Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bireysel başvuruların kabul edildiği, devletlere karşı dava açma zorunluluğu olan tek insan hakları mahkemesi olarak Strazburg'da görev yapıyor. Türkiye'nin geleneksel devletçi zihin dünyası için bir reform niteliği taşıyan bu durum, Türk vatandaşları tarafından yoğun bir şekilde kullanılıyor. Öyle ki, mahkeme önünde bekleyen davaların sayıca üçte biri, tam 23 bin dosya ile Türkiye'ye ait durumda. Eski Büyükelçi ve AİHM Eski Yargıcı Rıza Türmen'in açıklamalarına göre, Türk insanının ülkelerinde bulamadığı adaleti, adalet terazisi yanlış olduğu için dışarıda araması, durumu özetleyen en çarpıcı tespittir. Ülkenin bütün siyasi, toplumsal ve ekonomik meseleleri, mülkiyet hakları da dahil olmak üzere, AİHM’e taşınmış durumda.
İşte tam da bu noktada, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Figen Yüksekdağ davalarının sıradan hukuki süreçlerin ötesine geçen kritik bir özelliği ortaya çıkıyor: AİHM'in 18. maddeden ihlal kararı vermesi. Türmen'in ifadesiyle, bu madde, devletin bu isimleri siyasi amaçlarla tutukladığını ve bu siyasi amaçları gizlediğini gösteriyor. Özellikle Osman Kavala davasına bakıldığında, tutuklamanın hiçbir delile dayanmaması, kararların Cumhurbaşkanı'nın beyanlarına dayandırılması ve Gezi eylemlerinin hükümeti devirme suçu teşkil ettiği yönündeki suçlamalar, AİHM tarafından siyasi bir tutuklama olarak değerlendiriliyor. Bu ağır tespit, kararların bağlayıcılığını belirten 46. madde ile birleştiğinde, Türkiye'nin uluslararası arenadaki konumu için büyük bir dönemeç oluşturuyor.
AİHM kararlarını uygulamamanın yaptırımı son derece ağırdır. Yargıç Rıza Türmen'e göre, sözleşmenin gereklerini yerine getirmeyen bir devletin, kötü niyetle hareket ettiğini ve sözleşmeyi kötüye kullandığını gösteren bu durum, siyasi davalara öncelik verilmesini ve kararların derhal uygulanmasını zorunlu kılıyor. Türkiye, imza attığı sözleşmenin gereğini yerine getirmeyen, mahkeme kararlarını uygulamayan bir devlet görünümü vererek, hukuk devletinden uzaklaştığı algısını pekiştiriyor. Bu durum, sadece iç politika meselesi değil, aynı zamanda Avrupa Konseyi nezdinde Strazburg Mahkemesi'nin saygınlığı ve devletlerin kolektif sorumluluğu açısından da büyük önem taşıyor.
Selahattin Demirtaş hakkındaki karara yapılan itirazın, beş kişiden oluşan panel tarafından reddedilmesiyle birlikte AİHM süreci kesinleşmiş oldu. Artık mahkemenin bu dava ile ilgili yapacağı bir iş kalmadı. Kararın uygulanması görevi, tamamen Yerel Mahkeme’ye geçmiştir. AİHM, yerel mahkemenin yerine beraat kararı veremeyeceği için, Yerel Mahkeme’nin acilen tahliye kararı vermesi gerekmektedir. Avukatların tahliye talebinde bulunmasıyla birlikte, Yerel Mahkeme'nin kararının beklendiği bu süreçte, Türmen, mahkemenin "kararın bize ulaşmasını ve tercüme edilmesini bekleyelim" gibi gerekçelerle süreyi uzatma yoluna gidebileceği uyarısını da yapıyor. Ancak hukuki olarak, mahkeme isterse tahliye kararını hemen de verebilir.
Ancak tahliye, sürecin yalnızca ilk adımıdır. AİHM kararının uygulanması, ihlale son verilmesi anlamına gelse de, yeterli değildir. İhlalden önceki durumun iadesi için, Demirtaş'ın yeniden yargılanması ve bu yargılama sonucunda beraat etmesi zorunludur. Türmen’e göre, suç kaydının silinmesi ve uğradığı zararın tazmini de bu sürecin bir parçasıdır. Unutulmamalıdır ki, AİHM kararlarının bağlayıcılığı sadece yürütme organı için değil, aynı zamanda yargı organı ve mahkemeler için de geçerlidir. Bu karar, aynı davadan yargılanan Figen Yüksekdağ için de emsal teşkil etmektedir.
İş insanı Osman Kavala’nın durumu ise Gezi Davası’ndan mahkûm olmasına rağmen AİHM kararı açısından temelden farklılık göstermiyor. AİHM, önceki kararlarında "Osman Kavala’nın hürriyetinden yoksun bırakılması hangi nedenle olursa olsun geçersizdir" hükmünü vermişti. Kavala'nın hükümlü olması, AİHM'in tahliye kararlarının geçerliliğini değiştirmiyor. Yargıç Türmen, hükümlülük durumunun da AİHM'in tutuklulukla ilgili verdiği kararı uygulamasını engellemeyeceğini net bir şekilde vurguluyor. Tahliye için üçüncü davanın sonuçlanması ya da Anayasa Mahkemesi kararının beklenmesine gerek olmadığı, AİHM'in iki kez verdiği "Hemen tahliye edilsin" yönündeki kararların hâlâ geçerli olduğu belirtiliyor.
AİHM Eski Yargıcı Rıza Türmen, gelinen son noktada Türkiye için acı bir gerçeği dile getiriyor: "Türkiye'nin demokrasiye, hukuk devletine dönmek gibi en ufak niyeti varsa yapılacak ilk şey AİHM kararlarının uygulanmasıdır." Bu, hem dışarıdaki Türkiye itibarını kurtarmak hem de hukuka olan güveni yeniden tesis etmek için atılacak en kritik adımdır. Türmen, bu insanların hukuka aykırı bir şekilde cezaevinde tutulmasını ise "adam kaçırıp bir odaya hapsetmekten hiçbir farkı yok" sözleriyle en sert şekilde eleştiriyor. Türkiye'nin, uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini yerine getirip getirmeyeceği, hukuk devletine dönüş niyetinin olup olmadığı, bu kararların nasıl ve ne zaman uygulanacağı ile yakında netleşecektir.




