Erdoğan'ın eski hukuk danışmanı: Tayfun Kahraman kararı açıkça Anayasa ihlali, istifa!
Erdoğan'ın eski hukuk danışmanı: Tayfun Kahraman kararı açıkça Anayasa ihlali, istifa!
İçeriği Görüntüle

Türkiye'nin uzun yıllardır süren Kürt sorunu ve barış süreci tartışmalarında kritik bir dönemeç yaşanıyor. Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, cezaevinden gönderdiği duygusal ve düşündürücü mesajıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan'a doğrudan seslendi. Bu çağrı, sadece siyasi aktörleri değil, tüm milletvekillerini de harekete geçmeye davet ediyor. Demirtaş'ın sözleri, 40 yıllık çatışmanın yaralarını sarmak için somut adımlar atılması gerektiğini vurgularken, toplumun kolektif cesaretine bel bağlıyor. Peki, bu mesaj Türkiye'nin barış umudunu nasıl etkileyecek? Detaylara inelim.

Demirtaş'ın Bağımlılık Metaforuyla Vurucu Başlangıcı

Demirtaş, mesajına çarpıcı bir metaforla giriş yapıyor. Bir hastanın doktora anlattığı rahatsızlığını ve uzun süredir kullandığı bir ilacın bağımlılık yaptığını fark etmemesini konu alan bu hikaye, Türkiye'nin siyasi tıkanıklığını sembolize ediyor. Adamın biri doktora gider ve rahatsızlıklarını anlatır. Doktor, sürekli kullandığı bir ilaç olup olmadığını sorar. Adam bir ilaç ismi verir ve 'Onu kullanıyorum' der. Doktor da 'Kullandığınız o ilaç bağımlılık yapar, biliyorsunuz değil mi?' diye sorar. Adam şöyle cevap verir: 'İyi de doktor bey, ben neredeyse 15 yıldır o ilacı her gün kullanıyorum ve bağımlılık yaptığını hiç görmedim.'

Bu benzetme, yıllardır tekrarlanan ezberlerin ve tabuların farkına varılmadan sürdürüldüğünü anlatıyor. Demirtaş, barış sürecinin tıkanmasının temel nedenini bu "bağımlılık" olarak nitelendiriyor. Her gün aynı düşünce kalıplarıyla hareket etmenin değişimi imkansız kıldığını vurguluyor. Her gün aynı şeyleri yapıp, aynı şekilde düşünerek, aynı şekilde konuşarak ne değişebiliriz ne de değiştirebiliriz. Sıkışıp kaldığımız ezberlerin, şablonların, tabuların farkına bile varamayız. Hiç kimse durduğu yerden bir adım bile kıpırdamazsa yeni ve yaratıcı çözüm olanaklarını da oluşturamayız. Bu kısım, okuyucuyu kendi toplumsal alışkanlıklarını sorgulamaya itiyor ve barışın anahtarı olarak yenilikçi yaklaşımları işaret ediyor.

Demirtaş'ın bu metaforu, sadece bireysel değil, kolektif bir uyarı niteliğinde. Türkiye'de Kürt sorunu bağlamında yıllardır aynı retoriklerin dolaşıma sokulduğunu ima ediyor. Bu yaklaşım, barış müzakerelerinin neden tıkanıklık yaşadığını açıklarken, okuyucuya "Biz de mi bağımlıyız?" sorusunu sorduruyor. Mesajın gücü, sıradan bir hikaye üzerinden evrensel bir gerçeğe uzanmasında yatıyor.

40 Yıllık Çatışmanın Acı Mirası ve Güvensizlik Duvarı

Demirtaş, mesajının çekirdeğinde 40 yıllık çatışma ortamının yarattığı derin yaralara değiniyor. Bu süreçte yaşanan acılar, öfkeler, önyargılar ve güvensizliklerin, barışın önündeki en büyük engel olduğunu belirtiyor. Sıkışıp kaldığımız yer, 40 yıllık çatışma ortamının yol açtığı acılar, öfkeler, ön yargılar ve bunların sebep olduğu güvensizliklerdir. Bunlar önemsiz demiyorum ama bunları aşmanın, yaralarımızı sağaltmanın yollarını bulamazsak 'bağımlılıklarımızın' farkına bile varamayacağız, köklü ve kalıcı çözüme ulaşmakta zorlanacağız.

Bu ifade, Türkiye'nin Kürt meselesinde karşılaştığı sosyo-politik gerçekliği net bir şekilde özetliyor. Demirtaş, bu yaraların görmezden gelinemeyeceğini kabul ederken, iyileşme yollarının aranmasını zorunlu kılıyor. Çatışmanın bedelini ödeyen ailelerin hikayelerini akla getirerek, okuyucunun empati mekanizmasını harekete geçiriyor. Barış sürecinin sadece siyasi bir mesele olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir travma olduğunu vurguluyor. Bu kısım, mesajın en duygusal katmanını oluşturuyor ve barışın "kalıcı" olması için duygusal arınmanın şart olduğunu haykırıyor.

Ayrıca, Demirtaş toplumun inanç ve idealler uğruna can feda etmeyi kutsallaştıran yapısına da değiniyor. Bu kültürel gerçekliğin iki temel zorluk yarattığını söylüyor: Birincisi, şehitlerin hatırasını silip atmak mümkün değil, ikincisi ise bu kadar fedakarlık yapılmış bir inancın sorgulanması zorlaşıyor. İnancı, düşüncesi, idealleri uğruna canını vermenin kutsallaştırıldığı bir toplumsal gerçeklikte iki temel zorlukla karşı karşıya kalırız. Birincisi, canını feda etmiş olanların kıymetli hatırasının ve canlarını vererek yarattıkları değerlerin manevi baskısını silip bir kenara atamayız, atmamalıyız da. İkincisi de bir düşünce, inanç uğruna çok sayıda can feda edilmişse o düşünce ve inanç, sosyolojik ve siyasi açıdan otomatikman 'doğru' haline gelmez ancak bizler bunu kabul etmekte zorlanırız. Vatan uğruna, bayrak uğruna, ideoloji uğruna veya örgüt uğruna bunca can feda edilmişken yeni şeyler düşünüp yeni şeyler yapmaktan işte bu nedenle korkar, çekiniriz.

