Türkiye siyaset sahnesinde son saatlerde yaşananlar, yıllardır süren Kürt sorunu ve barış süreci tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Parlamentoda alınan bir kararla, Abdullah Öcalan'ı İmralı Cezaevi'nde ziyaret etmek üzere bir komisyon kurulması önerisi kabul edildi, ancak bu süreçte ana muhalefet partisi CHP'nin "hayır" oyu vermesi, tüm dengeleri altüst etti. Bu gelişme, sadece siyasi aktörler arasında değil, toplumun geniş kesimlerinde de derin bir tartışma yarattı. Uzun zamandır beklenen bir adımın, beklenmedik bir şekilde tıkanması, barış umutlarını mı yeşertiyor yoksa yeni çatışmalara mı zemin hazırlıyor? Gelin, bu karmaşık tabloyu adım adım inceleyelim ve son gelişmelerin perde arkasını anlamaya çalışalım.
Öncelikle, olayın kökenine inelim. Parlamento'da gerçekleştirilen oylamada, iktidar bloğu olan AKP ve MHP, muhalefetin DEM Partisi, EMEP ile TİP gibi oluşumlar "evet" diyerek komisyonun kurulmasını destekledi. Toplamda 5'e karşı 0 şeklinde geçen karar, dışarıdan bakıldığında ezici bir çoğunluk gibi görünse de, asıl sarsıntı CHP'nin net "hayır" duruşundan kaynaklandı. Bu oy, iki gün öncesinde bile pek çok yorumcunun öngöremediği bir hamleydi. Oysa ki, siyasi kulislerde CHP'nin bu tür bir öneriye en azından çekimser kalacağı, hatta iktidarın tuzağına düşerek "evet" diyeceği konuşuluyordu. Ancak, CHP lideri Özgür Özel'in öncülüğünde alınan bu karar, partiyi hem tabanında hem de genel kamuoyunda alkış topladı. Neden mi? Çünkü bu, yıllardır süren bir siyasi oyunun kurallarını değiştiren bir refleks oldu.
CHP'nin bu tutumunu anlamak için, barış sürecinin ne anlama geldiğini ve İmralı ziyaretinin neden bu kadar hassas bir konu olduğunu ele almalıyız. Barış süreci, Türkiye'nin 50 yılı aşkın süredir kanayan yarası olan Kürt sorununun çözümü için atılan adımları kapsıyor. Ancak, bu adımların odak noktası olarak Abdullah Öcalan'ın öne çıkarılması, sorunu bireysel bir figüre indirgemekle eleştiriliyor. Öcalan, PKK'nın kurucusu olarak yıllardır "bebek katili" gibi ağır ithamlarla anılıyor ve toplumun büyük bir kesiminde derin travmalarla ilişkilendiriliyor. Bir komisyonun İmralı'ya gitmesi, sadece bir ziyaret değil; Öcalan'ı Kürtlerin meşru bir temsilcisi olarak konumlandırmak anlamına geliyor. CHP ise tam burada çizgisini çekti: Barışa evet, ama Öcalan üzerinden değil. Özgür Özel'in ifadesiyle, "Biz süreci destekliyoruz, ancak Öcalan'ı bir aktör haline getirmeye karşıyız." Bu yaklaşım, CHP'nin Kürt seçmenle ilişkisini yeniden tanımlama çabasının bir parçası. Parti, yasal reformlarla birliği güçlendirmeyi, terörü bitirmeyi, silahları susturmayı, ayrımcılığı ortadan kaldırmayı ve eşit vatandaşlığı savunmayı ön plana çıkarıyor. İmralı ziyareti ise, bu geniş vizyonu daraltarak Öcalan'a özel bir statü tanıyor ki, bu da sosyal itirazları görmezden gelmek demek.
Toplumun tepkisi de bu kararı şekillendiren en büyük etkenlerden biri. Anketlere göre, CHP tabanının yüzde 80'i İmralı ziyaretine karşı çıkıyor. Daha geniş bir kesimde ise bu oran yüzde 70'lere ulaşıyor. Deva, Memleket ve Gelecek partileri gibi oluşumların çekimser kalması da, toplumun genel "hayır" refleksini yansıtıyor. Bu durum, siyasetin tepeden inme bir oyun olmaktan çıkıp, halkın sesini duyması gerektiğini gösteriyor. Yıllardır Kürt sorunu, kapalı kapılar ardında, sınırlı aktörlerle tartışılıyor. Ancak, bu kez toplumun tepkisi, Erdoğan'ın planlarını bozdu. İktidar, komisyonu AKP, DEM ve MHP milletvekillerinden oluşan dar bir grupla sınırladı, çünkü diğer partilerin katılımı istenmiyordu. Bu, barışın değil, kontrollü bir meşruiyet arayışının işareti olarak yorumlanıyor. Erdoğan'ın bu konudaki isteksizliği de dikkat çekici: O, komisyonun kurulmasını ısrarla savunurken, bir yandan da bu adımın risklerini hesaplıyordu. Sonuçta, CHP'nin "hayır"ı, onun İmralı üzerinden Kürtleri yönetme stratejisini sekteye uğrattı.
