Sevgili okuyucular, ülkemizin siyasi arenasındaki beklenmedik dönüşümler, her geçen gün yeni bir sürprizle karşımıza çıkıyor ve bu gelişmeler, geleceğimizi şekillendirecek önemli ipuçları taşıyor. Tam da bu karmaşık sürecin ortasında, deneyimli siyasetçiler arasında yaşanan gerilimler ve stratejik hamleler, herkesin dikkatini çekiyor.
Her şey, Devlet Bahçeli'nin Meclis'teki grup toplantısında yaptığı o çarpıcı açıklamayla başladı. Durup dururken, "Keşke Abdullah Öcalan da buraya gelse DEM Grubunda konuşma yapabilse" gibi sözler sarf etti ve bu ifade, siyasi kulislerde büyük bir şaşkınlık yarattı. Kimse bu çıkışın ardında yatanları tam olarak öngörememişti, ancak olaylar hızla gelişmeye devam etti. Bahçeli, çeşitli zamanlarda Abdullah Öcalan'dan "PKK'nın kurucu önderi Apo" diye bahsetmeye başladı, bu da tartışmaları daha da alevlendirdi.
Ardından, tiyatronun bir sonraki sahnesi Irak'ın Süleymaniye kentinde kuruldu. Burada 30 PKK militanı, silahlarını yakarak sembolik bir eylem gerçekleştirdi ve PKK isimli örgüt, kendini feshettiğini ilan etti. Artık Türkiye'de eylem yapmayacağını açıklayan bu oluşum, siyasi ortamı iyice hareketlendirdi. Ancak işler burada bitmedi; Meclis'te bir komisyon kuruldu ve bu komisyonun amacı, sürecin yasal boyutlarını inceleyerek kanunlaşması için adımlar atmak olarak belirlendi. Ne işe yarayacağı tam olarak belli olmayan bu yapı, önümüzdeki günlerde kritik kararlara zemin hazırlayabilir.
DEM Partisi'nin İmralı heyeti ise, Recep Tayyip Erdoğan'ı Saray'da ziyaret ederek görüşmeler yaptı. Bu heyet, yakında İmralı'ya giderek yaşanan gelişmeleri Abdullah Öcalan'a arz edecek. Hep birlikte izleyeceğiz: PKK'nın kurucu önderi olarak anılan Öcalan, bu aşamada ne diyecek, hangi taleplerde bulunacak? Bu sorular, siyasi geleceğimizi doğrudan etkileyecek yanıtlar bekliyor.
Bu kritik günlerde, Devlet Bahçeli ile Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilişki de dikkat çekici bir hal aldı. Tahminlere göre, ikilinin arasına kara kedi girdi. Bahçeli, 29 Ekim'de Anıtkabir'e gitmedi ve aynı gece Saray'da düzenlenen resepsiyona katılmadı. Bu tavır, ilk söylentilerin KKTC'deki cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında çıktığını gösteriyor. Tayyipgillerin adayı kaybedince, Bahçeli KKTC'nin Türkiye'ye ilhak edilmesi gerektiğini savunarak net bir tutum aldı. O sırada Erdoğan, seçimi kazanan muhalefet adayına kutlama mesajı göndermekteydi.
Anlaşılan o ki, küçük ortak büyük ortağına küsmüş durumda. Ancak bu küslüklerin uzun sürmeyeceği biliniyor, çünkü ikili birbirine göbekten bağlı. Biri olmadan diğerinin siyasi ağırlığı azalır. Bu yüzden, her ikisi de işlerine odaklanmalı, Öcalan'dan gelecek olumlu yanıtları beklemeli ve İmralı'nın istekleri doğrultusunda kararları birlikte almalı. Anayasayı buna göre değiştirmeleri, kardeşçe ve dostça bir işbirliğiyle mümkün olabilir. Zira MHP olmadan AKP açıkta kalır, adeta iyot gibi savunmasız olur.
Bu işi yine Devlet Bahçeli çözer; belki de günün birinde beklenmedik bir şekilde İmralı'ya gidiverir, tıpkı o Meclis toplantısına gittiği gibi. Siyasi arenadaki bu tür sürprizler, dengeleri aniden değiştirebilir ve yeni bir dönemin kapılarını aralayabilir.
Öte yandan, devlet yönetimindeki ilginç gelişmeler de gündemden düşmüyor. Recep Tayyip Erdoğan'ın dış gezilerinde, ekranlara yansıyan görüntülerde her zaman yanında genç bir kadın görülüyor. Bu kişi, Erdoğan'ın özel tercümanı olarak biliniyor. Yabancı devlet adamlarıyla yapılan en gizli toplantılarda bile yer alan bu tercüman, devlet sırlarının paylaşıldığı ortamlarda bulunuyor. İktidar öncesinde, tercümanlık görevini Dışişleri Bakanlığı gibi devlet kurumları üstlenirdi. Şimdi ise merak uyandıran soru şu: Bu hanım kimdir? Bir devlet görevlisi midir? En üst düzey sırlar nasıl ona emanet edilebiliyor?
Son olarak Katar, Kuveyt ve Umman'a yapılan dış gezisinde, bir başka dikkat çekici isim daha vardı: Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan. Ekranlarda hayretle izlediğimiz üzere, devlet yetkilileri arasındaki görüşmelerde Bilal de masada yer aldı. Görüşmelerde söz alıp almadığı, fikirlerini beyan edip etmediği veya milyarlarca dolarlık savaş uçağı pazarlıklarına katılıp katılmadığı bilinmiyor. Bildiğimiz tek şey, Bilal'in devlette resmi bir görevi olmadığı. Peki, nasıl oluyor da bu görüşmelere dahil oluyor, Türk heyetiyle birlikte oturuyor?
Bu sahneler, akıllara kaçınılmaz sorular getiriyor. Bilal Erdoğan, değerli bir isim olsa da, memleketin geleceğine dair endişeler uyandırıyor. Babası, onu devlet görevlerine mi ısındırıyor? Anayasa gereği Erdoğan'ın üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün değil. Zamanı geldiğinde ne yapacak? Yerine geçecek kişi konusunda kafasında fikirler olduğu aşikar; bu makamı kimseye emanet etmez.
Seçime daha zaman var, ancak Bilal'i kendi makamına alıştırmaya şimdiden başlamış olabilir. Belki de AKP'nin cumhurbaşkanı adayı olarak karşımıza çıkacak. Aile, en büyük makamlara alışmış durumda. Olmazsa en azından cumhurbaşkanı yardımcısı olur – ne de olsa yakışır! Böylece, masallardaki gibi muradına ererler, bizler ise izlemeye devam ederiz. Bu düşünceler, yaşananları gördükçe akla geliyor ve siyasi geleceğimizi daha da meraklandırıyor.