Türkiye, 12 Eylül 2025 sabahı, Silivri Cezaevi’nin soğuk koridorlarında tarihe tanıklık etti. İstanbul’un sevilen belediye başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, “resmi belgede sahtecilik” suçlamasıyla hakim karşısına çıktı. Ancak bu duruşma, sadece bir mahkeme salonunda geçen bir yargılama değildi; adeta bir demokrasi savaşının sahnesi oldu. İmamoğlu’nun ateşli savunması, salonu dolduran kalabalığı ayağa kaldırdı, sloganlar ve alkışlar beton duvarları sarsarken, dışarıda milyonlar nefesini tuttu. “Bu iddianame yüz karası!” diye haykıran İmamoğlu, sadece kendi hikayesini değil, bir ülkenin geleceğini savundu. Peki, bu dava neden bu kadar kritik ve İmamoğlu’nun sözleri neden Türkiye’nin her köşesinde yankılanıyor? Gelin, bu destansı anların detaylarına dalalım, çünkü her cümle bir isyan, her alkış bir umut taşıyor.
Sözcü Televizyonu’nun 12 Eylül 2025 tarihli yayınında, muhabir Murat Canrak’ın duruşma salonundan aktardığı anbean notlar, bu tarihi anı gözler önüne serdi. Saat 11.00’de başlayan duruşma, Silivri’nin Marmara Cezaevi salonunda, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İmamoğlu’nun ailesi, partililer ve üniversite arkadaşlarının katılımıyla bir dayanışma şölenine dönüştü. İmamoğlu, salona “Ekrem Başkan” ve “Cumhurbaşkanı İmamoğlu” sloganlarıyla girdi; dakikalarca süren alkışlar, adeta bir özgürlük marşı gibi yükseldi. Savunmasına başlamadan önce ceketini çıkarıp kollarını sıvayan İmamoğlu, bu hareketiyle bile kararlılığını gösterdi. Salon, bu jest karşısında alkışlarla coştu; hakim, izleyicilerden “makul” olmalarını istedi, ama coşku durmak bilmedi. İmamoğlu’nun her cümlesi, birer manifesto gibiydi; muhabir Canrak, “Murat Can Altın Topra, notları öyle hızlı gönderiyor ki, her kelimeyi anında yakalıyoruz” diyerek heyecanı aktardı.
Duruşmanın başında, hakim kimlik tespiti için sorular yöneltti. Eğitim durumu sorusuna İmamoğlu’nun “Yüksek lisans” cevabı, salonda alkış tufanıyla karşılandı. Sabıka kaydı sorusuna ise, “Allah’a şükür yok” dedi; bu samimi yanıt, gülüşmelerle karışık bir rahatlama yarattı. Ancak asıl fırtına, iddianamenin okunmasıyla koptu. İmamoğlu, hakimin okuduğu suçlamalara, “Anlattığınız hiçbir şeyin benimle alakası yok” diyerek sert bir çıkış yaptı. “Umarım o da dinliyordur, elinde belge olmayan o kişi… Uzun uzun okuyorsunuz, niyetinizi anlamadım. Ben 18 yaşındaydım, nasıl yapmışım bunları hayretle dinliyorum” sözleri, salonu bir kez daha ateşledi. Bu, sadece bir savunma değil; bir siyasi hesaplaşmaydı. İmamoğlu, iddianameyi “yüz karası” olarak nitelendirerek, “Dinlemekten rahatsız değilim, ama bu iddianameyi duymaktan rahatsızım” dedi. Hakim, “Savcının suçlamalarını okuyorum, bunlar bizim suçlamalarımız değil” diye karşılık verse de, İmamoğlu’nun ateşi sönmedi: “O savcıyı tanıyorum” diyerek, perde arkasındaki niyetlere işaret etti.
