Siyasetin hızlı akan nehirlerinde, ittifaklar bir anda tersine dönebilir ve dostlar rakibe dönüşebilir. Türkiye'de iktidar blokunun iç dinamikleri, son dönemde kamuoyunun radarına takılmaya başladı. Özellikle ekonomik baskılar ve dış politika hamleleri, partiler arası ilişkileri germeye yetiyor. Bu gerilimler, sadece kapalı kapılar ardında kalmıyor; ekranlara yansıyarak milyonları etkiliyor. Peki, bu çatışmaların kökeni ne ve hangi isimler ön saflarda?
Siyasi figürlerin ani dönüşümleri, Türk siyasetinin en merak uyandıran yanlarından biri. Hatırlanacağı üzere, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik tutumu, bir dönem sert eleştirilerden dolu bir ittifaka evrilmişti. Bu değişim, birçok kesimde soru işaretleri bırakmıştı. Bir yayın sırasında, eski bir idealist figür olan Namık Kemal Zeybek'e bu konu sorulduğunda, ilginç bir anekdot paylaşılmıştı. Zeybek, Bahçeli'nin bir Türkçü festivalinde telefon görüşmesi sonrası yüzünün renginin attığını ve o andan itibaren Erdoğan eleştirilerini bıraktığını anlatmıştı. Bu telefon, Bahçeli'nin Erdoğan'a yönelik dilini kökten değiştiren bir dönüm noktası olarak hafızalara kazınmıştı. Zeybek'in sözleri, "O günden sonra Bahçeli, Erdoğan'ı eleştirmeyi bıraktı ve ilişki tamamen farklı bir seviyeye ulaştı" şeklinde özetleniyordu. Bu anı, siyasi ittifakların ne kadar kırılgan olabileceğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Bu tür değişimler, sadece bireysel değil, geniş bir siyasi ekosistemi etkiliyor. Bahçeli'nin o dönemki sert çıkışları, Erdoğan'ı "onursuz, ahlaksız" diye niteleyen ifadelerden, "çocuk yapamayan, cumhurbaşkanı olamaz" gibi ağır ithamlara uzanıyordu. Hatta Erdoğan'ın oğlunun 17-25 Aralık olaylarına karıştığına dair suçlamalar bile gündeme gelmişti. Ancak, o telefon görüşmesinden sonra her şey tersine döndü. Erdoğan da Bahçeli'yi birden sevmeye başladı ve bu karşılıklı yakınlaşma, ittifakın temelini attı. Zeybek'in bu detayı paylaşması, yayın sırasında izleyicileri şaşırtmıştı ve "Acaba o telefonun diğer ucunda kim vardı?" sorusunu akıllara getirmişti. Bu anekdot, Namık Kemal Zeybek'in idealist kökenlerini yansıtan bir samimiyetle anlatılmıştı; o, MHP'nin eski günlerinden gelen bir isim olarak, partinin o dönemki "iyi MHP" yapısını da vurgulamıştı.
Siyasi manevraların perde arkasında, uluslararası aktörlerin rolü de göz ardı edilemez. Son dönemde Suriye'deki gelişmeler, bu ittifakları yeniden test ediyor. Örneğin, Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin Şırnak'ta ani bir ziyareti, dikkatleri çekmişti. Barzani, ne başbakan ne bakan ne de milletvekili; sıradan bir figür olmasına rağmen, bu ziyaretin zamanlaması şüphe uyandırıyordu. Hemen ardından, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın İran ziyareti gelmişti. Fidan, İran'a "Biz yanınızdayız" mesajı vererek, nükleer meseleler ve bölgesel güvenlik konusunda olumlu sinyaller göndermişti. Bu hamleler, Suriye'deki barış sürecini doğrudan etkileyen adımlar olarak yorumlanıyor. Suriye'de El Şerra ve PYD/SDG unsurları arasındaki anlaşma, 10 Aralık tarihi etrafında yoğunlaşıyor. Ancak, bu anlaşma uygulanmıyor; ABD, YPG ve SDG güçlerini El Şerra ile birleşmeye ve Suriye ordusuna katılmaya zorluyor. Tom Barak gibi isimler de bu yönde baskı yapıyor, fakat süreç çoktan geçmiş bir noktaya evrilmiş gibi görünüyor.
