Türkiye, son dönemde yaşanan gelişmelerle adeta bir yol ayrımına gelmiş durumda. Ülkenin dört bir yanında hissedilen toplumsal, siyasi ve ekonomik değişim rüzgarları, geleceğe dair kaygıları da beraberinde getiriyor. Herkesin aklındaki soru ise aynı: Türkiye'yi bekleyen, geçici bir fırtına mı, yoksa köklü bir deprem mi? Bu derinlemesine analiz, ülkenin karşı karşıya olduğu dört temel varoluşsal sorunu mercek altına alıyor ve geçmişten bugüne gelen süreçle gelecekte yaşanabilecekleri çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Ülkenin geleceğine dair yapılan bu sarsıcı değerlendirmeler, kamuoyunda büyük yankı uyandıracak nitelikte.

Tandoğan'da Demokrasi Fırtınası: CHP'nin Tarihi Gövdelerini Gösterisi Ülkeyi Sarsıyor!
Tandoğan'da Demokrasi Fırtınası: CHP'nin Tarihi Gövdelerini Gösterisi Ülkeyi Sarsıyor!
İçeriği Görüntüle

11 Eylül 2025 tarihli çarpıcı bir analize göre, Türkiye, gelecek kuşaklara da devredilme potansiyeli taşıyan dört büyük "beka sorunu" ile yüz yüze bulunuyor. Bu sorunların ilki, 911 kilometrelik Suriye sınırının bir terör üreten coğrafyaya dönüşmüş olması. Suriye'nin kuzeybatısında yer alan İdlib kenti, IŞİD ve El Kaide türevi radikal örgütlerin yuvalandığı adeta bir "Küçük Afganistan" haline geldi. Suriye yüzölçümünün sadece yüzde 5'ini kaplayan bu bölge, Türkiye (Hatay) ile 130 kilometrelik bir sınıra sahip. En zengin ve güçlü ülkeler olan ABD ve Almanya dahil, dünyada hiçbir ülke bu "Küçük Afganistan" ile komşu olmak istemezken, Türkiye maalesef bu konumda kalmış durumda. Bu durum, ülkenin güney sınırlarında sürekli bir güvenlik tehdidi yaratıyor ve bölgedeki istikrarsızlığın Türkiye'ye doğrudan yansımasına neden oluyor.

İkinci büyük beka sorunu ise, ABD'nin kararlı desteğiyle PKK'nın devletleşme yolunda hızlı adımlar atıyor olması. PKK'nın Suriye kolu olan PYD/YPG/SDG'nin silah bırakmayacağı kesinleşmiş durumda. Buna rağmen kurulan "Komisyon" çalışmalarını sürdürerek terörist başını ve PKK'yı meşrulaştıran bir yapıya dönüşmüş durumda. ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de bir "Kürt Devleti" kurulmasını destekleyenlerin öncülüğünü yapıyorlar ve bu hedefe hiç olmadığı kadar yaklaştılar. Hatta Hatay dahil olmak üzere, Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars ve bu illerin güneyi, PKK'nın, Barzani'nin, Sevr'in ve Büyük Orta Doğu Projesi'nin haritasında açıkça "Kürt Devleti" sınırları içinde gösteriliyor. Bu harita, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehdidin işaretçisi olarak yorumlanıyor.

Üçüncü beka sorunu, dünyanın en fazla göçmenini barındıran Türkiye'nin demografik, ekonomik, sosyal ve kültürel olumsuzluklarla artan bir şiddette yüzleşmesi. Sığınmacı sorunu çözülmeden, ülkedeki ekonomik krizin sona ereceğini beklemek hayalci bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor. ABD ve Avrupa ülkeleri, göçmenlerin gönderilmesi yönünde sert önlemler alırken, Türkiye henüz Suriyeli sığınmacıları bile göndermedi. "Esad gitti, El Şara geldi, artık güvendesiniz, misafirlik bitti" denmediği sürece, bu sorunun derinleşerek devam edeceği öngörülüyor. Sığınmacıların entegrasyonu, ülkenin kaynakları üzerindeki yük ve sosyal uyum meseleleri, Türkiye'nin yakın gelecekteki en önemli gündem maddelerinden biri olmaya aday.

Ve dördüncü beka sorunu ise, Türkiye'nin artık bir Orta Doğu ülkesi görünümünde olması. Batı'dan kopmuş, akıl ve bilimden uzaklaşan, liyakat sisteminin çöktüğü, gençlerin hayal kuramadığı, yoksulluğun yaygınlaştığı ve yoğun beyin göçü yaşayan ülkeler sınıfında konumlanmış durumda. Demokrasinin temel göstergeleri olan özgür ve şeffaf seçimlerle siyasi iktidarın değişmesi, iktidarın denetlenmesi ve hesap vermesi, bağımsız yargı, kuvvetler ayrılığı, sivil toplum örgütlerinin gücü ve özgür medya gibi unsurlar, Türkiye'de sorgulanır hale gelmiş durumda. Batı ülkelerinde siyasi iktidarın topluma hesap verdiği ve denetlendiği bir devlet yönetimi gelişirken, Türkiye Orta Doğu sınıfında yer almanın rahatlığıyla hareket eden bir ülke durumunda bulunuyor.

Orta Doğu ülkelerinde, liyakat yerine biat kültürüne dayalı kadrolaşma, hukuk ilkelerinin çiğnendiği ve rantı esas alan bir yönetim anlayışı hüküm sürüyor. Bu durum, geri kalmışlığı adeta bir yazgıya dönüştürüyor; değişik çözüm yolları aramak yerine kadercilik, sorgulamanın yerini ise peşinen kabullenme alıyor. Orta Doğu'da liderler gücünü, iktidarını pekiştirmek için kullanır ve kendilerine kayıtsız, şartsız biat eden kurumlar oluştururlar. Ünlü Alman sosyolog Max Weber'in "sultanizm" kavramıyla tanımladığı bu rejim tipinde, liderin otoritesi kurumların önüne geçiyor. Sultanizmin beş niteliği olarak sıralanan kuvvetler ayrılığının ortadan kalkması, kişiselliğin öne çıkması, anayasa ve yasaların önemsenmemesi, çoğulculuğun kaldırılması ve ekonominin kurallarının çarpıtılması, hesap vermeyen, sorgulanmayan ve denetlenmeyen bir sistemi işaret ediyor.

Oysa geçmişte, Atatürk Türkiye'si, tüm Müslüman ülkelerin parlayan bir yıldızı, bir kutup yıldızıydı. Ancak gelinen noktada, o parlayan yıldızın ışığından uzaklaşıldığı ve yozlaşmanın yaygınlaştığı, adam kayırmacılığın zirve yaptığı, liyakat sisteminin çöktüğü, israfın itibar olduğu, yüzsüzlüğün yiğitlik olduğu, saygısızlığın nezaket olduğu ve dürüstlüğün dibe düşürüldüğü bir ülkeye evrildiğimiz değerlendiriliyor. Atatürk'ten uzaklaşıldıkça, beka sorununun ivme kazanarak artacağını hala anlamayanların, ülkenin çöküşünü kaçınılmaz hale getirdiği iddia ediliyor. Bu gidişle, Türkiye'yi bekleyenin basit bir fırtına değil, çok daha yıkıcı bir deprem olacağı uyarısı yapılıyor. Ülkenin geleceği için bu derin sorunlara acil çözümler bulunması gerektiği vurgulanıyor.