Peki, bu süreçte MHP ve AKP'nin tutumu ne kadar tutarlı? Burada büyük bir ikiyüzlülük göze çarpıyor. MHP lideri Devlet Bahçeli, Öcalan'ı ziyaret etmeyi savunurken, neden aynı mantıkla Silivri Cezaevi'ndeki muhalifleri ziyaret etmiyor? İmralı da Silivri de Türkiye'de, ikisi de cezaevi. Bahçeli'nin "İmralı'ya koşarak giden" tutumu, yıllardır sürdürdüğü "bebek katili" söylemiyle çelişiyor. 40 yıldır bu ithamları kullanan bir liderin, şimdi aynı kişiye "siyaset üstü" bir rol biçmesi, samimiyetsizliğin en bariz örneği. AKP ise, CHP'nin eğitim, çocuk istismarı, orman yangınları gibi konulardaki komisyon önerilerini "siyasi" diye reddederken, İmralı'yı "siyaset üstü" ilan ediyor. Bu çifte standart, iktidarın barış arzusundan ziyade, Kürtleri kontrol altında tutma peşinde olduğunu düşündürüyor. Amacın barış değil, Kürtlere dışarıdan bir lider atamak olduğu iddiası da buradan kaynaklanıyor. Öcalan'ı takım elbise ve kravatla bir figür haline getirmek, Barzani veya Talabani gibi modelleri taklit etmek gibi. Oysa Türkiye, kabilevi bir yapı değil; sivil, eşitlikçi bir toplum olmalı. Anketler de bunu doğruluyor: DEM seçmeninin yüzde 88'i Selahattin Demirtaş'ı tercih ederken, Öcalan sadece yüzde 4 destek alıyor. Bu dayatma, direnci artırır, sorunu derinleştirir.
Yorumcuların hatalı öngörüleri de bu krizin bir başka boyutu. Son 20 yılda AKP politikaları, cemaat ilişkileri, Ergenekon, Balyoz davaları, Suriye meselesi gibi konularda sürekli yanılgılara düşen isimler –Mümtazer Türköne, Yıldıray Oğur, Etyen Mahçupyan gibi– şimdi CHP'ye akıl hocalığı yapıyor. Onların "CHP intihar etti" iddiaları, iktidarın CHP'yi mahkemeler ve siyasi baskılarla boğma çabasının bir uzantısı. Oysa gerçekte, CHP'nin kararı bir cesaret örneği. 2023 seçimlerinde iktidarın baskılarına boyun eğmeyen Özel, bu kez de tabanını dinleyerek doğru bir adım attı. Ancak, riskler de var: İktidar, bu "hayır"ı cezalandırabilir mi? Mutlak butlonluk gibi hukuki hamleler veya siyasi dışlama taktikleri gündeme gelebilir. CHP'nin bundan sonraki görevi, Kürt seçmenle taban seviyesinde diyalog kurmak. Süreci anti-Kürt bir pozisyona dönüştürmeden, eşit vatandaşlık vurgusunu güçlendirmek şart.
Bu kararın pratik yansımalarını düşünelim: Neden hâlâ fiziksel bir ziyaret ısrarı? Teknoloji çağında, video konferansla Öcalan'la görüşmek mümkünken, neden kapalı kapılar ardında ısrar? MİT ve Dışişleri yetkilileri zaten düzenli görüşüyor; bir komisyon ne katacak? Gerçek sorunlar –ayrımcılık, çocuk askerler, PKK'lı mahkumlar, belediyelere kayyum atamaları– masaya yatırılmıyor. Örneğin, Mardin Belediyesi'ne kayyum atanması gibi adımlar, demokratikleşmeyi baltalıyor. Gazeteci tutuklamaları, muhalif gözaltıları süreci tıkıyor. Barış, Öcalan'a indirgenemeyecek kadar geniş bir mesele; toplumsal uzlaşıyı gerektiriyor.
Sonuç olarak, CHP'nin İmralı'ya "hayır" demesi, Türkiye siyasetinde bir dönüm noktası. Bu, barış umudunu korurken, tuzaklara düşmemenin bir dersi. Erdoğan ve Bahçeli'nin stratejileri sekteye uğrarken, toplumun sesi daha gür çıkıyor. Kürt sorunu, bireysel figürlerden öte, eşitlik ve adaletle çözülecek. CHP'nin bu cesareti, muhalefeti güçlendirirken, iktidarı hesap vermeye zorluyor. Gelecek günler, bu kararın meyvelerini mi yoksa yeni fırtınaları mı getirecek? Takipte kalın, çünkü bu hikaye henüz bitmedi.





