Türkiye'nin ekonomik ve siyasi manzarası, son aylarda uluslararası gerilimlerin gölgesinde şekilleniyor. Brent petrol fiyatlarının ani dalgalanmaları, Avrupa Birliği'nin Rusya'ya yönelik yeni yaptırımları ve ABD'nin yaptırımlar listesindeki genişleme, ülkenin enerji ithalatını doğrudan etkiliyor. Bu gelişmeler, iç piyasada zam dalgasını tetikleyerek enflasyon baskısını artırırken, iktidarın dış politika hamleleri de dikkat çekiyor. Erdoğan'ın Avrupa ve ABD kapılarını çalma çabaları, Eurofighter gibi askeri ekipman siparişleriyle desteklense de, içerdeki kaynak yaratma girişimleri daha karmaşık bir tablo çiziyor. Sosyal konut projeleri gibi girişimler, başvuru ücretleri ve aylık ödemelerle "damlayan" bir destek mekanizması olarak sunulurken, el konulan büyük firmaların varlıkları belirsizlik yaratıyor. Bu ortamda, Japonya örneği gibi uluslararası karşılaştırmalar, enflasyonun siyasi sonuçlarını hatırlatıyor: Haziran 2025'te yüzde 3,3'e ulaşan Japon enflasyonu, lider değişikliğine yol açmıştı ve bugün 2,7'ye gerilemiş durumda. Türkiye'de ise benzer bir sarmalın işaretleri, hukuki ve siyasi kulislerde giderek belirginleşiyor.
Ancak asıl heyecan, Ankara kulislerinden yükselen fısıltılarda gizli. CHP'nin kurucu parti statüsüne yönelik tartışmalar, "mutlak butlan" kararının düşük ihtimalle gündeme geldiği bir mahkeme sürecini işaret ediyor. Hukukçulara göre, bu terim, bir işlemin kesin ve geri dönülmez şekilde geçersiz kılınmasını ifade ediyor; özellikle Siyasi Partiler Kanunu bağlamında, partinin yapısal değişikliklerini hedef alabilir. Kulislerde dolaşan senaryolara göre, böyle bir kararın çıkması, ekonomik istikrarsızlığı derinleştirebilir ve borsada ani dalgalanmalara yol açabilir. Saray çevresinde ise propaganda mekanizmaları devrede: CHP'nin kapatılmadığı, sadece uzun süreli genel başkanlık yapan Kemal Kılıçdaroğlu'na "geri dönüş" sağlandığı vurgulanarak, kamuoyuna "sıradan bir iç prosedür" izlenimi verilmeye çalışılıyor. Bu, son bir yılda iktidarın hesaplarını bozan gelişmelerin bir uzantısı; yolsuzluk iddialarından terör bağlantılarına uzanan suçlamalar, muhalefeti zayıflatma stratejisinin parçaları olarak görülüyor. CHP'nin ele geçirilmesi, erken seçim baskınlarını kolaylaştırabilir ve vatandaşların "kahramanlık hikayeleri"yle oyalanmasını önleyebilir. Yazarlar ve yorumcular, bu kulis oyunlarının, yargının bağımsızlığını sorgulatan bir boyuta evrildiğini vurguluyor; örneğin, eski genel başkanın "ev istirahati" gibi yumuşak bir sonuçla bırakılması, İBB operasyonlarını hızlandırabilir.
Bu tartışmaların gölgesinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) yönelik yeni bir hamle, manzarayı tamamen değiştiriyor. Görevden uzaklaştırılan Ekrem İmamoğlu ve seçim kampanyasının direktörü Necati Özkan, "casusluk" suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor. Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 328. maddesi, siyasal veya askeri casusluk amacıyla gizli kalması gereken bilgileri temin etmeyi 15 yıldan 20 yıla kadar hapisle cezalandırıyor; bu, devletin güvenliği veya iç/dış siyasal yararlarını koruma amacıyla düzenlenmiş bir hüküm. Soruşturma, 4 Temmuz 2025'te tutuklanan Hüseyin Gün'ün dijital materyallerinin incelenmesiyle hız kazanıyor. Gün'ün, iş insanı kisvesi altında yabancı istihbarat servisleriyle bağlantılı olduğu, kriptolu haberleşme programları gibi Wickr üzerinden görüşmeler yaptığı ve İsrail, İngiltere ile ABD lehine ajanlık faaliyetleri yürüttüğü iddia ediliyor. Mesajlarında, eski Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve eski Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin de bulunduğu bir grubun gizli çekilmiş fotoğraflarını paylaşması, soruşturmanın dikkat çeken unsurlarından biri. Bu fotoğraflar, "kuzen solda, üzerimizde helikopter var" notuyla gönderilmiş; Gün'ün, farklı ülkelerdeki iç karışıklıkları finanse ettiği ve Türkiye'de hükümet karşıtı propagandaları desteklediği öne sürülüyor.
