Türkiye'nin ekonomik gündemi, yıl sonuna yaklaşırken asgari ücret tartışmalarıyla iyice hareketlendi. Milyonlarca çalışan, enflasyonun gölgesinde maaşlarının alım gücünü korumak için gözlerini sendikalara ve hükümet açıklamalarına dikmiş durumda. Bu süreç, hem işverenlerin maliyet kaygılarını hem de işçilerin günlük geçim sıkıntılarını masaya yatırırken, sendika temsilcilerinin tutumu belirleyici rol oynuyor. Her yıl tekrarlanan bu müzakereler, sadece rakamlarla sınırlı kalmayıp, sosyal adalet ve emek hakları gibi geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Peki, bu kez tablo nasıl şekilleniyor ve işçiler ne tür taleplerle öne çıkıyor?

Son dönemde, Türk-İş Başkanı Ergün Atalay'ın açıklamaları, asgari ücret görüşmelerindeki tıkanıklığı net bir şekilde ortaya koydu. Atalay, işçilerin enflasyondan en çok etkilenen kesim olduğunu vurgulayarak, gıda, kira, eğitim ve ulaşım gibi temel harcama kalemlerindeki fiyat artışlarının maaşları erittiğini dile getirdi. Bu kalemlerin, asgari ücretlinin bütçesinin büyük kısmını oluşturduğunu belirten Atalay, evlerin "enflasyon oranı" ile beklenen bir artışın çok ötesinde seyrettiğini ifade etti. Örneğin, bir asgari ücretlinin market sepeti veya fatura ödemeleri, resmi enflasyon verilerinden yüzde 20-30 daha fazla zamlanmış durumda; bu da ailelerin tasarruf yapma lüksünü elinden alıyor. Atalay'ın bu çıkışı, sendikanın masadan kalkma tehdidini de beraberinde getirdi ve görüşmelerin seyrini değiştirebilecek bir baskı unsuru haline geldi.

Asgari ücret komisyonunun yapısı, tartışmaların odak noktalarından biri olarak öne çıkıyor. Komisyon, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan 5 temsilci, işveren tarafı TİSK'ten 5 ve Türk-İş'ten 5 kişi olmak üzere toplam 15 üyeden oluşuyor. Ancak mevcut yasal düzenleme, komisyonun en az 10 kişiyle toplanabileceğini öngörüyor; bu da işçi tarafının katılmaması halinde bile karar alınabileceğini gösteriyor. Üstelik, oyların eşit dağılımında bakanın belirleyici sözü geçiyor, ki bu durum işçilerin sesinin yeterince duyulmadığını düşündürüyor. Bakanın son açıklamalarında komisyon yapısında değişiklik sinyali vermesi, umut verse de, uzmanlar bunun tek bir maddeyle çözülemeyeceğini belirtiyor. Değişiklik olsa bile, asıl mesele siyasi irade ve dengeli bir temsil mekanizması.

İşçi tarafının talepleri, sadece sayısal zamla sınırlı değil; yasal ve yapısal sorunlar da gündemde. Sendika temsilcileri, sendikalaşma engellerinden terfi haklarına, kıdem tazminatı sınırlarından tamamlayıcı emeklilik sistemine kadar bir dizi meseleyi dile getiriyor. Özellikle Nisan 2026'da devreye girecek tamamlayıcı emeklilik, çalışan maaşlarından zorunlu yüzde 3 kesinti anlamına geliyor; bu da net ücreti daha da düşürecek bir yük olarak görülüyor. Kıdem tazminatındaki tavan uygulaması ise, uzun süreli çalışanların emeklilik birikimlerini sınırlarken, sendikalaşma oranlarının düşük kalması iş güvencesini zayıflatıyor. Bu sorunlar, asgari ücretin ötesinde bir reform paketi gerektiriyor; zira işçiler, sadece maaş artışı değil, sürdürülebilir haklar talep ediyor.

İşverenlerin kaygıları da masada yerini koruyor. TİSK temsilcileri, asgari ücretin ani zamlarının kayıt dışı istihdamı artırabileceğini ve işten çıkarmalara yol açabileceğini savunuyor. Örneğin, bir kuaför salonu veya küçük esnaf için 100 bin TL'lik bir ücret, maliyetleri katlayarak iflas riskini yükseltiyor. Ancak, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in son açıklamaları, sektörlerdeki ortalama gelir beyanlarının gerçek tabloyu yansıtmadığını gösteriyor. Güzellik merkezleri gibi popüler alanlarda, fiili kazançlar resmi beyanlardan yüksek; bu da asgari ücretin "gerçek" maliyetini sorgulatıyor. Dengeli bir yaklaşım için, hem zam oranı hem de vergi teşvikleri gibi destekler şart görülüyor.

