Yılın son günleri, herkes için bir muhasebe fırsatı sunuyor. Zaman hızla akıp giderken, geride kalan anılar bazen hoş, bazen ise düşündürücü oluyor. Özellikle son dönemde demokrasi tartışmaları ön plana çıkarken, toplumun beklentileri ile gerçekler arasındaki uçurum dikkat çekiyor.
İkinci paragraftan itibaren asıl mesele ortaya çıkıyor: Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi anlamına geliyor ve en iyi sistemlerden biri olarak kabul ediliyor. İnsan doğasına en uygun yönetim biçimi olan demokraside temel unsurlar var: Çok partili serbest seçimler, güçler ayrılığı ilkesi –yani yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması–, basın özgürlüğü, laiklik, düşünce ve ifade hürriyeti, ekonomik ile sosyal adalet, yargı bağımsızlığı, kaliteli sağlık ve eğitim hizmetleri. Bu unsurlar bir arada olduğunda ülkede denge, hakkaniyet ve adalet sağlanıyor.
Ancak son yıllarda, özellikle 2025 boyunca, demokrasiden uzaklaşma işaretleri çoğaldı. Tüm yetkiler tek elde toplanınca güçler ayrılığı prensibi ortadan kalktı, halk egemenliğine dayalı yönetim zayıfladı. Avrupa ülkeleri gibi demokrasinin kurallarının gerçekten uygulandığı yerler bir yana bırakıldı, yön ise Ortadoğu'daki otokrasi ağırlıklı, demokrasiden uzak ülkelere çevrildi. Bu durum, insan doğasına ve uygarlık tarihine tamamen aykırı bir tablo çiziyor.
Büyük Atatürk'ün işaret ettiği Batı uygarlığı yolu yerine ters yöne sapmak, uzun vadede ciddi sancılar doğuruyor. İktidarın bu gerçekleri kabul edip Batı'ya, yani gerçek demokrasiye yönelmesi hayati önem taşıyor. Fakat mevcut yönetim bunu yapma ihtimalinin zayıf olduğu görülüyor, çünkü farklı bir pencereden bakıyorlar.
Bu yanlış yönelimi en iyi anlatan metafor ise filozof Sakallı Celal'e ait: "Doğu'ya doğru giden bir gemideyiz... Güvertede Batı yönüne doğru koşarak Batı'ya gittiğimizi sanıyoruz!" Bu söz, tam da yaşanan durumu özetliyor. Gemi Doğu bataklığına, otokrasiye doğru ilerlerken, koşarak Batı'ya ulaşıldığı illüzyonu yaratılıyor. Yeni yılda bu sancıların devam etmesi muhtemel, çünkü yön değişmedikçe sorunlar derinleşiyor.
Ekonomik boyut da cabası. Ülkede milyonlarca insan açlık ve yoksulluk sınırında mücadele ederken, zengin kesimden gelen açıklamalar kırıcı olabiliyor. Örneğin, Esas Holding patronu ve Pegasus Hava Yolları sahibi olan bir isim, milyarlarca dolarlık varlığına rağmen bir etkinlikte "Ben de geçinemiyorum" diyor. Bu, maddi emellerinin tam karşılanmamasından kaynaklanıyor: "Herkesin maddi emelleri var, benim de var. Arzu ettiğime göre geçinemiyorum."
Aynı günlerde, İzmir'de üniversiteli gençler adına konuşan bir isim, "Ayın sonu gelmiyor, üniversiteliler geçinemiyor" diye haykırıyor. 3 bin lira bursla günde 100 liraya talim eden öğrenciler gerçek yoksullukla boğuşuyor. Bir yanda emel eksikliğinden "geçinememek", diğer yanda açlık sınırından. Bu karşıtlık, tok açın halinden anlamadığını bir kez daha gösteriyor.
Okurların tepkileri de sert: "O bolluktan patlıyor, biz açlıktan ölüyoruz", "Eline bizim kadar para geçseydi geçinememenin ne demek olduğunu anlardı", "Tok açın halinden anlamıyor ve anlamayacak!" Bu ifadeler, toplumdaki uçurumu netleştiriyor. Zenginlerin söylemleri, yoksulların gerçek acısını gölgeliyor.
Günün sonunda şu söze kulak vermek lazım: "Dünyada eşitlik yoktur, ancak ölüm her şeyi eşit yapar!" Demokrasi eksikliği, yanlış yönelim ve ekonomik adaletsizlik birleşince, yeni yıl umut yerine soru işaretleriyle başlıyor. Gerçek Batı'ya, demokrasiye ve adalete yönelmek şart. Aksi halde gemi Doğu'ya doğru ilerlemeye devam edecek, koşsak da yerimizde sayacağız.
Bu metafor ve eleştiriler, sadece yıl sonu değil, geleceğin de anahtarı. Yanlış yönden kurtulmak için cesur adımlar atılmalı, yoksa sancılar artacak. Toplum olarak bu sorgulamayı sürdürmek, değişimin ilk adımı olabilir. Heyecan verici bir dönüşüm mümkün, yeter ki yön doğru olsun.




