Türkiye ekonomisi, son aylarda adeta bir sis perdesinin ardında gizlenen gerçeklerle boğuşuyor. TÜİK'in Kasım ayı enflasyon verilerini açıklamasıyla birlikte, resmi rakamlar "0.86'lık düşüş" müjdesi verirken, sokaktaki vatandaşın cebi bambaşka bir hikaye anlatıyor. Çorbayı çatalla içip doymuş gibi hissetmek isteyen bir zihniyetle karşı karşıyayız; çünkü enflasyon sıfırlandı denirken, şişinme oranı tam 100'e vurmuş durumda. Bu, sadece bir rakam oyunu mu yoksa halkı yeni bir narkozla mı uyutma girişimi? Gelin, bu paradoksun derinliklerine inelim ve 2025'in bu karanlık ekonomik tablosunu adım adım irdeleyelim.
Öncelikle, resmi açıklamalara kulak verelim. TÜİK, Kasım enflasyonunun 0.86'ya gerilediğini ilan etti ve üstüne üstlük gıda ürünlerinde bile ucuzlama olduğunu iddia etti. Bu haber, yeni yıla 25 gün kala gelen bir "hediye" gibi sunuldu. Ancak kimse inanmadı. Neden mi? Çünkü her kesimden insan, yaşadığına, gördüğüne, aldığına ve ödediğine bakıyor. Market raflarında etin, sütün, sebzenin fiyatı hâlâ ateş pahası; faturalar ise her ay yeni bir darbe indiriyor. Bu veriler, 5 Aralık 2025 itibarıyla güncel ekonomik göstergelerle kıyaslandığında, tam bir tezat oluşturuyor. Hatırlayın, Ekim sonunda yıllık enflasyon yüzde 48'lerde gezinirken, bu ani "düşüş" nasıl mümkün olabiliyor? Uzmanlar, metodolojik değişiklikleri ve sepet ağırlıklarının revizyonunu işaret etse de, asıl mesele halkın alım gücünün erimesi.
Bu noktada, siyasi arenaya dönelim. Enflasyonun sıfırlandığının açıklandığı gün, Meclis'te AKP Grubu'nda konuşan Parti Genel Başkanı, deprem konutları ve sosyal konut projeleriyle kira enflasyonunda hızlı bir gerileme beklediklerini dile getirdi. "Deprem konutları ve sosyal konut projelerimizle birlikte kira enflasyonunda hızlı bir gerileme bekliyoruz" sözleri, salonda alkış topladı ama sokakta yankı bulmadı. Kira enflasyonu, özellikle büyük şehirlerde hâlâ yüzde 70'lerin üzerinde seyrediyor. 2025'in ilk yarısında, İstanbul ve Ankara gibi metropollerde ortalama kira bedelleri yüzde 45 artmıştı; şimdi ise sosyal konut vaadiyle bu yükün hafifleyeceği söyleniyor. Peki, gerçekte ne oluyor? Binlerce aile, ev sahibi olamadan kirada sürünürken, inşaat sektöründeki gecikmeler ve maliyet artışları bu umudu gölgeliyor. Üstelik, bu vaatler 2024 sonundaki benzer açıklamalarla kıyaslandığında, somut adımların hâlâ yetersiz kaldığını görüyoruz.
Ekonomik büyüme ve gelir dağılımı meselesi ise tam bir facia. Ülkemiz, "büyüme, gelir dağılımı ve kalkınmada" çok yüksek bir şişinme dili kullanılarak anlatılıyor ama bunun için önce "enflasyonu 0'a gerilettik" narkozuna ihtiyaç duyuluyor. Narkoz verildi ve hemen ardından selfi'ler yağmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Saadet Oruç, piyasaya yeni çıkan ve 97 bin 999 TL'ye satılan yeni model telefonuyla kendi kendini gülen yüzle çekip sosyal medyadan paylaştı. Bu selfi, adeta şişinmenin simgesi oldu: Bir yanda lüks gadget'lar, diğer yanda milyonlarca vatandaşın temel ihtiyaçlarını karşılayamaması. Gini Katsayısı 0.41'e sıkışmış durumda; yani gelir eşitsizliği alarm veriyor. Milli gelir artışı çalışanlara yansımıyor, büyümenin dağılımı emekçinin, çalışanın, alın terinin lehine değil. Zengin-fakir uçurumu açıldı; yardıma muhtaç aile sayısı 4.5 milyonu geçti, genel sağlık sigortası borcunu ödeyemeyenlerin sayısı ise 9.5 milyonu aştı. Bu veriler, 2025'in üçüncü çeyreğindeki büyüme raporlarıyla örtüşüyor: Yüzde 3.2'lik büyüme var ama bu pastadan pay alanlar, nüfusun sadece yüzde 1'lik dilimi.