Milyonları Şoke Edecek Yeni Dönem ve Dev Zam Dalgası Başlıyor!
Milyonları Şoke Edecek Yeni Dönem ve Dev Zam Dalgası Başlıyor!
İçeriği Görüntüle

Görüşmelerin "tiyatro" olarak nitelendirilmesi, sendika içindeki hayal kırıklığını yansıtıyor. Son iki yılda, masaya oturan tarafların hükümetin "işveren patronu" gibi algılanması, işçilerin güvensizliğini artırdı. Atalay'ın "masadan kalkma" tehdidi, bu algıyı kırmak için stratejik bir hamle; zira geçmişte benzer boykotlar, kamuoyunu harekete geçirmişti. Peki, işçi tarafı masadan kalkarsa ne olur? Komisyon 10 kişiyle toplanıp karar alabilir, ancak bu, toplumsal tepkiyi tetikleyebilir. Uzmanlar, işçisiz bir masanın baskı yaratmak yerine, kararları daha tartışmalı hale getireceğini düşünüyor. Bu noktada, medya ve sivil toplumun rolü kritik; eleştirilerin sürekli gündemde tutulması, siyasi iradeyi etkileyebilir.

Uluslararası örnekler, Türkiye'deki modeli sorgulatıyor. Almanya'da asgari ücret komisyonu, üç işveren, üç sendika temsilcisi ve iki akademik danışmandan oluşuyor; oy hakkı olmayan danışmanlar fikir alışverişini sağlarken, başkan her iki tarafın uzlaşısıyla atanıyor. Bu yapı, dengeli bir diyalog yaratırken, kararlar bağlayıcı nitelik taşıyor. Benzer şekilde, memur maaşlarında kullanılan hakem heyeti modeli –akademisyenler, ekonomistler ve STK'lardan oluşan bağımsız bir kurul– asgari ücret için de öneriliyor. Bu kurul, anlaşmazlık halinde devreye girerek, tarafsız bir karar verebilir; böylece hükümetin belirleyici rolü azalır ve emek hakları korunur.

Enflasyonun "özel paketi" talebi ise, tartışmaların en yenilikçi yanı. Evlerin hissettiği enflasyon –gıda, kira ve ulaşım kalemlerindeki yüzde 40-50'lik artışlar– resmi verilerden ayrılıyor. Uzmanlar, yıllık bir "asgari ücret enflasyon endeksi" oluşturulmasını öneriyor; bu endeks, temel harcama sepetine dayalı olarak zam oranını belirleyebilir. Böyle bir paket, yıllık müzakereleri otomatikleştirerek, işçilerin belirsizlikten kurtulmasını sağlar. Örneğin, 2026 için öngörülen yüzde 31'lik yıl sonu enflasyonu, bu endeksle yüzde 40'a çıkabilir; net maaş ise 27 bin TL'den 35 bin TL bandına taşınabilir.

Bu taleplerin arkasında, asgari ücretlinin gerçek harcamaları yatıyor. Bir ailenin aylık gıda bütçesi 10 bin TL'yi aşarken, kira 15 bin TL'ye varıyor; eğitim ve ulaşım eklenince, mevcut 17 bin TL'lik net ücret yetersiz kalıyor. Sendikalar, bu tabloyu "hayatta kalma mücadelesi" olarak tanımlarken, çözümün sadece zam değil, vergi indirimleri ve sosyal yardımlarla desteklenmesi gerektiğini vurguluyor. Atalay'ın çıkışı, bu noktada bir dönüm noktası; zira sendikanın "yeterli" bulmadığı teklifler karşısında, sokak eylemleri gündeme gelebilir.

Görüşmelerin geleceği, siyasi iradeye bağlı. Hükümet, enflasyonu dizginleme hedefiyle temkinli davranırken, işverenler maliyet paylaşımı istiyor. Ancak, işçisiz bir kararın meşruiyeti tartışmalı; bu da uzlaşıyı zorunlu kılıyor. Medyanın rolü burada devreye giriyor: Sürekli haberlerle kamuoyu baskısı yaratmak, masayı işçiler lehine çevirebilir. Uzun vadede, paradigm shift –yani köklü bir zihniyet değişikliği– şart; hükümetin "ödeme yapmayan taraf" olarak dışarıda kalması, gerçek bir diyalog yaratır.

Sonuçta, asgari ücret müzakereleri Türkiye'nin sosyal barometresi gibi işliyor. Atalay'ın sesi, milyonlarca işçinin talebini yansıtırken, enflasyon endeksi ve hakem heyeti gibi öneriler, adil bir sistemin anahtarını sunuyor. 2026 zamları, sadece rakam artışı değil, emek onurunu pekiştirecek bir fırsat olabilir. Bu süreç, işçilerin, işverenlerin ve hükümetin ortak bir vizyonla ilerlemesini gerektiriyor; zira dengesiz bir tablo, toplumsal huzuru riske atar. Gözler Aralık'ta, kararlar ise geleceğin temelini atacak.