Kur'an-ı Kerim'in derinliklerinde gizli kelimeler, inananlar için birer hazine, inkârcılar için ise kaçınılmaz bir vicdan sorgusu. Bu kelimelerden biri olan "Sekar", sadece bir terim değil; Allah'ın, kâfirlerin kalbine Kur'an'ı bir hançer gibi sokan ilahi bir mekanizma. Arap çöllerinin yakıcı sıcağında beyinleri kaynatan o boğucu his, Kur'an'da hem fiziksel bir azap hem de manevi bir torment olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde, 2025'in bu soğuk Kasım günlerinde, modern hayatın telaşında unutulan bu kavramı yeniden hatırlamak, belki de hepimizin vicdanını sarsacak. Sekar, sadece cehennem ateşinin bir simgesi değil; inkârın getirdiği o içsel yangını tarif ediyor – bir uyarı ki, Kur'an'ın kelimeleri zihinlerde fırtına gibi esse de, kalplerde kök salıyor.

Sekar kelimesini anlamak için önce kökenine inelim. Arapçada, "Sekar" doğrudan güneşin yakıcı ışınlarının beyinde yarattığı o kavurucu etkiyi ifade eder. Çöl ikliminde, yaz sıcağında saatlerce altında kalan bir insanın hissettiği o beyin kaynaması, baş dönmesi ve bitkinlik hali – işte tam bu. Kur'an'da bu kelime dört kez geçiyor: Üçü doğrudan "Sekar" olarak, biri ise türev bir biçimde. Bu kullanımlar, Mütâfiîfîn suresinin 48, 26, 27 ve 42. ayetlerinde yoğunlaşıyor. Ama dikkat çekici olan, Kur'an'ın ustalıkla kullandığı iğneleme sanatı, yani kelimelerin çift anlamlılığı. Sekar, hem literal anlamda o güneşin altındaki fiziksel ıstırapı, hem de mecazi olarak cehennem azabını simgeliyor. Bu çift katmanlı kullanım, Peygamber'in mucizevi üslubunu kanıtlıyor; çünkü o okuma yazma bilmeyen bir insanken, böyle edebi incelikleri nasıl sergileyebilirdi?

Düşünün: Cennet bahçelerinde, elinde kitapla oturan müminler, aşağıda cehennemin yakıcı rüzgârlarında kıvranan günahkârlara sesleniyor. Mütâfiîfîn suresinin 38-48. ayetlerinde bu sahne adeta bir tiyatro perdesi gibi açılıyor. "Her nefis, kazandığıyla rehindir" diye başlayan ayetler, "Yüzlerin dostu" –yani kıyamette sağ eline kitap verilen müminler– hariç herkesi sorumlu tutuyor. Müminler soruyor: Ne soktu sizi Sekar'a? Günahkârlar itiraf ediyor: Namazı terk ettik, yoksulu doyurmadık, batılla meşgul olduk ve kıyameti yalanladık, ta gelene dek. Aracılar, şefaatçiler bile faydasız kalmış; çünkü inkâr, kalbi kilitlemiş. Bu diyalog, o kadar canlı ki, bir film sahnesi veya animasyon için birebir malzeme. Cennetlikler serin gölgelerde meyve yerken, Sekar'ın sıcak rüzgârları aşağıdakileri kavuruyor – bir uyarı ki, bugünün dünyasında da geçerli. 2025'te, teknolojinin parlak ekranlarında boğulurken, Kur'an'ın bu sahneleri bize "Namazın terk edilmemesi"ni, "Yoksula yardımın" zorunluluğunu hatırlatıyor. Sekar, sadece uzak bir ceza değil; günlük ihmallerimizin birikimi.

Peki, Sekar'ın en çarpıcı kullanımı nerede? Mütâfiîfîn suresinin 26-27. ayetlerinde. Burada, Kur'an'ı insan sözü diye yalanlayanlara hitap ediliyor: Kur'an'ı uyduruyorlar diyenlere, biz onu yakında Segar ile yakalayacağız. "Segar" burada "Sekar"ın bir varyasyonu, ama anlamı bambaşka bir derinlik kazanıyor. Literal olarak "dumana sokmak" gibi algılansa da, gerçekte o çöl sıcağının beyinleri kaynatması gibi bir torment. Allah, inkârcıları cehenneme atmak yerine, Kur'an'ı kalplerine sokuyor – bir hançer gibi, vicdanlarını rahatsız eden, kaçınılmaz bir baskı. Bu, denizanlarının "Sekar"ını andıran bir metafor: Güneşin altında eriyen beyinler gibi, inkâr edenlerin zihinleri Kur'an ayetleriyle dolup taşıyor, ama inanmak yerine çıldırıyorlar. Konuşmacı Hakkı Yılmaz, bunu şöyle açıklıyor: Sekar, Kur'an'ın kâfirlerin kalbine sokulması; bir bilgisayar ekranı gibi parlayıp sönmeyen, sürekli uyaran bir gerçeklik.

