Ordu, disiplin ve vatan sevgisiyle örülü bir dünyanın içinde, bazen en beklenmedik acılar yaşanır. Türkiye'de askerlik, hem gurur hem de zorluklarla dolu bir yolculuk olarak anılır. Son dönemde, üniformalı kahramanların karşılaştığı zorluklar, kamuoyunun vicdanını sarsmaya devam ediyor. Bu hikayeler, sadece bireysel kayıplar değil, sistemin derinliklerindeki çatlakları da gün yüzüne çıkarıyor. Bir ailenin feryadı, sessizliği bozduğunda, herkes kulak kesiliyor. Peki, bu seferki olay ne kadar karmaşık ve hangi sırları barındırıyor?
24 yaşındaki Uzman Çavuş Doğukan Dumlu'nun hikayesi, Elazığ'daki 8. Kolordu Komutanlığı'nda Muhabere, Elektronik ve Bilgi Sistemleri Taburu'nda göreve başladığı dokuz ay öncesine uzanıyor. Dumlu, disiplinli bir asker olarak ün salmış, hiçbir disiplin cezası almamıştı. Ancak, ailesine sık sık aktardığına göre, günlük rutini giderek bir kabusa dönüşüyordu. Akşam saat 21:00'den sonra kışladan çıkma yasağı, mesai sonrası bile uygulanan katı kurallar ve hafta sonu vardiyaları, onun özgürlüğünü elinden alıyordu. Ailesi, oğullarının sesindeki çaresizliği hâlâ unutamıyor. Bu kısıtlamalar, sadece bir rutinin parçası mıydı, yoksa daha derin bir baskının habercisi mi?
Doğukan'ın annesine söylediği sözler, yürekleri dağlıyor: "9 aydır izne gelemedim, sizi çok özledim. Anne, biriniz hastalansa da belki o zaman izin verirler." Bu içli yakınma, ailesinin bugün dile getirdiği sistematik mobbingin ilk işaretlerinden biri olarak görülüyor. İzin talepleri defalarca reddedilmiş, her seferinde yeni bir engel çıkmıştı karşısına. Aile, bu reddedilmelerin rastgele olmadığını, planlı bir baskı zincirinin halkaları olduğunu savunuyor. Dumlu'nun telefon konuşmalarında sesindeki yorgunluk, giderek artan bir umutsuzluğa dönüşmüştü. Bu baskılar, bir askerin moralini nasıl çökertebilir ve aile bağlarını nasıl zedeliyor?
Yeni tabur komutanının göreve başlamasıyla birlikte, durumun seyri tamamen değişti. Dumlu'nun izin başvuruları, artık sadece reddedilmekle kalmıyor, alaycı bir sorgulamaya tabi tutuluyordu. Komutan, onu odasına çağırarak sözlü sınavlara tabi tutmuş, "Soruları bilemezsen izin yok" demişti. Başarısız olunca ise, "Sana izin yok!" diye kestirip atmıştı. Bu sınavlar, bir askerin mesleki yeterliliğini ölçmekten öte, psikolojik bir yıpratma aracı gibi işliyordu. Aileye göre, bu süreçte Dumlu, 20 sayfalık ezber ödevleriyle boğuşturulmuş, tamamlayamadığında raporlarla tehdit edilmişti. Bu ödevler, gece gündüz çalışmayı gerektiren bir yük haline gelmişti ve her hata, yeni bir ceza dalgasını tetikliyordu.
Sözlü tacizler ise, Dumlu'nun en derin yarasıydı. Komutanının, onun önünde başkalarının da bulunduğu ortamlarda hakaretler yağdırdığı, aşağılayıcı ifadeler kullandığı belirtiliyor. "Rütbeni sökerim, buradan seni s...er atarım" gibi sözler, Dumlu'nun kulaklarında yankılanıp durmuştu. Bu tür ifadeler, bir askerin onurunu zedelemekle kalmıyor, ruhsal direncini de kırıyordu. Aile, bu tacizlerin tanıklarca doğrulandığını ve delillerin toplandığını vurguluyor. Peki, böyle bir ortamda bir gencin nasıl ayakta kalması beklenir ve bu baskılar, bir hayatı sonlandıracak kadar ağır mı basar?
Olayın en kritik noktalarından biri, 14 Kasım 2025'e denk geliyor. Dumlu, cumartesi nöbeti için sözlü emir almış, resmi bir yazılı talimat olmadan göreve çağrılmıştı. Ailesine, "Resmi emir yok, başıma bir şey gelirse sorumluluk almazlar" diye yakınmıştı. O gece, kardeşiyle yaptığı son konuşmada, "Yarın sabah 08.00'de uyandır, yine nöbetim var" demişti. Kardeşi, onu tam zamanında uyandığını doğruluyor. Bu sözlü emir, ailenin şüphelerini artıran bir detay olarak öne çıkıyor. Resmi prosedürlerin ihlali, olası bir soruşturmada ne tür ipuçları verebilir ve bu ihmallerin bedeli kimler tarafından ödenecek?
