversite arkadaşlarına dava açtılar. Toplum vicdanının reddettiği bu davayı yerinde takip etmek için yarın Silivri'deyiz. Türkiye'yi savunmak için orada olacağız! Sandıkta kendine güvenmeyenlerin hileleriyle sonuna kadar mücadele edeceğiz!”* Bu çağrı, yüzlerce CHP'linin Silivri'ye akın etmesini sağladı; polis kordonu, protesto riskine karşı sıkılaştırıldı. Muhalefet, davayı "seçim öncesi darbe" olarak görüyor; zira İmamoğlu'nun adaylığı, anketlerde Erdoğan'ı zorluyor. Anketlere göre, CHP'nin oyu yüzde 32'lerde, İmamoğlu'nun kişisel popülaritesi ise yüzde 45'i aşıyor. Bu dava, eğer hapisle sonuçlanırsa, adaylığını bloke eder – ve muhalefeti dağıtır.

Duruşmanın geleceği belirsiz; savunma tamamlandıktan sonra bilirkişi raporu bekleniyor. İmamoğlu, *“Hiçbir sahtecilik yapmadım. 19 yaşındaki Ekrem’i yargılamaya kalkışan bu iddiaları kabul etmiyorum. Bu girişime karşı hakkımı sonuna kadar arayacağımı da buradan ilan ediyorum”* diyerek salonu terk etti. Alkışlar yeniden yükseldi, hâkim yine uyardı. Bu anlar, sosyal medyada milyonlarca izlendi; #Adaletİmamoğlu etiketiyle paylaşımlar yağdı. Eleştirmenler, hâkimin maddi durum sorusunu "önyargılı" buldu; destekçiler ise İmamoğlu'nu "demokrasi kahramanı" ilan etti. Uzun vadede, bu dava Yargıtay'a taşınabilir; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gidebilir. İmamoğlu'nun tutukluluğu, İBB'yi etkiliyor – projeler durdu, bütçe tartışmaları alevlendi. CHP, alternatif adaylar üzerinde düşünüyor, ama İmamoğlu'nun karizması eşsiz. Ekonomik krizde – enflasyon yüzde 70'lerde – halk, bu davayı "ekmek parası yerine siyaset" diye eleştiriyor. Vatandaşlar, Silivri önünde nöbet tutuyor; "Özgürlük" pankartları dalgalanıyor.

Bu dava, sadece İmamoğlu'nun değil, Türkiye'nin adalet sisteminin bir aynası. Siyasi baskılar altında yargı, bağımsızlığını yitirirse, demokrasi erozyona uğrar. İmamoğlu'nun sözleri, bir uyarı: *“Evrakta sahtecilik yapmışım öyle mi? Bu tam anlamıyla bir kumpastır. Türkiye’nin tüm hukukçularına sorun; diplomam anamın ak sütü kadar helaldir.”* Gelecek duruşmalar, bu gerilimi daha da artıracak. İzlemeye devam edin, çünkü bu hikaye, sandıkla bitecek – ve kazanan, vicdan olacak.