İddialar, seçmen verilerinin paylaşımına uzanıyor: İmamoğlu'nun "İstanbul Senin" uygulaması üzerinden 4,7 milyon kullanıcının kişisel bilgilerinin sızdırıldığı, 3,7 milyon verinin dark web'de satışa sunulduğu belirtiliyor. Bu verilerin, seçim bölgelerine ilişkin analizler için yabancı istihbarat servislerine aktarıldığı, strateji belirlemede kullanıldığı savunuluyor. Necati Özkan'ın, bu süreçte kilit rol oynadığı ve Özkan'ın İmamoğlu ile ortak buluşmalarının delil olarak sunulduğu ifade ediliyor. Hukuki açıdan, TCK'nın 330. maddesi, bu bilgileri siyasal casusluk amacıyla açıklamayı 10-15 yıl hapisle cezalandırıyor; korunan hukuki değer, devletin güvenliği ve milli menfaatler. Gün'ün HTS kayıtlarında, FETÖ bağlantılı 113 kişi ve 22 ByLock kullanıcısıyla 2025'e kadar süren irtibatları, soruşturmayı genişletiyor. MASAK raporları, para transferlerini de işaret ediyor; bu, suç örgütü üyeliği iddialarını güçlendiriyor.
Bu gelişmelerin ortasında, gazeteci Merdan Yanardağ'ın gözaltına alınması, medya özgürlüğünü tartışmaya açıyor. TELE1 televizyonuna sabah saatlerinde baskın düzenlendi; kanal binasında aramalar yapılırken, Yanardağ casusluk suçlamasıyla sorgulandı. Bu, soruşturmanın medya ayağına işaret ediyor: Yanardağ'ın, İmamoğlu'nun kampanyasında rol aldığı ve veri paylaşımında yer aldığı öne sürülüyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "Casusluk gibi deli saçması bir iddia üzerinden Merdan Yanardağ'ı suçlayıp TELE1'e kayyum atamak tam da bu iktidarın yapacağı iştir!" diyerek tepki gösterdi. Özel, kanalın gerçekleri haberleştirdiği için hedef alındığını vurguladı: "TELE1'i sustursanız, bu milleti susturamazsınız!" Bu, yargının siyaseti şekillendirme aracı olarak kullanıldığı eleştirilerini alevlendiriyor; DEM Parti de benzer bir tepkiyle, "Masa başı siyaset mühendisliğiyle basını baskı altına almaya çalışmak başarı getirmeyecektir" dedi.
İmamoğlu'nun açıklaması, soruşturmanın zirvesi niteliğinde. Görevden uzaklaştırıldıktan sonra, Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi'nin sosyal medya hesabından paylaştığı mesajda, şu satırlara yer verdi: "Böyle bir iftira, yalan ve komplo şeytanın bile aklına gelmez! Kelimelerle tarif edilemeyecek, utanç verici bir ahlaksızlıkla karşı karşıyayız. Bu nasıl bir ihtiras, nasıl bir koltuk hırsı, nasıl bir korku ve çaresizlik halidir? Yolsuzluk ve terör suçlamalarıyla ikna edemediğiniz bu aziz milleti casusluk gibi akıl almaz bir iftira ile mi ikna edeceksiniz? Aziz Milletim; Bugün yargı üzerinden yürütülen operasyonlar; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yüce Türk Yargısı ve 86 milyon vatandaşımız için artık çok büyük ve tarihi bir tehdite dönüşmüştür. Ancak asla umudunuzu kaybetmeyin: Azim, kararlılık ve sabırla, devletimizin ve milletimizin bekası için bu bir avuç muhterisle mücadelemize devam edeceğiz." Bu sözler, İmamoğlu'nun enerjisini koruduğunu gösteriyor; azim ve sabır vurgusu, destekçilerini motive etmeyi amaçlıyor.