Suriye'deki karmaşa, ABD'nin çelişkili tutumunu da ortaya koyuyor. Bir yandan YPG/SDG'ye "Silahlarınızı Suriye ordusuna verin" diyorlar, diğer yandan IŞİD tehdidini gerekçe göstererek ertelemeye çalışıyorlar. Bu, "Silahları verin ama IŞİD hâlâ orada" ikilemiyle dolu bir strateji. ABD'nin bu yaklaşımı, yıllardır süren mücadelede binlerce kayıp veren grupları kandırmaya yönelik olarak nitelendiriliyor. "Ya Şerra"yı 10-11 ay önce 25 milyon dolarlık başına ödül konulan bir terörist olarak görenlerin, şimdi silah bırakmalarını istemesi, empati gerektiren bir durum. YPG/SDG, kendi perspektiflerinden haklı bir mücadele vermiş; şimdi ise "terörist" damgası yedikleri birine silahlarını teslim etmeleri bekleniyor. Bu, devlet kuran bir yapının aldatılamayacağı bir gerçeklik; köylü kahvehanesindeki okey masası taktikleri gibi basit değil. Gerçekçilik, gizli öpücüklerin açık doğumlara yol açtığı bir arena.
Bu uluslararası gerilimler, iç siyasete de yansıyor ve AK Parti içinde kan kaybı hızlanıyor. Parti üyeleri arasında ciddi bir gerilim var; Mehmet Metiner, Şamil Tayyar ve Cem Küçük gibi isimler, ekranlarda birbirine girmiş durumda. Çözüm süreci tartışmaları, "Böyle bir şey yapılmaz" tepkileriyle alevleniyor. Kamuoyunda karşılık bulmayan bu süreç, AK Parti'nin oylarını eritiyor; anketlerde CHP'nin yükselişi, panik yaratıyor. Siyasetçiler, önce koltuklarını düşünüyor; barış güzel ama pozisyonlar tehlikede. Bu iç çekişme, partinin kanayan yarası haline gelmiş; CHP'de ise sosyal demokrat kanat her zaman iç tartışmalarla biliniyor, İnönü ve Baykal dönemlerinden beri böyle. Ancak, AK Parti'de bu, artık perde arkasından sahneye taşınıyor.
CHP lideri Özgür Özel'in son açıklamaları, bu gerilimi daha da körüklüyor. Özel, "AKP ile siyaset yapanlara dikkat" uyarısında bulunarak, Demokrat Parti ve CHP arasındaki son gerginliğe işaret etti. Bu uyarı, ittifak arayışlarını zora sokuyor ve muhalefet blokunu güçlendiriyor. AK Parti'nin içindeki bu kargaşa, çözüm sürecinin halk nezdinde karşılıksız kalmasıyla birleşince, oy kayıplarını hızlandırıyor. Anket verileri, bu paniği doğruluyor; CHP'nin yükselişi, iktidar cephesinde koltuk korkusunu tetikliyor.
Siyasi partilerin kanaması, sadece AK Parti'ye özgü değil ama orada en belirgin. Metiner ve Tayyar gibi isimlerin çıkışı, Küçük'ün "Çözüm süreci eşiti yok" demesi, oy kaybını somutlaştırıyor. Bu tartışmalar, partiyi içeriden kemiriyor ve dış politika hamleleriyle birleşince, büyük bir fırtınanın habercisi. Gerçekçilik şart; gizli anlaşmalar değil, şeffaflık. Devlet sahipleri olarak millet, hesap sorulmasını bekliyor. Amaç ne, hedef ne? Eksik anlatılan, yalan söylenen bir süreçte, iyi niyet nasıl anlaşılır?
Bu iç hesaplaşmalar, Suriye'deki belirsizlikle iç içe geçiyor. Barzani'nin Şırnak ziyareti, Fidan'ın İran mesajları, hepsi bir zincirin halkaları. ABD'nin YPG'ye yönelik çelişkili tavrı, empatiyi zorluyor; yıllarca şehit veren bir yapıyı, IŞİD bahanesiyle silahsızlandırmak adil mi? Bu sorular, siyasi arenayı daha da karmaşıklaştırıyor.
Özel'in uyarısı, muhalefetin stratejik bir hamlesi. AK Parti ile işbirliği yapanlara "Dikkat" demek, ittifakları yeniden şekillendiriyor. Bu, CHP'nin sosyal demokrat köklerini korurken, güçlenmesini sağlıyor. AK Parti'de ise koltuk savaşı, oy kaybıyla birleşince, panik havası hâkim.
Sonuçta, AK Partililerin bu iç girdabı, siyasetin en çıplak hali. Çözüm süreci gibi hassas konular, halk desteğini yitirince, parti içi gerilim patlıyor. Anketler yalan söylemez; CHP'nin yükselişi, koltukları tehdit ediyor. Bu çatışma, Türkiye'nin siyasi haritasını yeniden çizecek mi? Gelişmeler, nefesleri tutturuyor.