İmamoğlu’nun savunması, kişisel bir hikayeden çok daha fazlasını taşıyordu. 17 yaşında Kıbrıs’taki Doğu Akdeniz Üniversitesi’ne gittiğini, 19 yaşında İstanbul Üniversitesi’ne geçtiğini anlattı. “35 yıl önce, benim cumhurbaşkanı olacağımı anlamışlar!” diyerek iddianameyi tiye aldı. “Kıbrıs’ta üniversite kurmuşlar, YÖK’te ağ örmüşler, 1988’de gazete ilanı vermişler… 17 yaşımda nasıl bu senaryoyu yazdım?” sorusu, salonda kahkahalarla karışık alkışlara yol açtı. Bu espri, sadece mizah değil; absürtlüğe meydan okumaydı. “Bu senaryo, iddianameden daha mantıklı” diyerek savcının tezini yerle bir etti. İmamoğlu, iddiaların merkezindeki Doğu Akdeniz Üniversitesi kaydına da değindi; hakimin “Orada kayıt yaptırdınız mı?” sorusuna, “Hayır, yaptırmadım” cevabını verdi, geçmişteki yanlış kayıtları düzeltti. Bu netlik, savunmasının gücünü katladı.
Sözcü TV muhabiri, İmamoğlu’nun yaşam öyküsünü aktarırken duygusal anlara da vurgu yaptı. “Hayatım çok gerçek, yemin ederim” diyen İmamoğlu, Trabzon’un Kırkhane köyünde doğduğunu, doğanın masal gibi yeşil olduğunu anlattı. “Kanuni Sultan İlkokulu’nda okudum, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun karşısında eğitim aldım, bununla gurur duyuyorum” sözleri, samimiyetle doluydu. Üniversite arkadaşlarını işaret ederek, “Onlarla çift kale maç yaparım, ama bazılarının tavla oynayacak arkadaşı bile yok” dedi; bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diploma tartışmalarına ince bir göndermeydi. Salon, bu espriyle kahkahaya boğuldu; muhabir Canrak, “Bu, Erdoğan’a net bir atıf” diyerek izleyicilere açıklık getirdi. İmamoğlu’nun arkadaşlarının varlığı, yalnızlığa karşı bir zaferdi; ailesinin desteği – eşi Dilek, oğlu Selim, babası Hasan ve kız kardeşi Neslihan – ise duygusal bir kalkan oldu. İlk kez duruşmaya katılan babası ve kız kardeşi, İmamoğlu’nun gücünü pekiştirdi.
İmamoğlu’nun en çarpıcı çıkışı, davayı siyasi bir darbe olarak damgalamasıydı. “Bu iddianameyi, bir sonraki seçimde kendisini yeneceğimi bilen biri yazdırdı” dedi ve ekledi: “Dört seçimi kazandım, beşincisini de kazanacağım!” Bu sözler, salonu adeta patlattı; alkışlar, sloganlarla birleşti. 12 Eylül tarihine vurgu yaparak, “Bugün 12 Eylül, Türk toplumunun hafızasında darbe demektir. Askeri, sivil, siyasi ya da cemaat destekli tüm darbeleri kınıyorum” dedi. “Ne yazık ki şu anda bir darbe sürecindeyiz. Bu sürece alet olanlar, millete büyük bedel ödetiyor” sözleri, bir liderin isyanıydı. “Tens of millions are in pain right now” diyerek, halkın acısını vurguladı; “Herkesin emeği riske atılıyor” uyarısı, milyonlara dokundu. “Değişim isteyenler tarih boyunca böyle davalarla karşılaştı” diyerek, kendini geçmişin mücadele kahramanlarıyla özdeşleştirdi. “Bu işe vakit ayırmanızdan utanıyorum” sözü, mahkeme heyetine sitemdi; ama asıl hedef, bu davayı yazan iradeydi.