Soruşturmanın arka planı, casusluk suçlarının hukuki çerçevesini aydınlatıyor. TCK'nın 326-339. maddeleri, devlet sırlarına karşı suçları detaylandırıyor: Özünde devlet sırrı olan bilgiler (TCK 326-331), yetkili makamların yasakladığı sırlar (TCK 334-337) ve idari kurumların gizli tuttuğu veriler (TCK 332) ayrı ayrı ele alınıyor. Korunan değer, devletin güvenliği, iç/dış siyasal yararlar ve milli savunma menfaatleri. Yargıtay kararları, casusluk kastının zorunlu olduğunu belirtiyor: Failin, yabancı bir devlete zarar verme saikiyle hareket etmesi şart. Örneğin, bilgi temini bile somut tehlike suçu oluşturabiliyor; aktarılmasa dahi cezalandırılıyor. 11. Yargı Paketi 2025 ile cezalar artırıldı, süreçler hızlandırıldı; bu, casusluk davalarında delil toplama ve kovuşturmayı kolaylaştırıyor. Uluslararası casusluk (TCK 331) ise 1-4 yıl hapis öngörüyor, Türkiye'nin itibarını koruma amacıyla.
Benzer davalar, konunun ciddiyetini pekiştiriyor. Eylül 2025'te Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu'nda (MKE) casusluk soruşturması, eski Yönetim Kurulu Başkanı İsmet Sayhan'ın tutuklanmasıyla sonuçlandı; TSK'nın top mermisi tedarik planları ve gizli fiyat bilgileri sızdırıldığı iddiası var. ASSAN Group'a kayyum atandı, sahibi Emin Öner ve genel müdürü Gürcan Okumuş FETÖ bağlantısı ve casusluktan yargılanıyor. TÜBİTAK SAGE'nin "Hilal Projesi" ekipmanlarının kopyalandığı, AR-GE personeli transferiyle bilgi aktarıldığı belirtiliyor. 5 Mayıs 2025'te ASSAN, kamu ihalelerinden 2 yıl men edildi. Bu dava, savunma sanayii sırlarının korunmasını vurguluyor; Yargıtay, casusluk için "özel kast"ı şart koşuyor.
Ekim 2025'te TELE1 operasyonu, medyayı da kapsıyor: Yanardağ'ın gözaltı sonrası kanalına kayyum atanması, basın özgürlüğü tartışmalarını alevlendirdi. CHP, "demokrasi kazandı" diyerek kurultay davasındaki beraatleri kutlarken, casusluk iddialarını "iftira" olarak nitelendiriyor. Afşin, Albustan ve Pazarcık gibi yerel bağlantılar, soruşturmanın genişliğini gösteriyor. MOSSAD bağlantılı davalarda, Liridon Rexhepi ve Yıldıray Boztepe 18-35 yıl hapisle yargılanıyor; kripto para ödemeleriyle saha elemanlarına destek verildiği iddia ediliyor.
Bu olaylar, Türkiye'nin istihbarat savaşlarındaki konumunu yansıtıyor. MİT'in operasyonları, sahte baz istasyonlarıyla kamu görevlilerini hedef alan ağları çökertti; Uygur Türkleri de etkilendi. Almanya'da Türk konsolosluk görevlisi soruşturması, uluslararası boyutu ekliyor. Hukuk devleti ilkesi, Anayasa'nın 2. maddesiyle korunuyor; devlet sırları, ceza yargılamasında nüfuz edilebilir olmalı. Yargıtay, MİT faaliyetlerinin meşruiyetini vurgularken, yabancı servislerin yasa dışı olduğunu belirtiyor.
Sonuç olarak, bu casusluk iddiaları, yargı süreçlerini ve siyasi geleceği belirleyecek bir dönüm noktası. İmamoğlu'nun azim mesajı, muhalefetin direncini simgeliyor; Özel'in tepkileri, kitlesel desteği pekiştiriyor. Enflasyon ve yaptırımlar gibi ekonomik baskılarla birleşince, 2026 seçimlerine uzanan bir yol haritası çiziliyor. Vatandaşlar, bu gelişmeleri yakından izlerken, hukukun üstünlüğüne dair umutlar, adil süreçlerle yeşerebilir. Gelecek aylardaki mahkeme kararları, Türkiye'nin demokrasi sınavını şekillendirecek; azim ve sabır, en güçlü silah olarak kalıyor.