Türkiye ekonomisi, enflasyonun gölgesinde nefes almaya çalışıyor. Merkez Bankası'nın son Enflasyon Raporu, 2026 için yüzde 16'lık bir hedef ortaya koysa da, piyasalardaki hava bambaşka. Uzmanlar ve yatırımcılar, enflasyonun bu yıl sonunda yüzde 32'ye ulaşacağını, önümüzdeki yıl ise yüzde 25'in altına inmeyeceğini öngörüyor. Peki, bu düşüş trendi nerede tökezleyecek? Cevap, büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ekonomi politikalarına bağlı görünüyor. Raporun açıklanmasının ardından başlayan tartışmalar, sadece rakamlarla sınırlı kalmadı; Merkez Bankası'nın bağımsızlığı, faiz indirimlerinin geleceği ve siyasi iradenin etkisi gibi kritik unsurları masaya yatırdı. Bu yazı, enflasyonun yolculuğunu adım adım inceleyerek, neden bu kadar belirsiz bir tablo çizdiğini ve okuyucunun cebini nasıl etkileyeceğini derinlemesine ele alıyor.
Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan ve Yardımcısı Cevdet Akçay'ın rapor sunumunda sarf ettiği sözler, tartışmaların fitilini ateşledi. Karahan, Ekim ayı enflasyon verilerinin beklentilerin altında kalmasıyla umutlanan piyasalara, “Aylık yüzde 2 oranında bir katılık görüldüğünü” belirterek gerçekçi bir uyarıda bulundu. Bu ifade, 2026 sonunda yıllık enflasyonun yüzde 27-28 seviyelerine gerileyebileceği hesaplarını tetikledi. Ancak Karahan hemen temkinli bir not düştü: “Bir katılık görünüyor ama bunun kırılmayacağı anlamına gelmiyor.” Bu sözler, enflasyonun düşüş hızının yavaşlayabileceğini ima ederken, yatırımcıları tedirgin etti. Zira, aylık enflasyonun hangi tempoda azalacağı, yıl sonu hedeflerini doğrudan etkileyecek. Ekim'deki düşük veri, kısa vadeli bir rahatlama sunsa da, uzun vadeli trendin ne olacağı hâlâ muamma. Piyasalar, bu katılığın kalıcı olabileceğini düşünerek, 2026 enflasyon tahminlerini revize etmeye başladı – yüzde 16 hedefi, iyimser bir senaryo olarak raflara kaldırıldı.
Cevdet Akçay'ın yorumları ise belirsizliği daha da pekiştirdi. Akçay, “Enflasyonun nerede takılacağının belli olmadığını, bunu kimsenin bilemeyeceğini” vurgulayarak, ellerindeki verilerin henüz yeterli olmadığını dile getirdi. Ona göre, enflasyonun iniş sürecinde tökezlememesi için politikalarda “sıkılık algısının sürmesi çok önemli.” Bu algı, büyüme oranlarının ani bir hızlanmasından veya enflasyonu tetikleyecek siyasi kararların devreye girmesinden bozulabilir. Örneğin, seçim dönemlerinde sıkça görülen harcama paketleri veya kamu zamları, sıkılık politikasını delik deşik edebilir. Akçay'ın ima ettiği gibi, eğer büyüme baskısı artar ve siyasi irade enflasyonist adımlar atarsa, Merkez Bankası'nın elindeki araçlar yetersiz kalır. Bu noktada, faiz indirimlerinin geleceği devreye giriyor: Karahan'ın “Faiz indirimleri oran azalsa da devam edecek” izlenimi veren açıklaması, piyasalarda karışık sinyaller yarattı. Gelecek yıl için enflasyon hedefinin değiştirilmemesi, Merkez Bankası'nın kararlılığını gösterse de, bu kararlılık ne kadar sürecek? Enflasyonun düşüşü, sadece teknik verilere değil, aynı zamanda bu algının ne kadar güçlü tutulacağına bağlı.
Enflasyon tartışmasının kökeni, Merkez Bankası'nın raporunda belirlenen 2026 hedefinden kaynaklanıyor. Resmi rakam yüzde 16 olsa da, piyasa konsensüsü yüzde 25'in altına inmeyeceği yönünde. Bu fark, neden enflasyonun bu kadar dirençli olduğunu gözler önüne seriyor. Yıl başında yüzde 70'lere yaklaşan enflasyon, sıkı para politikalarıyla frenlenmeye çalışılsa da, yapısal sorunlar – yüksek gıda fiyatları, enerji maliyetleri ve ithalat bağımlılığı – düşüşü engelliyor. Aylık enflasyonun yüzde 2'lik katılığı, bu yapısal tıkanıklığın bir yansıması. Eğer bu katılık kırılmazsa, yıllık oranlar hızla yukarı sıçrayabilir. Öte yandan, Karahan'ın hesaplarına göre, tutarlı bir dezenflasyon süreciyle yüzde 27-28'e inmek mümkün – ama bu, her ay düşük verilerin gelmesini gerektirir. Piyasalar ise temkinli: Son aylardaki volatilite, güven eksikliğinin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Yatırımcılar, enflasyonun nerede takılacağını kestiremedikleri için, döviz ve altın gibi güvenli limanlara yöneliyor; bu da TL üzerindeki baskıyı artırıyor.
