Sabahın erken saatlerinde, İstanbul’un bir semtindeki bir apartmanın 5. katında, bir kadın elindeki tabletten kalktı. Arkasında, üç adet gizli kamera, iki ses kaydedici ve bir telsiz cihazı vardı. Onun adı Elif K., bir zamanlar kamu kurumlarında görevli bir memurdu. Ama bu sabah, onunla ilgili ilk resmi duyuru, “ulusal güvenlik tehdidi” olarak sınıflandırıldı. Casusluk. Aynı kelime, son üç ayda 17 farklı siyasi aktörün hedefi oldu. Ama bu sefer, casusluk iddiasının arkasında duran şey, sadece bir istihbarat raporu değil — bir sistemik plan.
İddialar, sadece bir kişinin eylemlerine dayanmıyor. İddiaların tamamı, 2023 seçimlerinden sonra artan siyasi gerilimlerin bir uzantısı. Devletin iç güvenlik teşkilatları, bir dizi “gizli veri toplama” operasyonu başlatmış gibi görünüyor. Ama bu verilerin kaynağı, yabancı istihbaratlar değil — tam tersine, Türkiye’nin kendi kamu kurumlarında çalışanlar. Kimileri, kamu hizmeti yaparken, kendi içlerindeki muhalefet gruplarıyla iletişim kuruyor. Kimileri ise, sadece bir görüşme yapmak için telefon açmış, ama bu konuşma, “gizli işbirliği” olarak yorumlanmış.
Elif K.’nin dosyası, 18 ay önce başlamıştı. O dönemde, bir kamu kurumunda çalışan biri, bir muhalefet partisi üyesiyle sosyal medyada bir sohbet başlatmıştı. Bu sohbet, bir hafta sonra “şüpheli aktivite” olarak rapor edildi. Ama o sohbetin tamamı, bir çocuk hastanesi için yapılan bir bağış kampanyasına dairdi. Kimse, bu konuşmanın “casusluk” olabileceğini düşünmemişti. Ama 18 ay sonra, bu sohbetin ekran görüntüsü, bir dosyanın ilk sayfası haline geldi. Neden? Çünkü o dönemde, “dış müdahale” korkusu, siyasi rakipler üzerinde baskı oluşturmak için kullanılmaya başlamıştı.
Dışarıdan bakıldığında, bu olaylar rastgele gibi görünüyor. Ama içerdeki kaynaklar, bunların bir “kurala” bağlı olduğunu söylüyor. “Her iki ayda bir, bir isim ‘casus’ ilan ediliyor. Kimse sormuyor, kimse kanıt istemiyor. Sadece ‘tehdit’ kelimesi yeterli.” Bu sözleri, bir istihbarat memuru, 2024 sonunda bir iç toplantıda, gizli bir notta bırakmıştı. Bu not, şu anda bir avukatın elinde. Ama o avukat, bu bilgiyi açıklamaktan çekiniyor. “Bu bilgiyi verirsem, benim de bir ‘casus’ olduğum ilan edilecek,” diyor.
Bu operasyonun en çarpıcı yönü, hedeflerin tamamının, 2023 seçimlerinden sonra kamuoyunda yükselen isimler olması. Kimileri, yeni bir muhalefet partisi kurmuş, kimileri ise büyük bir medya kuruluşuyla ortaklık yapmıştı. Hepsi, “demokratik süreç” içinde hareket ediyordu. Ama bu süreç, artık “ulusal güvenliğe zarar veren bir faaliyet” olarak tanımlanıyor. Bir gazeteci, bir akademisyen, bir sanatçı… Hepsi, “gizli bağlantılar” kurmakla suçlanıyor. Ama bu bağlantılar, sadece bir toplantı, bir mesaj, bir sosyal medya yorumu. Hiçbirinde, silah, para, belge, plan yok. Sadece bir sohbet. Ve bu sohbetin, bir gün “casusluk” olarak yorumlanacağı biliniyordu.
Kurumlar, bu operasyonların “yapısal bir kurgu” olduğunu inkar ediyor. “Her bir durum, bağımsız olarak inceleniyor,” diyor bir yetkili. Ama bu ifade, 2025’in ilk 11 ayında, 17 farklı kişinin aynı türde suçlamayla yargılanmasıyla çürütülüyor. Aynı diller, aynı ifadeler, aynı tarihler. Birisi, bir toplantıya katılmış. Başkası, bir konferansta konuşmuş. Üçüncüsü, bir kitap yazmış. Hepsi, “ulusal güvenliğe karşı faaliyet” kapsamında. Ama kimse, bu faaliyetin ne olduğunu açıklayamıyor. Çünkü bu faaliyet, aslında bir düşünce. Bir fikir. Bir muhalefet.
En ilginç detay, bu operasyonların tamamının, 2025 yılının son çeyreğinde hızlanmaya başlaması. Kasım ayı başında, bir savcı, “yakında bir dizi yeni dosya açıklanacak” dedi. Kimler? Kimse söylemedi. Ama iç kaynaklara göre, isimlerin listesi, 12’ye kadar çıkıyor. Hepsi, kamuoyunda güçlü bir ses olanlar. Hepsi, hükümete eleştirel bakış açısıyla konuşanlar. Hepsi, “casusluk” gibi bir kelimeden sonra, hukuki bir süreçten geçmeden, medyada “suçlu” olarak tanımlandılar.
Bu durum, sadece bireysel bir baskı değil. Bir sistem. Bir kurgu. Bir “sıkıştırma” mekanizması. Kimse, bu operasyonların “kamuoyu üzerinde korku yaratmak” amacıyla yapıldığını açıkça söylemiyor. Ama bu korku, artık kamuya yansıyor. Üniversite öğrencileri, sosyal medyada bir şey yazmaktan korkuyor. Sanatçılar, eserlerinde “siyasi mesaj” içerdiğini düşünerek kendilerini susturuyor. Gazeteciler, bir haber yazarken, “bu ifade casusluk olarak yorumlanır mı?” diye düşünüyor.
Ve bu, tam da istenen şey. Çünkü bir toplum, kendi iç sesini susturduğunda, dışarıdan gelen sesler daha güçlü olur. Bir devlet, kendi muhaliflerini “casus” ilan ettiğinde, “ulusal birlik” kavramını kendi lehine kullanır. Ama bu “ulusal birlik”, aslında bir sessizlik. Bir itirazsızlık. Bir korku.
Elif K. şimdi hapis. Ama onun dosyasında, 17 sayfa var. Bunların 16’sı, sosyal medya mesajları. Bir tanesi ise, bir çocuk hastanesine yapılan bağışın faturası. Kimse, bu faturanın nereden çıktığını sormuyor. Kimse, bu bağışın neden yapıldığını sormuyor. Sadece “casusluk” kelimesi yeterli. Çünkü bu kelime, artık bir silah. Ve bu silah, sadece bir insanı değil, bir toplumun sesini susturmak için kullanılıyor.
Ve bugün, 22 Kasım 2025, bir başka kişi, bir başka mesaj, bir başka sohbet… Yeni bir dosya hazırlanıyor. Kim olacak? Kimse bilmiyor. Ama herkes biliyor: Sırada kimse değil, bir düşünce var. Ve bu düşünce, artık “casusluk” olarak tanımlanmaya devam ediyor.