Bu noktada, Kur'an'ın üslubuna hayran kalmamak elde değil. Kelimeler, sadece bilgi vermiyor; duyguları, korkuları, umutları tetikliyor. Sekar gibi, "Leyle-i Kadir" –bin aydan hayırlı gece– veya "Yevm-i Fasl" –ayrılık günü– gibi kavramlar da yeni anlamlar kazanıyor. Siccîn, İlliyyîn, Tarık, Akabe, Haviye, Hutame, Garye, Hakka... Bunlar, mitolojik masallar değil; vicdani gerçekler. Sekar, özellikle parlaklığı ve ısrarıyla dikkat çekiyor. Düşünün: Bir bilgisayar ekranının sürekli yanıp sönmesi gibi, Kur'an ayetleri inkârcının zihninde flash'liyor – kaçmak imkânsız. Hicr suresinin 1-5. ayetlerinde vurgulandığı üzere, Kur'an "apaçık bir kitap"; gelip gidiyor ama silinmiyor. Milletler, ancak işaretlerden sonra helak oluyor: Önce kitap, sonra kanunlar, en son ceza. Sekar, bu sürecin bir parçası; inkârcı, Keşke iman etseydim diye haykırıyor, ama engeller –kibir, alışkanlıklar– aklını köreltiyor.

Şuâra suresinin 200-201. ayetleri, bu gerilimi daha da artırıyor: O, günahkârların kalplerine sokulur; onlar inanmazlar, azabı görene dek. Tersine, Enbiyâ suresinin 18. ayetinde hakikat, batılı ezercesine vuruyor: Biz hak ile batılı çarptık, hak batılı paramparça etti. Sekar, işte bu çarpışmanın bir yansıması. Bir başka örnek, Hicr suresinin 7. ayetindeki "taş yağmuru": Literal olarak kuşların taş atması gibi mitler değil; Kur'an ayetlerinin kafalara inmesi gibi. Fil suresindeki "hacerât" –taşlar– da aynı şekilde, Kur'an kelimelerini simgeliyor. Peygamber'in döneminde, müşrikler Kur'an'ı duydukça vicdanları sızlıyordu; bugün de aynı. 2025'te, sosyal medyanın gürültüsünde, bu kelimeler hâlâ kalplere "yağmur" gibi iniyor – ama kimisi serinletiyor, kimisi yakıyor.

Sekar'ı anlamak, onunla ilişkili kelimeleri de aydınlatıyor. "Şeker" mesela, sarhoşluktan değil, üzüm ve hurmadan elde edilen o tatlı içkiyi tarif ediyor – Nahl suresinin 67. ayetinde. Ama mecazi olarak korku, panik, acı veya ölüm haberiyle gelen o bulanıklık hali. Yasaklanan sarhoşluk değil; zihni bulandıran her şey. Buna karşılık "Sekîne", tam tersi: Zümer suresinde "aliyye Sekîne" olarak geçen, dünya telaşından kopuşun getirdiği iç huzur. İman edenler için Kur'an, Sekar değil Sekîne; bir sükûnet, bir dinginlik.

Hayvanlar âlemi bile bu bağlamda ilginç bir yer tutuyor. Zümer suresinin 6. ayetinde Allah'ın "sekiz eş" indirmesi –koyun, sığır, deve gibi evcil hayvanlar– gökten iniş değil; bir ihsan, bir nimet. "Enzela" fiili, hem vahiy için hem de bu hediyeler için kullanılıyor. Yâsîn suresinin 71-73. ayetlerinde ise hayvanlar "sahharna" –boyun eğdirildi– diye geçiyor; isyan etmeyen, hizmetkâr konumunda. "Size" değil "üzerinize" değil; bir lütuf olarak. Bu, Sekar'ın torment'una karşı, inananların huzurunu pekiştiren bir denge.

Hakkı Yılmaz'dan münafıklık uyarısı: Çıkar için mümin görünmenin sonuçları
Hakkı Yılmaz'dan münafıklık uyarısı: Çıkar için mümin görünmenin sonuçları
İçeriği Görüntüle

Sekar kavramı, Kur'an'ın edebi dehasını ortaya koyuyor. "Beşer" kelimesi gibi –hem insan hem deri anlamında, tüysüz bedenimizi tarif ederken– veya "Büşrâ" gibi –İncil'in ışığı, üzüntüye ferahlık. Bu kelime oyunları, peygamberliğin kanıtı; çünkü sıradan bir insan, böyle incelikleri bilemezdi. Günümüzde, bilimsel keşifler bile Kur'an'ı doğruluyor: Beyin görüntülemeleri, vicdan azabının fiziksel bir "ısı" gibi yarattığını gösteriyor – tıpkı Sekar'ın tarif ettiği gibi.

Sonuçta, Sekar bize şunu fısıldıyor: Kur'an, kaçınılmaz. İnkâr eden için bir hançer, inanan için bir kalkan. 2025'in bu aralığında, küresel krizlerin gölgesinde, bu kavramı yeniden düşünmek, belki de hepimizi Sekîne'ye yaklaştırır. Vicdanınızı yoklayın; Kur'an kalbinize ne sokuyor?