Ankara'nın gri gökyüzü altında, adliye binalarının soğuk taşlarında, bir sessizlik hâkim – sanki ülke nefesini tutmuş, yarını bekliyor. Sokaklar her zamanki telaşıyla akarken, kahvehanelerde fısıltılar yükseliyor, ekranlar haber bantlarını kaydırıyor. Bu, sıradan bir ekim sabahı değil; yılların birikmiş geriliminin, politik satranç tahtasının son hamlesinin eşiği. Herkes bir işaret arıyor – bir açıklama, bir karar, bir özgürlük haberi. Ama altında yatan gerçek, bir umut ışığından çok, karanlık bir gölgenin uzantısı gibi. Demirtaş'ın hücresindeki yankılar, Öcalan'ın sessizliği, rejimin titreyen temelleri... Hepsi, aynı saatin tik taklarında birleşiyor, bir fırtınanın habercisi olarak.
Asıl gerilim, Adalet Bakanlığı'nın o beklenmedik hamlesiyle patlıyor: Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 2. Dairesi'nin Selahattin Demirtaş hakkındaki ihlal kararına itiraz etti, kararın AİHM Büyük Dairesi'nde yeniden değerlendirilmesini talep etti. Bu adım, itiraz süresinin dolmasına saatler kala atıldı – 8 Ekim 2025'te kesinleşmesi beklenen karar, şimdi belirsiz bir bekleyişe sürüklendi. AİHM'nin net hükmü ortada: Demirtaş derhal tahliye edilmeli, çünkü tutukluluğu ifade özgürlüğü ve adil yargılanma haklarını ihlal ediyor. Ama bakanlık, bu emre karşı koydu; hukuksuzluğun kapısını bir kez daha araladı. Bu itiraz, sadece bir bürokratik prosedür değil; yıllardır süren bir kumpasın, Kobani davasının gölgesinde bir direniş – 9 yıldır demir parmaklıklar ardında tutulan bir liderin özgürlüğünü bir kez daha erteleyen bir hamle.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, bu itiraza anında ateş püskürdü; sosyal medya hesabından haykırdı: "AİHM 'derhal tahliye edilmeli' diyor; Adalet Bakanlığı ise hukuksuzluğu sürdürmekte ısrar ediyor. Karar son derece açık: sevgili Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerekiyor. Uluslararası hukuk kararlarını tanımamakta ısrar etmek, hukuksuzluğu itifaf etmekten başka bir anlam taşımıyor." Bakırhan, sözlerini bir manifesto gibi sürdürdü: "Parti olarak yıllardır süren adalet mücadelemiz dün olduğu gibi bugün de sürecek; bu haksız ve hukuksuz durumun peşini bırakmayacağız. Bu ülkenin hep birlikte nefes almaya, barışa, adalete ve vicdana ihtiyacı var. Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve Kobani kumpas davasında yargılanan tüm arkadaşlarımızın özgürlüklerine kavuşması için sonuna kadar mücadele edeceğiz, birlikte barışa yürüyeceğiz." Bu sözler, bir uyarıdan öte bir yemin – partinin adalet bayrağını daha da yükselten, milyonları ayağa kaldıran bir çağrı. Bakırhan'ın sesi, Kobani kumpas davasının sahte delillerini, 9 yıllık esareti bir kez daha hatırlatıyor; bu itirazın, sadece Demirtaş'ı değil, tüm siyasi tutsakları zincirleyen bir halka olduğunu haykırıyor.
