Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kamuya personel alımlarında mülakatın kaldırılacağı yönündeki vaadi, ülkenin gündemine bomba gibi düşse de, bu sözün samimiyeti ve zamanlaması büyük bir sorgulamayı beraberinde getirdi. Eğer bu vaatte samimi olunsa idi, bu denli kritik bir meselenin seçime kısa bir süre kala dile getirilmesi yerine, çok daha önceden hayata geçirilmesi gerekmez miydi? Bu olay, Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri olan liyakatsizlik ve hak yeme iddialarının boyutunu bir kez daha ortaya koyarken, asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, Kur'an'daki tövbe kavramının tam olarak ne anlama geldiği. Zira, bugüne dek binlerce gencin hakkını yediği iddia edilen mülakat sistemi sonrası atılan bu geri adım, sadece bir itiraf mı, yoksa dinin temel prensiplerine uygun gerçek bir pişmanlık mı?
İktidarın mülakat uygulamasını kaldırma sözü vermesi, geçmişte bu yöntemle binlerce gencin hakkının yenmiş ve büyük bir toplumsal tepkiye yol açmış olması gerektiğini gösteriyor. Bu haksızlık zincirinin en çarpıcı örneklerinden biri, savunma sanayinin en önemli kurumlarından olan TUSAŞ Motor Sanayi Anonim Şirketi (TAİ) etrafında dönüyor. Kamuoyuna yansıyan iddialara göre, bu kritik kurumda, Cumhurbaşkanı'nın çok değer verdiği bir hocanın iki oğlu genel müdür olarak görev yaparken, müdür, müdür yardımcısı ve lider konumunda bulunan 800 kişinin tamamen akrabalardan oluştuğu öne sürülüyor. Bu türden liyakatsiz atamalarla, yazılı sınavda birinci olanlar ve KPSS'den Türkiye birincisi olan, ilk ona giren kişiler mülakatlarda kasıtlı olarak elenmiş, yerlerine ise liyakate sahip olmayan birçok kişi yerleştirilmiştir. Bu kişilerin lider kadrolarında aldıkları maaşlar 80 ila 100 bin liradan başlarken, bu kurumda çalışan çaycıların başlarına bile 'Lider kadroları' açıldığı belirtiliyor. TAİ gibi kritik bir kurumdan başlayarak, işe alımlarda şaibe iddialarına muhatap olan birçok kamu kurumu mevcutken, Erdoğan’ın bu vaadiyle öncelikli olarak mülakatlarla kayrılıp işe girenlerin tespit edilmesi ve elenen kişilerin yeniden değerlendirilmesine yönelik düzenlemeler yapılması gerekmez miydi?
Kur’an'a Göre Tevbe Etmek: Sadece Pişmanlık Değil, Zararı Telafi Etmek Demektir
Gelelim meselenin can alıcı noktasına, yani tövbe kavramına. Geleneksel anlayışın aksine, Kur'an'a göre tövbe etmek, basitçe "Allah'ım ben hata yaptım, beni affet" demek ya da "Bir daha bu yanlışı yapmayacağım" demekle sınırlı değildir. Kur'an, tövbenin çok daha derin bir eylem olduğunu şart koşar.
Kaynaklarda belirtildiğine göre, tövbe etmek demek, yapılan hataları telafi eden, buna yönelik düzelten ve iyileştiren, yani eski haline getirecek işler yapmak demektir. Allah, bu konuyu beşin üzerinde ayetle insanlara bildirmiştir. Örneğin Kasas Suresi 67. ayette, "Fakat Tövbe etmiş, iman etmiş ve düzeltici işleri yapmış kimselere gelince, o kurtuluşa erenlerden olmayı bilir" şeklinde geçer. Bu, yapılan hatalar düzeltilmeden kurtuluşa erilemeyeceği anlamına gelir.
Aynı zamanda, halk arasında yaygın olan "Hakkınızı helal edin" söylemi de sadece bir suçu itiraf ve karşıdakinden özür dilemektir; pişmanlık duymak demek değildir. Çünkü pişmanlık tövbe etmekle ilişkilidir. Helal, Allah'ın sunduğu ilkelere uygun davranmak, haram ise Kur'an'da belirtilen kural ve yasalara aykırı hareket etmektir. Bu bağlamda, "Hakkını helal et" demek, "Ben Allah'ın bize bildirdikleri ilkelere aykırı iş yaptım" itirafıdır. Nahl Suresi 119. ayette de belirtildiği gibi, günahın bağışlanması için tövbeden sonra, işlenen hataya karşı düzeltici, yani o zararı giderici işler yapan ve bu konuda gücü yettiğince gayret gösteren kişilerin günahının bağışlanacağından bahsedilir.
Deprem Felaketi ve Helallik Çıkmazı: Diriltme Gücüne Sahip Olmak Şart
Şimdi sorulması gereken en kritik soru şudur: Sayın Erdoğan, mülakat konusunda bunca yapılan haksızlıkları giderici ne gibi düzenlemeleri yaptınız veya yapacaksınız? Eğer Kur'an'daki gerçek tövbe tanımı esas alınacaksa, sadece mülakatı kaldırma sözü vermek yetmez; önceki haksızlıkların telafi edilmesi gereklidir.
Ancak tövbenin imkânsız hale geldiği daha büyük bir felaket daha bulunmaktadır: Deprem gerçeği. Bilim insanları yıllardır deprem geliyor diye uyarıyor, bir an önce tedbir alınmasını istiyordu. AFAD, 2010 ve 2018 yıllarında hazırladığı raporlarda binaların envanterini çıkarmış, iktidarı uyarmış, riskli binaların kentsel dönüşüm kapsamında yenilenerek risksiz yapıların oluşturulması gerektiğini bildirmişti. Bu tedbirler zamanında alınsaydı, bu kadar bina yıkılır ve bunca insanımız ölür müydü?
Tövbe etmek, yani hatadan pişmanlık duymak, bu sorulara verilecek yanıtlar ve sonrasında atılacak adımlarla ilgilidir. Dolayısıyla, hayatını kaybetmiş binlerce vatandaştan helallik istemek felsefi ve hukuki açıdan imkânsızdır. Ölmüş birisinden helallik istenebilmesi için, öncelikli olarak onları diriltmeniz ve ondan sonra etmiş olduğu tüm zararları kendi cebinizden karşılamanız gerekmektedir. Bu durum mümkün olmadığı için, Kur'an perspektifinden bakıldığında, bu telafisi imkansız hatalar için yapılan tövbe çağrısı kabul edilemez olarak görülüyor.
Sonuç olarak, kamuya alımlarda yaşanan torpil iddiaları ve büyük doğal afetlerdeki ihmaller göz önüne alındığında, Kur'an'ın öngördüğü düzeltici işler yapılmadığı sürece, yalnızca "hata yaptım" demek bir anlam ifade etmemektedir. Geleneksel inanışta, iki tesbih ve bir Fatiha'nın tüm günahları bile temizlemeye yeteceğini söyleyenler çıksa da, Kur'an'ın talep ettiği tövbe, eyleme dökülmüş, zararı telafi edilmiş somut adımları gerektirmektedir.
            
            
                            
                            
                            


