Türkiye'nin siyasi arenası, sonbaharın serin havasıyla birlikte yeni bir ivme kazanıyor. Meclis koridorlarında yankılanan alkışlar, grup toplantılarının coşkusu ve liderlerin keskin sözleri arasında, ülke geleceği bir kez daha masaya yatırılıyor. Her yasama yılı başı gibi, bu sefer de umutlar ve gerilimler iç içe geçmiş; reform vaatleri havada uçuşurken, eski yaralar deşiliyor. Ama bu seferki tablo, sadece iç çekişmelerle sınırlı değil – bölgesel krizler, belediye hesaplaşmaları ve demokrasi hayalleri, hepsi bir araya gelerek büyük bir mozaik oluşturuyor. O mozağin merkezinde, bir iradenin net ifadesi duruyor: Sivil bir anayasa, Türk demokrasisini taçlandıracak o büyük adım. Peki, bu irade, kutuplaşmış bir zeminde nasıl meyve verecek? Siyasi aktörler, bu sorunun peşinde koşarken, vatandaşlar izliyor – çünkü bu, sadece bir konuşma değil, geleceğin anahtarlarından biri.
Şimdi, o anahtarların dönüm noktasına gelelim. AK Parti Grup Toplantısı'nda kürsüye çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partililerine hitaben yaptığı konuşmada, sivil anayasa konusunu merkeze aldı. "Sivil anayasa vatandaşlarımızın en büyük özlemidir. Türk demokrasisini sivil damgalı yeni anayasa ile taçlandırma irademiz bugün de baki. Şartlar ne olursa olsun bu hedefimizden kopmadık ve kopmayız," diyen Erdoğan, bu sözlerle yılların birikmiş beklentisini bir manifesto gibi ortaya koydu. Bu ifade, sadece bir hatırlatma değil; mevcut askeri kökenli anayasanın gölgesinden kurtulma azmini simgeliyor. Erdoğan, AK Parti'nin reformcu fıtratını vurgulayarak, "Ana muhalefetin boş gündemlerle bizi oyalamasına izin vermeyeceğiz. Meclis açılış konuşmamda da dikkat çektim AK Parti fıtratı itibariyle reformların partisidir. Büyük reformları biz yaşattık. İçinde bulunduğumuz yasama yılını da birçok alanda kritik reformları hayata geçirdiğimiz bir dönem tahayyül ediyoruz," diye ekledi. Bu vizyon, yeni yasama yılını bir dönüm noktası olarak konumlandırıyor: Ekonomik paketler, sosyal adımlar ve evet, o uzun zamandır beklenen anayasa değişikliği. Siyasi partiler arasındaki son çay sohbeti gibi olumlu gelişmeler, Erdoğan'a göre umut verici: "Yeni yasama yılında çıkan tablo umutlarımızın artmasına vesile olmuştur. Siyasi partilerimizin saygıdeğer genel başkanlarının bir araya gelmesi, saygı içinde sohbet etmesi çok kıymetlidir. Dostane bir çay sohbetinin eleştirilecek hiçbir yanı yoktur." Ama bu uzlaşı havası, muhalefete yönelik sert eleştirilerle dengeleniyor – ki bu da, reform yolunun dikenli olduğunu gösteriyor.
Bu iradenin kökenlerine inelim ki, neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayalım. Sivil anayasa tartışmaları, AK Parti'nin iktidar yıllarında hep gündemdeydi. Hatırlayın, 2010 referandumuyla başlayan süreç, 2017'de başkanlık sistemine geçişle zirveye çıkmıştı; ama o zamandan beri, "sivil" vurgusu bir özlem olarak kaldı. Erdoğan, konuşmasında bunu "vatandaşlarımızın en büyük özlemi" diye nitelendirerek, halkın nabzını tutuyor. Şartlar ne olursa olsun kopmama vurgusu, ekonomik krizlerin, jeopolitik gerilimlerin ve iç siyasi fırtınaların ortasında bir çapa gibi. Peki, bu irade nasıl hayata geçecek? Erdoğan, AK Parti teşkilatına seslenerek ipuçları verdi: "Bu partide önemli olan isimler, unvanlar, makamlar değildir. Bu teşkilatta esas olan Hizmettir." Bu, reformun hizmet odaklı bir zeminle ilerleyeceğini ima ediyor – belki geniş tabanlı bir komisyon, belki halk oylaması hazırlıkları. Siyasi etki olarak, bu adım muhalefeti köşeye sıkıştırabilir: CHP'nin reform desteğini "günahlarına kefaret" olarak gören Erdoğan, uzlaşıyı teşvik ederken, direnci "ihanet"le eşitleyen bir çizgi çekiyor. "Kim siyaseti dost düşman kavramları üzerinden tanımlıyorsa Türkiye'ye ve Türk demokrasisine ihanet ediyor demektir. Siyasette böyle bir ayrımı reddediyoruz," sözleri, bu dengeyi özetliyor.
