Türkiye'nin en derin ve en acılı meselesi, Kürt sorunu ve barış süreci, son haftalarda adeta bir dönüm noktasına ulaştı. 1 Ekim'de başlayan bu kritik evre, sadece siyasi aktörleri değil, 86 milyonluk bir milletin kaderini doğrudan etkileyen bir harekete dönüştü. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, bu süreçte CHP'nin tutumunu sert bir dille eleştirerek, muhalefetin sorumluluğunu hatırlattı. Bakırhan'ın açıklamaları, barışın yolunu açacak adımların atılması gerektiğini vurgularken, CHP'nin İmralı'ya gitmeme kararını talihsiz ve yıkıcı olarak nitelendirdi. Bu karar, sadece bir teknik tercih değil, yıllardır biriken kan ve gözyaşının çözümü için atılması gereken cesur bir adımın önünü tıkayan bir engel olarak görüldü. Bakırhan, "CHP, Cumhuriyet'in kurucu partisidir; yüzyıllık meselede sorumluluğu olan bir partidir. Çözümünde de rol oynamalıdır," diyerek, ana muhalefete yüklenirken, iktidar cephesinin de yapıcı olması gerektiğini savundu.

Sürecin başlangıcına dönersek, her şey 27 Şubat'ta Abdullah Öcalan'ın beklenmedik çağrısıyla hız kazandı. Öcalan'ın, PKK'ya silah bırakma, örgütü feshetme ve Türkiye'ye karşı silah kullanımını sona erdirme talimatı, adeta bir deprem etkisi yarattı. Bakırhan, bu gelişmeyi değerlendirirken, toplumun büyük kısmının böyle bir dönüşümü hayal bile edemeyeceğini belirtti. "Bugüne kadar kimse beklemiyordu… Yani Öcalan'ın 27 Şubat'ta böyle bir çağrı yapacağını, silahları bıraktıracağını, PKK'yı feshedeceğini… Hatta en önemlisi, artık Türkiye'ye karşı silah kullanılmayacağını ve burada bulunan silahlı güçlerin de yurt dışına çıkacağını sorsanız, belki toplumun yüzde 90'ı beklemezdi," diye konuştu. Bu sözler, sürecin ne kadar ezber bozan bir nitelik taşıdığını ortaya koyuyor. Her karış toprağa acı ve gözyaşı düşmüş bir meselede, anlaşma veya mutabakat olmadan atılan bu adımlar, barışın kapısını aralayan tarihi bir fırsat olarak nitelendirildi. Bakırhan, bu noktada MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 1 Ekim'deki açıklamasını "cesur bir çıkış" olarak övdü ve Bahçeli'nin tutarlılığını vurguladı. "Sayın Bahçeli en başından beri tutarlı bir siyaset izliyor. Çıktığı günle aslında aynı şeyleri söylüyor. Aslında iki tane aktör ilk söylediği sözü devam ettiriyor. Öcalan da Sayın Bahçeli de bunu yapıyor," diyerek, bu iki figürün sürece katkılarını takdir etti.

Ancak Bakırhan'ın eleştirilerinin odağında, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun İmralı'ya gitmeme kararı var. Bu karar, 100 yıllık bir sorunun SEGBİS bağlantısı veya bir linkle sınırlanamayacak kadar derin ve kıymetli bir meseleye indirgenmesi olarak görüldü. Bakırhan, komisyonun bu tutumunu üzüntüyle karşıladığını ifade ederek, "100 yıllık bir mesele, SEGBİS'e, link'e ya da bir bağlantıya indirgemeyecek kadar değerlidir, kıymetlidir. Şunu söylüyorum: 100 yıllık bir meseleyi çözüyoruz. Çözelim mi, çözmeyelim mi? Karar verin. Bir toplumu temsil ediyorsunuz; koca koca siyasi partilersiniz," dedi. Ona göre, Öcalan'la yüz yüze görüşme, daha yapıcı sonuçlar doğurabilirdi. Dünyadaki benzer deneyimlere atıfta bulunan Bakırhan, "Biz niye dünyadaki benzer deneyimlerden kendimize örnek çıkartmıyoruz? Mandela ile görüşülmedi mi? Aliya İzzetbegoviç ile görüşülmedi mi?" sorusunu yönelterek, Türkiye'nin bu fırsatı kaçırmamasını istedi. Bu eleştiri, sadece teknik bir uyuşmazlık değil, barış sürecinin ruhuna aykırı bir tutum olarak değerlendirildi. Komisyonun, meseleyi oradan çıkacak mesajın içeriğiyle ele alması gerektiğini savunan Bakırhan, Kürt sorununun bir linkle çözülemeyeceğini net bir şekilde ortaya koydu.

CHP'nin bu karardaki rolü ise Bakırhan için ayrı bir hayal kırıklığı kaynağı. Ana muhalefet partisinin, İmralı'ya gitmeme yönünde verdiği karar, Bakırhan tarafından "talihsiz" ve "üzücü" olarak tanımlandı. "Burada ana muhalefet partisi de aslında bu bahsettiğimiz kaygıları giderebilecek bir rol oynayabilirdi. Cumhuriyet Halk Partisi, gerçekten bu meselenin çözümünde çok aktif ve ciddi bir rol oynayabilirdi," diyerek, CHP'nin tarihsel sorumluluğunu hatırlattı. Bakırhan, CHP'nin sadece SEGBİS tartışmasına hapsolmamasını, daha geniş bir perspektifle hareket etmesini beklediğini vurguladı. Bu eleştiri, CHP'nin iktidar hedefi taşıyan bir parti olarak, risk almaktan kaçınmaması gerektiğini de içeriyor. Bakırhan, taban hassasiyetlerine sığınmanın siyasetin gereği olmadığını belirterek, "Kim tabanının hassasiyetine sığınarak siyaset yürütebilir? Tabanlarımız, 100 yıldır, son 50 yıldır öylesine karşı karşıya getirildi ki… Öylesine kötü algılar oluşturuldu ki bazen duygusal davranabiliyor, bazen soruyor, bazen sorguluyor, bazen de karşı noktada durabiliyor. Siyasetin görevi cesur olmak ve tabanını bu meselelere dahil etmek için bir çerçeve, bir perspektif ortaya koymaktır," diye konuştu. CHP'den beklentilerin büyük olduğunu yineleyen Bakırhan, partinin bu meselede sağa sola bükmeden, iktidar karşıtlığına sıkıştırmadan aktif rol oynaması gerektiğini savundu.