Bu duruşma, sadece bir yargılama değil; bir demokrasi sınavıydı. Sözcü TV, “18 yaşındaki İmamoğlu yargılanıyor” diyerek iddianamenin absürtlüğüne işaret etti. İstanbul Üniversitesi’nin 18 Mart 2025’te diplomasını iptal etmesi, 31 yıl前の bir yatay geçiş sürecine dayanıyordu. İddianame, gazete ilanıyla yapılan başvuruyu ve YÖK’ün raporlarını delil gösteriyordu; ama İmamoğlu’nun avukatları, “Hata varsa üniversitenindir, kazanılmış hak geri alınamaz” tezini savundu. Muhabir Canrak, idari hukuk uzmanlarının görüşlerini aktardı: “Bu davada İmamoğlu’nun en ufak dahli yok.” Savcılık, zincirleme sahtecilikle 8 yıl 9 ay hapis talep etse de, İmamoğlu’nun savunması bu iddiaları çürüttü. “Kıbrıs’ta ağ kurmuşlar, YÖK’te komite oluşturmuşlar, 17 yaşımda cumhurbaşkanı olacağımı bilmişler!” diyerek, iddianamenin mantıksızlığını gözler önüne serdi. “Türk devletlerini suçlayanlar, Güney Kıbrıs elçiliğine ses çıkarmıyor” eleştirisi, dış politikaya da dokundu.
Sosyal medyada, İmamoğlu’nun savunması anında viral oldu. X platformunda, #Ekremİmamoğlu ve #DiplomaDavasi etiketleri trend olurken, binlerce paylaşım yağdı. Bir kullanıcı, “Ekrem Başkan beşinciyi de alır, bu dava çöker!” diye yazarken, başka biri, “Tavla esprisi efsane, Erdoğan’a kapak!” yorumunu yaptı. CHP destekçileri, “Darbe süreci bitmez, ama İmamoğlu bitmez” sloganını yaydı. Özgür Özel’in salondaki varlığı, parti birliğini simgeledi; ailesinin desteği, duygusal bir tablo yarattı. Sözcü TV’nin yayını, milyonlarca izleyiciye ulaştı; “Dayanışma zamanı” çağrısı, kanalın YouTube katılım paketlerini bile patlattı. Uluslararası medya da kayıtsız kalmadı; Reuters ve BBC, duruşmayı “Türkiye’nin demokrasi testi” olarak gördü. X’te, “İmamoğlu’nun sesi Silivri’yi aştı” paylaşımları, umudu körükledi.
Bu dava, 2025’in kaotik siyasetine ışık tutuyor. İmamoğlu’nun Mart’taki tutuklanması, yolsuzluk ve terör suçlamalarıyla başladı; diploma iptali, siyasi yasağı hedefledi. İddianame, 1988’deki bir gazete ilanını ve yatay geçiş sürecini suç sayıyor; ama İmamoğlu, “17 yaşımda nasıl bu komployu kurdum?” diye sorarak mantıksızlığı vurguladı. CHP, bu davayı “Erdoğan’ın intikamı” olarak görüyor; İmamoğlu’nun “Dört seçimi kazandım, beşincisi yolda” sözü, bu tezi güçlendiriyor. 12 Eylül’ün gölgesi, darbe ithamıyla bugüne uzanıyor; İmamoğlu, “Sivil darbe içindeyiz” diyerek alarm zillerini çaldı. Gelecekte ne olacak? Mahkeme, hapis kararı verirse, İmamoğlu’nun siyasi hayatı bitebilir; ama bu, CHP’yi sokaklara döker. Temyiz süreci, idare mahkemesine taşınabilir; ama halk desteği, İmamoğlu’nu ayakta tutuyor. Ailesinin varlığı, dostlarının alkışları ve Özel’in liderliği, bir direniş destanı yazıyor.
Sonuçta, Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’deki savunması, bir mahkeme konuşmasından öte; bir milletin uyanış çığlığı. “Bu iddianame yüz karası” sözü, sadece savcıya değil, sistemi sorgulayanlara hitap ediyor. Alkışlar, sloganlar ve “beşinci seçim” vaadi, umudu canlı tutuyor. Bugün, 12 Eylül 2025, sadece bir duruşma değil; demokrasinin kırılma anı. İmamoğlu’nun sesi, Silivri’den Türkiye’ye, oradan dünyaya yayılıyor. Bu dava, bir lideri değil, bir halkın iradesini yargılıyor. Heyecan dorukta; asıl zafer, bu mücadelede yatıyor. İzleyin, çünkü tarih yazılıyor.