Konuşmanın bir diğer katmanı, muhalefete yönelik o keskin oklar. Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'i doğrudan hedef alarak, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın yönetimini yerden yere vurdu. "Ya sen önce millete su ver, milleti önce çöp dağlarından kurtar, rüşvet çamurunu bir temizle. 25 yıllık hizmeti üzerine tek bir artı koymadan çarçur ettiniz. Milleti her gün trafikte perişan ediyorsunuz, özür dileyeceğinize yüzsüzce sataşıyorsunuz," diye haykırdı. Bu eleştiriler, belediyelerdeki iddia edilen usulsüzlükleri mercek altına alıyor: Su kesintileri, çöp dağları, trafik kaosu ve rüşvet iddiaları... Erdoğan, "Belediyelerde milyarlarca TL peşkeş çekilmiş. Soruşturmaların üzerine gidilmeli. Sizin hiç insafınız yok mu? Ankara'da elinde su bidonlarıyla bekleyen vatandaşa da mı saygınız yok?" diyerek, muhalefeti "itibar kaybının müsebbibi" ilan etti. Özel'in okul müdürlerine çağrısını da tiye aldı: "Başkent halkına günlerdir Kerbela'yı yaşatıyorlar. Sen önce rüşvet çamurunu temizle." Bu sözler, salonda coşkuyla karşılandı – özellikle AKP'li milletvekili Osman Gökçek, eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in oğlu, Erdoğan'ın Ankara eleştirilerini mest olmuş bir şekilde alkışladı. Siyasi bağlamda, bu hamle CHP'li belediyelere yönelik soruşturmaları hızlandırma sinyali: Yolsuzluk iddiaları, sadece bir eleştiri değil, hukuki bir baskı aracı olabilir. Erdoğan, Özel'e meydan okuyarak, "Grup kürsüsüne mazot bidonu ile çıkmayı biliyorsun hadi şimdi de su bidonu ile çıksana yüreğin yetiyorsa. Millete hesap verecek saygısı yüreği yok," dedi. Bu, siyasi arenayı bir arena'ya çeviriyor – muhalefetin savunma pozisyonuna itilmesi, reform gündemini de etkiliyor.