15 Kasım 2025 sabahı, her şey bir anda karanlığa gömülüyor. Saat 11:23'te annesiyle yaptığı konuşmada sesi son derece normaldi. Hemen ardından, ailesinin aramaları 15 dakika boyunca meşguldü. Bu kısa aralık, ailenin aklındaki en büyük soru işareti. Dumlu'nun bu süre zarfında komutanıyla mı görüştüğü, yoksa başka bir olay mı yaşadığı belirsizliğini koruyor. Saatler sonra, Dumlu'nun cansız bedeni bulundu ve ölüm nedeni intihar olarak kaydedildi. Ancak aile, bu sınıflandırmayı şiddetle reddediyor. "Bu basit bir intihar değil. Oğlumuz sistematik baskıyla yaşamdan koparıldı" diyorlar. Bu 15 dakikalık boşluk, gizemin kalbi gibi ve soruşturmanın aydınlatması gereken en kritik nokta.
Aile, olayın örtbas edilmemesi için haykırıyor: "Bu olay kapatılmamalı. Başka canlar yanmasın. Oğlumuzun yaşadığı baskı görmezden gelinemez." Bu sözler, sadece bir acının ifadesi değil, gelecekteki benzer trajedilere karşı bir uyarı. Dumlu'nun ailesi, psikolojik şiddetin, tehditlerin ve adaletsiz muamelenin delillerini topladıklarını belirtiyor. Avukatları Mehmet Kahraman ve A. Cihat Çatalkaya, "Soruşturma sonuçlanana kadar hukuki sürecin sonuna kadar takipçisi olacağız" diyerek kararlılıklarını ortaya koyuyor. Bu mücadele, delillere dayalı bir dosya ile savcılığa taşınmış durumda ve kamuoyunun desteğiyle büyüyor.
Doğukan Dumlu'nun ölümü, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde mobbing tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Aile, komutanların soruşturulmasını talep ederken, olayın detayları basına yansıdıkça sosyal medyada binlerce paylaşım yapıldı. Hashtag'ler altında, benzer deneyimler paylaşılıyor ve "Askerlerimizi koruyun" çağrıları yükseliyor. Bu trajedi, ordunun iç dinamiklerini sorgulatıyor: Disiplin mi yoksa zulüm mü hakim? Ailelerin korkusu, sessiz kalmakla daha fazla canın gideceği yönünde.
Olayın yankıları, Elazığ'ı aşıp ulusal bir mesele haline geldi. Dumlu'nun cenaze töreni, gözyaşları ve öfkeyle geçmiş, ailesi tabutun başında adalet yemini etmişti. Psikolojik destek hatları, benzer vakalarda başvurulması gereken ilk adres olarak hatırlatılıyor. Ancak, ailenin iddiaları doğruysa, bu destekler yetersiz kalıyor ve kök nedenler ele alınmıyor.
Uzman Çavuş Dumlu'nun hikayesi, bir gencin hayallerinin nasıl paramparça olduğunu gösteriyor. Dokuz aylık hizmetinde, vatan borcunu ödemek yerine, baskılarla boğuşmuştu. Ailesinin bugün sürdürdüğü mücadele, onun boşluğunu doldurmasa da, belki başka bir Doğukan'ı kurtarabilir. Soruşturmanın seyri, kamuoyunu yakından ilgilendiriyor ve her yeni gelişme, gizemi biraz daha aralıyor.
Bu trajedi, orduda reform çağrılarını güçlendiriyor. Mobbingin önlenmesi için eğitimler, denetimler ve anonim ihbar hatları gibi önlemler, sıkça dile getiriliyor. Aile, delillerin ışığında gerçeğin ortaya çıkacağını umut ediyor. Dumlu'nun anısı, adalet arayışının sembolü haline geldi.
Sonuçta, Doğukan Dumlu'nun ölümü bir ailenin değil, bir milletin vicdanında açık yara. Sistemik baskılar, bir canı aldıysa, değişim için ne bekleniyor? Ailenin feryadı, sessizliği bozdu ve soruşturma umut ışığı yakıyor. Bu hikaye, unutulmamalı ve ders çıkarılmalı. Gerçekler er ya da geç gün yüzüne çıkacak, ama o zamana kadar dualarımız Dumlu ailesiyle.