Barış sürecinin toplumsallaştırılması, Bakırhan'ın açıklamalarının bir başka kritik unsuru. Ona göre, bu süreç sadece siyasi elitlerin masasında kalmamalı; toplumun her kesimine yayılmalı. "Barışı toplumsallaştırmak gerekiyor. Bunun yolu da atılacak kimi adımlara. Yani yasal düzenleme gerektirmeyen, idari kararlarla çözülebilecek; toplum 'Bak, bu iş ilerliyor, iyiye doğru gidiyor' diyebilecek. Nefes almamızı sağlayacak bir barış iklimi yaratacak adımlar atılabilir," dedi. Cezaevlerinin doluluğu, kayyum atamalarının devamı, muhalefet belediyelerine yönelik baskılar ve büyük iddianamelerin hazırlanması gibi sorunlara işaret eden Bakırhan, iktidarın da yapıcı olması gerektiğini vurguladı. "Cezaevleri tıklım tıklım. Hâlâ kayyımlar duruyor. Hâlâ, muhalefetin belediyelerine kayyımlar atanıyor. Belediye eşbaşkanları, belediye başkanları tutuklanıyor, yargılanıyor. Büyük iddianamelar hazırlanıyor. Dolayısıyla iktidar da burada biraz yapıcı olmalı; yürütme erki olarak tereddütleri giderici, barışı toplumsallaştırıcı bir rol oynamalı," ifadelerini kullandı. Bu adımlar, sürecin tarihi niteliğini pekiştirecek ve toplumda güven yaratacaktı. Bakırhan, terörsüz bir Türkiye'nin eşiğinde olunduğunu belirterek, "Terörsüz Türkiye sürecinde hangi eşikteyiz?" sorusuna, "barış ve demokratik toplum süreci" olarak yanıt verdi. Bu süreç, son 100 yılın kanayan yarası olarak tanımlandı ve her adımıyla milyonların umudunu yeşerten bir fırsat penceresi olarak görüldü.

Meral Akşener Bahçeli'yi Devirecek, AKP'ye Katılacak!
Meral Akşener Bahçeli'yi Devirecek, AKP'ye Katılacak!
İçeriği Görüntüle

DEM Parti'nin iktidar partileriyle ilişkileri de Bakırhan'ın açıklamalarında yer aldı. AK Parti ve MHP ile yapılan görüşmelerin, sadece barış sürecine odaklandığını belirten Bakırhan, Anayasa çalışmalarının henüz gündemde olmadığını açıkladı. "Biz de dönem dönem hem Milliyetçi Hareket Partisi'yle hem AK Parti'yle görüşmeler yaptık. Ama gündemin kendisi bu meselenin çözümüdür, bu sürecin kendisidir. Anayasa henüz gündemimizde yok, henüz öyle bir tartışmamız yok, henüz öyle bir hazırlığımız yok," dedi. İktidar cephesinden de Anayasa'ya yönelik bir dayatma olmadığını ekleyen Bakırhan, sürecin tamamlanmasının ardından demokratik bir Anayasa'nın kaçınılmaz olduğunu vurguladı. "Bu mesele çözüldükten sonra tabi ki Türkiye demokratik bir anayasaya kavuşmalıdır. Bu hangi vadede gelir, nasıl olur, bu dönemde gündem olur mu bilmiyorum. Anayasa gündeme geldiği zaman biz demokratik, kapsayıcı, eşitlikçi, Türkiye'nin bütün renklerini barındıran bir anayasa tartışmasına tabii ki önerilerimizle katılırız," diye konuştu. Bu yaklaşım, DEM Parti'nin sürece bütüncül bir bakış açısıyla yaklaştığını gösteriyor; barışın sağlanması, diğer reformların temel taşı olarak konumlandırılıyor.

Sonuç olarak, Tuncer Bakırhan'ın bu kapsamlı açıklamaları, Türkiye'nin barış sürecindeki kırılgan dengesini bir kez daha gözler önüne seriyor. CHP'nin eleştirilen tutumu, MHP'nin övülen cesareti ve Öcalan'ın tarihi çağrısı arasında sıkışan bu süreç, 23 Kasım 2025 itibarıyla hala belirsizliklerle dolu. Ancak Bakırhan'ın sözleri net: İktidar hedefi olan partiler, risk almadan bu 100 yıllık yükten kurtulamayacak. Toplumun nefes alacağı bir iklim yaratmak için idari adımlar atılmalı, kaygılar giderilmeli ve barış toplumsallaştırılmalı. Bu eleştiriler, sadece bir partiye değil, tüm siyasi aktörlere bir uyarı niteliğinde. Türkiye'de terörsüz bir geleceğin anahtarı, cesaret ve diyalogda yatıyor. Sürecin bu eşiğinde, her kararın milyonlarca insanı etkileyeceği unutulmamalı. Bakırhan'ın çağrısı, belki de bu karmaşık tablonun en net sesi olarak yankılanıyor: Çözüm için adım atın, yoksa bu fırsat kaçabilir.