Ama Erdoğan'ın vizyonu, iç çekişmelerle sınırlı kalmıyor; bölgesel bir ufka açılıyor. Gazze ve Filistin meselesi, konuşmanın duygusal zirvesiydi. "TBMM Gazze konusunda öncü oldu. İsrail hükümetinin bölgemizi sürükleyebileceği felaketlere dikkat çekiyoruz," diyerek Türkiye'nin rolünü vurguladı. "Gayemiz bölgemizde kalıcı istikrarın sağlanmasıdır. Gazzeli mazlumların 2 yıldır çektiği acının dinmesi arzumuzdur. Bölgemizi bu cendereden çıkarmak istiyoruz," sözleri, empatiyi ön plana çıkarıyor. Trump'ın barış planına atıfla, "Trump, müsbet cevap vermiş ve barış iradesini ortaya koymuştur fakat barış tek kanatlı bir kuş değildir. Barılı Filistinlilere yüklemek ne adildir ne de gerçekçi yaklaşımdır. İsrail barışa giden süreci baltalayan saldırılarna devam etmektedir," dedi. Hamas'ı öven Erdoğan, "Filistin direniş örgütü Hamas, Sayın Trump'ın barış planına son derece müspet cevap vermiş, böylece barış iradesini çok net ortaya koymuştur," diye ekledi. İsrail'e yönelik sert eleştiri ise tarihi bir ağırlık taşıyor: "Haydutlukla gidilecek hiçbir yer olmadığını İsrail'in anlaması gerekiyor. Soykırım suçlarında Hitler'i bile geride bıraktılar. Filistinli kardeşlerimizi asla bırakmayacağız. 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti mutlaka kurulacaktır." Bu ifadeler, Türkiye'nin Filistin yanlısı duruşunu pekiştirirken, Trump atfıyla ABD'ye bir zeytin dalı uzatıyor. Siyasi etki olarak, bu kısım iç muhalefete "dış politika birliği" çağrısı yaparken, Erdoğan'ın liderlik imajını uluslararası bir boyuta taşıyor – Gazze'nin acısı, sivil anayasa reformuyla iç içe geçirilerek, milli bir narrative dönüştürülüyor.
Peki, bu konuşmanın yankıları ne olacak? Sivil anayasa iradesi, eğer meyve verirse, Türkiye demokrasisini yeni bir çağa taşıyabilir: Özgürlükler genişler, kurumlar sivilleşir, kutuplaşma azalır. Ama muhalefetin "linç korosu" ve "faşist zihniyet" ithamları, Erdoğan'ın ifadesiyle "CHP zihniyetinin eseridir. Linç korosunun karargahı da CHP Genel merkezidir. Fotoğrafa verilen tepkiler CHP'nin faşist zihniyetinin somutlaşmış halidir," gerilimi tırmandırıyor. Belediye soruşturmaları hızlanırsa, Ankara ve İstanbul gibi şehirlerde yeni krizler doğabilir; su bidonları ve çöp dağları, sembolik birer savaş alanı haline gelebilir. Filistin vurgusu ise, bölgesel ittifakları güçlendirebilir – belki Arap dünyasıyla yeni diyaloglar, belki BM'de daha sert girişimler. Erdoğan'ın "hizmet" odaklı teşkilat vurgusu, AK Parti'yi motive ederken, reform yılı tahayyülü somut adımlar bekliyor: Belki bir anayasa komisyonu, belki yasal paketler.
Geleceğe dair senaryoları düşünün: Eğer muhalefet uzlaşıya yanaşırsa, sivil anayasa bir halk oylamasıyla taçlanabilir – 2026 seçimleri öncesi bir zafer. Ama gerilim artarsa, kutuplaşma derinleşir; belediye davaları, siyasi bir silaha dönüşür. Erdoğan'ın iradesi bakî kalırsa, bu konuşma tarih kitaplarında bir dönüm noktası olarak anılır: Demokrasiyi sivil bir damgayla mühürleme hayali, şartlar ne olursa olsun ayakta duruyor. Siyasi partilerin çay sohbetleri, belki bir köprü olur; ama "dost düşman" ayrımını reddeden Erdoğan, uzlaşıyı zorluyor. Bu tablo, Türkiye'nin nabzını tutuyor – reformlar mı galip gelecek, yoksa çekişmeler mi? Vatandaşlar, o iradenin peşinde; çünkü sivil anayasa, sadece bir belge değil, özgürlüklerin anahtarı.
Son olarak, bu grup toplantısı bir ayna gibi: Erdoğan'ın vizyonu, iç ve dış dengeleri yansıtıyor. Sivil anayasa özlemi, Gazze'nin acısıyla, belediye hesaplaşmalarıyla iç içe – hepsi, bir liderin kaleminden çıkan bir resim. "Şartlar ne olursa olsun kopmayız," sözü, bir manifesto gibi yankılanıyor. Siyasi arenada yeni bir sayfa mı açılıyor, yoksa eski yaralar mı deşiliyor? Zaman gösterecek, ama bir şey net: Bu irade, Türkiye'yi şekillendirmeye devam edecek. Ve o şekil, hepimizin geleceğini belirleyecek.