Bu belirsizliğin arkasında, Türkiye'nin ekonomik yönetim yapısı yatıyor. Merkez Bankası, teoride bağımsız olsa da, pratikte siyasi iradenin gölgesinde hareket ediyor. Enflasyonun düşüş trendini belirleyecek asıl aktör, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tercihleri. Eğer Erdoğan, düşük faiz ısrarını sürdürür ve büyüme odaklı politikaları ön plana çıkarırsa, enflasyonun takılma noktası erkene çekilebilir. Tersine, sıkı para politikalarına sadık kalınırsa, düşüş daha kontrollü olabilir. Ancak mevcut sistemde, tek bir kişinin kararları her şeyi şekillendiriyor – bu da rasyonel ekonomi yönetimini zorlaştırıyor. Yazarın daha önceki analizlerinde belirttiği gibi, bu yıl sonunda enflasyonun yüzde 32'ye ulaşması kaçınılmazken, gelecek yıl yarı yarıya inmeyeceği öngörüsü, tam da bu güven boşluğundan kaynaklanıyor. Enflasyonun düşürüleceğine dair inanç ve itibar eksikliği, piyasaları tedirgin ediyor. Eğer bu itibar yeniden inşa edilmezse, her olumlu veri bile şüpheyle karşılanacak.
Tarihe bir göz atalım ki, bugünkü tablonun ciddiyetini daha iyi anlayalım. 2002'nin başında yüzde 73,2 olan yıllık enflasyon, o yılın sonunda yüzde 29,7'ye geriledi. Ertesi yıl, 2003 sonunda yüzde 18,4'e indi ve 2004 sonunda yüzde 9,4 ile tek haneye kavuştu. Bu başarı hikâyesi, nasıl mümkün olmuştu? Güçlü bir ekonomik program, enflasyonun ineceğine dair toplumun ve piyasaların inancı, kur istikrarı ve liyakatli kadrolar sayesinde. IMF destekli program, idari denge mekanizmaları, AB uyum süreci ve rasyonel kararlar, enflasyonu dizginleyen anahtar unsurlardı. AKP iktidarının ilk yıllarında, 2007 sonuna kadar bu momentum korundu – hatta AB hedefleri, reformları hızlandırdı. Ancak o dönemki olumlu faktörlerin çoğu bugün yok: IMF programı sona erdi, AB süreci durdu, tek adam sistemi rasyonel kararları gölgeliyor. Bugün, enflasyonun düşüşü için benzer bir irade ve güven ortamı yaratılmadan, 2002-2004 mucizesini tekrarlamak imkânsız görünüyor.
Peki, enflasyonun takılma noktası ne olacak? Piyasaların genel kanı, 2026'da yüzde 25'in altına inmeyeceği yönünde – bu, resmi hedefin neredeyse iki katı. Aylık yüzde 2'lik katılık, eğer kırılmazsa, bu tahmini doğrulayacak. Karahan'ın uyarıları ve Akçay'ın sıkılık vurgusu, politikalardaki tutarlılığın ne kadar kritik olduğunu gösteriyor. Ancak asıl belirleyici, Erdoğan'ın ekonomi vizyonu: Düşük faiz mi, yoksa dezenflasyon önceliği mi? Siyasi baskılar devreye girerse – örneğin, büyüme için gevşek para politikası – enflasyon hızla toparlanabilir. Bu senaryo, hanehalkını en çok etkileyen gıda ve konut fiyatlarını vurur; maaş zamları erir, tasarruflar erozyona uğrar. Öte yandan, sıkı politikalar sürerse, kısa vadeli acılar artsa da uzun vadeli istikrar gelebilir. Ama güven eksikliği, her iki yolu da tıkıyor: Vatandaşlar enflasyonun kalıcı olacağını düşünüyor, bu da harcamaları kısıyor ve büyümeyi frenliyor.
Enflasyonun nerede takılacağı sorusu, sadece ekonomistlerin değil, her vatandaşın meselesi. Bu yıl yüzde 32'ye varan oranlar, alım gücünü eritiyor; ekmek, süt, kiralar cep yakıyor. 2026 hedefi yüzde 16 olsa da, piyasa gerçekçiliği yüzde 25 diyor – aradaki uçurum, Erdoğan'ın tercihleriyle kapanacak mı? Merkez Bankası'nın raporları umut verse de, siyasi iradenin gölgesi her şeyi değiştiriyor. Eğer sıkılık algısı bozulursa, düşüş tökezler; aksi takdirde, yavaş da olsa iniş mümkün. Tarih, güçlü irade ve güvenin enflasyonu yendiğini gösteriyor – ama bugün o irade nerede? Bu belirsizlik, Türkiye ekonomisinin geleceğini şekillendirirken, her birimizi etkiliyor. Enflasyonun takılma noktası, sadece rakamlarla değil, kararlarla belirlenir – ve o kararlar, hepimizin geleceğini belirleyecek.