Bu analiz, barışın yolundaki psikolojik bariyerleri aydınlatıyor. Demirtaş, korku ve çekinceyi aşmanın yolunu, kayıpların anısını onurlandırmakta buluyor. Hiçbir canın boşuna gitmediğini, eğer hedef eşitlik, adalet, özgürlük ve demokrasiyse, bu fedakarlıkların kardeşlik hukukuyla taçlanacağını savunuyor. Fakat artık bir noktada şuna ikna olmamız gerekiyor, gelinen aşamada tek bir evladımız bile canını boş yere feda etmedi. Yürütülen süreçte eşitlik, adalet, özgürlük ve demokrasiyi esas alan bir 'kardeşlik hukuku' oluşturmaya, bir ve beraber yaşamaya odaklanmışsak kaybettiklerimizin hatırasına halel gelmeyecek demektir. Bu sözler, barışın manevi boyutunu güçlendirerek, okuyucuyu umut dolu bir vizyona taşıyor.

Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan'a Yönelik Samimi Davet

Demirtaş'ın mesajı, somut çağrılarla zirveye ulaşıyor. Sürecin ana aktörlerine – Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan'a – kardeşçe bir seslenişle hitap ediyor. Onları, dış seslere kulak asmadan somut adımlar atmaya teşvik ediyor. Dolayısıyla tüm taraflara ve sürecin ana aktörleri olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, MHP lideri Bahçeli'ye ve PKK kurucu lideri Öcalan'a bir kardeşiniz, barış için çabalayan bir siyasetçi olarak sesleniyorum; lütfen somut adımlar atmaktan vazgeçmeyin, onun bunun ne dediğine bakmayın, kendinize güvenin ve 86 milyonun barışı hasretle beklediğine inanın.

Bu davet, barış sürecinin canlandırılması için kritik bir anı işaret ediyor. Demirtaş, liderlerin cesaretine güvenerek, halkın barış özlemini hatırlatıyor. Özellikle Öcalan'ın rolüne vurgu yaparak, dağlardaki gençlerin silahsızlanmasını kolaylaştıracak adımlara işaret ediyor. Ayrıca silahları tümden bırakarak dağdan inmeyi bekleyen insanlar 'önder' olarak tanımladıkları Abdullah Öcalan'ın sadece güvenlik birimlerince değil siyasetçiler tarafından da ziyaret edilip dinlendiğini görmek ve bu şekilde siyasete dönüşün mümkün olduğunu ve devletin bu konuda samimi ve ciddi olduğunu görmek, güvenmek ve silahları tümden bırakmak istiyorlar.

Bu kısım, İmralı ziyaretlerinin önemini öne çıkarıyor. Demirtaş, devletin samimiyetini göstermek için siyasi aktörlerin bu adımı atmasını talep ediyor. Barışın sadece askeri değil, siyasi bir diyalogla taçlanacağını vurguluyor. Bu çağrı, Türkiye'nin 86 milyon vatandaşının ortak kaderini düşünerek, bireysel değil kolektif bir sorumluluk yükliyor.

Milletvekillerine Yönelik Cesaret Çağrısı ve Son Umut

Demirtaş, mesajını milletvekillerine uzatarak tamamlıyor. Yıllarca gençleri dağlara ve operasyonlara gönderenlerin, şimdi siyasi risk alarak barışı bitirmesini istiyor. Değerli milletvekillerine de seslenmek istiyorum; gençlerimizi yıllarca dağlara, sınır ötesi operasyonlara gönderdiniz. En büyük riski onların omuzlarına yüklediniz ve ne yazık ki bazıları bunun bedelini canlarıyla, kanlarıyla ödediler. Şimdi risk alma ve bu çatışmayı kökten bitirme olanağı yakalanmışken lütfen siz de azıcık risk alın ve İmralı Adasına giderek bu meseleye noktayı koyun. Üstelik alacağınız risk gençlerimiz gibi ölüm riski de değil, azıcık siyasi risktir.

Bu eleştirel ama yapıcı ton, meclisin sorumluluğunu hatırlatıyor. Demirtaş, ölümcül riskler alan gençlere karşı, milletvekillerinin alacağı "siyasi risk"in önemsizliğini ironik bir şekilde vurguluyor. İmralı ziyaretini, çatışmayı kökünden bitirecek bir adım olarak konumlandırıyor. Sonuçta, hep birlikte cesur davranma çağrısıyla bitiriyor: Hep birlikte cesur davranalım, son düzlükte ezberlerimize, korkularımıza takılıp da tarihi barış fırsatını zora sokmayalım lütfen. Hepinize içten selam, sevgilerimi gönderiyor, en kısa zamanda özgürlük, barış, demokrasi ve kardeşlik dolu günlerde buluşmayı umuyorum.

Demirtaş'ın bu mesajı, Türkiye'nin barış sürecinde yeni bir sayfa açma potansiyelini taşıyor. 40 yıllık acıları metaforlarla, duygusal derinlikle ve somut önerilerle harmanlayan bu sesleniş, Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan'ın yanıtını bekliyor. Toplumun her kesiminden destek görürse, kardeşlik hukuku gerçek bir umuda dönüşebilir. Barış, cesaretle gelir – ve bu mesaj, o cesareti ateşliyor.