Ve hemen ardından, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da sahneye çıktı; sosyal medyadan bir fırtına kopardı: "AİHM kararına itiraz hukuksuzlukta ısrar etmek, toplumsal barışa ve adalete zarar vermektir! 9 yıldır Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve onlarca yoldaşımız kumpas bir dava ile rehinler. Barışa katkı vermeleri gerekenleri demir parmaklıklar ardında tutarak adaletsizlikte ısrar etmeyi ne biz ne de yüreği barış için atan milyonlar kabul eder." Hatimoğulları, öfkesini bir manifesto gibi dokudu: "Barış, hukuk ve demokrasi için mücadelemiz bu antidemokratik adımlara karşı sürmeye devam edecek. Kardeşliğe olan inancın artmasının yegane yolu yoldaşlarımızın özgürlüğüdür!" Bu ifadeler, itirazın sadece hukuki bir engel olmadığını, toplumsal barışı zehirleyen bir zehir olduğunu vuruyor – 9 yıllık kumpasın, sahte davaların yükünü omuzlarında taşıyan bir partinin, milyonların vicdanını temsil eden bir haykırışı. Hatimoğulları'nın sözleri, Figen Yüksekdağ'ın, Demirtaş'ın ve Kobani sanıklarının özgürlüğünü, kardeşlik ve barışın anahtarı olarak konumlandırıyor; bu itirazın, antidemokratik bir adım olduğunu, milyonların kabul etmeyeceğini net bir şekilde ortaya koyuyor.
Bu tepkiler, sadece bir günün öfkesi değil; yılların birikmiş mücadelesinin patlaması. Hatırlayın geçmişi: Selahattin Demirtaş, 2016'dan beri hücrede – HDP'nin eski eş başkanı, barış sürecinin sembolü, Kobani olaylarının sahte suçlamalarıyla zincirlenmiş bir figür. AİHM, defalarca ihlal kararı verdi; en sonuncusu, tutukluluğun ifade özgürlüğünü yok ettiğini, derhal tahliye emri çıkardığını ilan etti. Ama Türkiye, her seferinde erteledi, itiraz etti – Kobani kumpas davası, 108 sanıkla, sahte delillerle örülmüş bir ağ, Yüksekdağ'ı, diğerlerini esir aldı. DEM Parti, bu zinciri kırmaya adanmış; yıllardır sokaklarda, mahkemelerde, sosyal medyada haykırıyor. Bakırhan ve Hatimoğulları'nın paylaşımları, bu mücadelenin yeni bir sayfası – itirazın, hukuksuzluğu itiraf etmek olduğunu, uluslararası hukuku hiçe saymak olduğunu vuruyor. Kobani davası, 2014 olaylarının intikamı gibi; ama gerçekte, muhalefeti susturma operasyonu – 9 yıl, rehinler yarattı, barışı erteledi.
Gelecek, bu itirazın gölgesinde belirsizleşiyor; AİHM Büyük Dairesi'nin incelemesi, ayları, belki yılları alabilir – tahliye umudu, bir kez daha ertelenirken, DEM Parti'nin mücadelesi hızlanacak. Bakırhan'ın "birlikte barışa yürüyeceğiz" yemini, Hatimoğulları'nın "milyonlar kabul etmez" haykırışı, sokakları, meclisi titretecek; Kobani sanıklarının özgürlüğü, kardeşlik inancını yeşertecek bir anahtar olarak parlayacak. Eğer itiraz kabul görürse, hukuksuzluk kronikleşir; ama reddedilirse, tahliyeler zincirleme gelir – Yüksekdağ, diğer yoldaşlar özgürleşir, barış masası yeniden kurulur. Bu, bir hukuki savaş değil; vicdan muhasebesi – Adalet Bakanlığı'nın ısrarı, milyonların öfkesini besliyor, DEM Parti'nin bayrağını daha yükseğe taşıyor. Peki ya sonuç? Büyük Daire, adaleti mi yoksa gecikmeyi mi seçecek? Mücadele sürecek, çünkü bu ülkenin nefes almaya, barışa ihtiyacı var – ve o nefes, Demirtaş'ın özgürlüğünde gizli.
Bu tepkiler, kalplerde bir ateş yakıyor; Bakırhan ve Hatimoğulları'nın sözleri, bir marş gibi yayılıyor – hukuksuzlukta ısrar, barışı zehirler; ama mücadele, kardeşliği doğurur. Kobani kumpası, 9 yıllık esaret, AİHM'nin emri – hepsi, aynı zincirin halkaları; ama DEM Parti, o zinciri kırmaya ant içmiş. Öfke birikiyor, sesler yükseliyor; yarın, bugünün itirazlarıyla şekillenecek, özgürlük mü yoksa daha fazla gölge mi? Dinleyin o haykırışları, çünkü adalet, sessizce beklemez – o, mücadeleyle doğar.
            
            
                            
                            
                            