Emeklilerin ve asgari ücretlilerin hali pür melali ise yürek burkuyor. AKP'li Milletvekili Orhan Yeğin, Meclis'te "Biz de emeklinin yaşadığı sorunların farkındayız. İki asgari ücretle bir evin geçinemediğini biliyoruz" dedi. Bu "biliyoruz" ifadesi, şişinme narkozunun en bariz örneği. Evet, farkındalar ama çözüm? Asgari ücret, 2025 başında 17 bin TL'ye çıkarıldı ama enflasyon karşısında eriyip gitti. İki asgari ücretle bir ailenin geçinememesi, artık istatistik değil gerçek bir dram. Ülkede 25 milyon kişi açlık sınırında sıkıştı yaşıyor; vatandaşın yüzde 90'ı indirim kovalıyor. Borç yükü 5.1 trilyon TL'ye ulaştı, yoksulluk çok derinlere indi. Türkiye'nin en varlıklı kenti sayılan İstanbul'un Pendik Esenyalı Mahallesi'nde, 5 bin anne ilkokuldaki çocuklarına bir öğün yemek verilmesi için Kadın Dayanışma Derneği'ne başvurdu. Bu, sadece bir mahalle değil; ülkenin dört bir yanındaki sessiz çığlıkların özeti.
Yabancı yatırımlar ve sanayi cephesinde de işler karışık. Çinli bir şirket, Manisa'da elektrikli otomobil fabrikası kuracaktı; bu haber, büyük bir şişinmeyle duyuruldu. Ancak Çinliler vazgeçti. Hemen yerine, Amerika'dan UBER'in 200 milyon dolar yatırım yapacağı ve teknoloji merkezi kuracağı haberi pompalanmaya başlandı. Bakan, "Uluslararası teknoloji devlerini Türkiye'ye çekiyoruz" diye açıklamalar yaptı. Peki, gerçek? 2025'in ilk 10 ayında, yabancı doğrudan yatırımlar sadece 6.5 milyar dolarda kaldı; hedefin yarısını bile bulamadı. Sanayi üretimi, büyük oranda dışa bağımlı; dış ticaret açığı bir yılda yüzde 110.5 oranında arttı. Türkiye, Ocak-Ekim döneminde yaklaşık 44 milyar dolarlık yatırım malı ithalatına karşılık, 49 milyar dolarlık tüketim malı ithal eden bir karanlık gidişe saplandı. Bu, borç-faiz-vergi kıskacının en net göstergesi: Dış borcun faizi gelecek kuşaklara ödetiliyor.
Maliye Bakanı'nın "AKP döneminde işçilerin, memurların, emeklilerin zenginleştiğini" söylemesi, bu şişinme korosuna tuz biber ekiyor. Yoksulluk sınırı 100 bin TL'ye, açlık sınırı 30 bin TL'ye dayandı. Cumhurbaşkanı, "Topyekün kalkınma seferberliği başlattık" derken, Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Aile ve Nüfus Sempozyumu'nda "Türkiye gibi bir ülkede yaşlanmadan zenginleşmek çok önemli" diye konuştu. Bu sözler, evinden 26 kilo altın çıkan eski bir devlet yetkilisiyle ilgili skandallarla yan yana gelince, ironiyi zirveye taşıyor. O yetkili, ölen çocuğunun üzerine şirket kurmuş; bu, yolsuzluk iddialarının ne kadar derinleştiğini gösteriyor.
Peki, tüm bu tablo karşısında ne yapılmalı? Enflasyonun sıfırlandığı bir ülkede şişinme 100 olur mu? Evet, olur; çünkü gerçek enflasyon, resmi rakamlardan öte, halkın günlük mücadelesinde yatıyor. 2025 sonuna yaklaşırken, yeni yılın bu narkozla mı karşılanacağı sorusu hepimizi düşündürüyor. Büyüme rakamları parlak görünse de, gelir dağılımındaki adaletsizlik, açlık sınırındaki milyonlar ve borç dağları, acil reform çağrısı yapıyor. Belki de asıl sıfırlanması gereken, bu uyutma politikaları. Vatandaş olarak, cebimizdekine değil, resmi açıklamalara inanmayı bırakmanın vakti geldi. Bu ekonomik sis perdesi dağılmadan, hepimiz daha dikkatli bakmalıyız; çünkü yarın, bugünün gerçekleriyle şekillenecek.




