Uluslararası toplumun sessiz kaldığı bu topraklarda, Birleşmiş Milletler'in tamamı tekrarladığı ve karanlık uyarılar artık kanlı gerçeklere dönüşmüş durumda. Gazze'deki insani kriz, sadece bir istatistik ya da uzaktan izlenen bir haber değil; Her geçen dakika nefes almakta zorlanan, güvenli bir köşeye sığınmak için umutsuzca koşan binlerce insanın haykırışı haline geldi. BM Sözcüsü Dujarric'in son açıklamaları, bu ilerlemenin ne kadar derinlere indiğini gözler önüne seriyor: Son 48 saat içinde İsrail'in saldırıları beklenen bir yoğunluğa ulaştı, yeni tahliye emirleri verildi, ancak çoğu insan ne güvenlik nedeniyle ne de ulaşımın aşırı patlamalardan kaçacak bir yer bulamaz. Dün tek bir günde 9 bin 400 kişi, Gazze'nin güneyine zorunlu göç etmek zorunda kaldı. Ağustos aylarından bu yana bu acı göçmen sayısı 110 bini aştı. Bu rakamlar, soğuk birer sayısı değil; onun biri bir anne, bir çocuk, bir yaşlı, bir gelecek dostum sönmüş hayat hikayesi.
BM yetkilisi, uluslararası basında yaptığı açıklamada, "Gazze'deki durumun çok daha kötü olabileceğine ilişkin gösterimlerimiz değişti" diyerek sesli titretti. Bu, sadece bir açıklama değil, tüm dünyaya yöneltilmiş bir çığlık. “Uluslararası toplum, daha fazla acının önüne geçmek için kararlı adım atmalı”, sanki tarihin sayfalarından değil de, bugünün acı dolu gerçekliğinden yükselen bir ses gibi yankılanıyor. Güvenlik sorunları ve ulaşım maliyetleri, sadece engel değil, ölüm cezası gibi işlevler görülüyor. İnsanlar tahliye emirlerini duyuyor ama hareket ediyorlar; Çünkü bir yandan bombalar yağıyor, diğer yandan bir kaçmak için harcayabileceği son parası bile yetmiyor. Ama, bir insani kriz değil, sistematik bir insanlığın yüzü.
Son beş yıl içinde Gazze'de yaşanan değişimler, korku ve umutsuzluğun giderek kalıcı hale geldiği bir süreç olarak öne çıkıyor. 2020'den bu yana bölgedeki askeri gerilimler, ablukalar ve altyapı tahribatları katlanarak arttı. İnsani yardım erişimi giderek kısıtlandı, hastaneler ilaçsız kaldı, okullar yıkıldı, temiz su ve elektrik gibi temel ihtiyaçlar lüks hale geldi. BM'nin açıklaması, bu sürecin doruk noktasına ulaştığının resmi ilanı gibidir. Artık “uyarı” değil, “gerçekleşen felaket” söz konusu. Her gün binlerce kişinin zorla yerinden edilmesi, sığınakların aşırı kalabalıklaşması, gıda ve tıbbi malzeme kıtlığı, psikolojik travmaların nesiller boyu süreceği bir kabuslar oluşuyor. Çocuklar, savaş sesine alıştı; Anneler, yarının ne getireceğini düşünmekten vazgeçti; Öğrencilerin, geleceğin hayalini unuttum.
Dujarric'in ses tonundaki çaresizliği, tüm dünyaya yansımasıydı. Çünkü bu, sadece Gazze'nin sorunu değil; İnsanlığın onurunun sınandığı bir sınav. Uluslararası toplumun “kararlı adım” birimi, boş diplomasi cümleleriyle geçiştirilemeyecek kadar acil ve somut bir talep. Çünkü her geçen saat, yeni bir ölüm, yeni bir yaralı, yeni bir evsiz, yeni bir yetim demek. Gazze'deki nefesi, bir mucize; onun sabah güneşi, bir lütuf. BM'nin bu son uyarısı, tarihin bir dönüm noktası olabilir — ya insanlık birlikte hareket eder ve bu acıyı durdurur, ya da sessiz kalır ve bu çağın en büyük yıkımlarından biri olarak tarih geçer. Karar, şimdi bizim hesaplarımız. Zaman acımasızca akıyor.