Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ın son açıklamaları, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik yapısını kökten sarsacak bir tartışmanın fitilini ateşledi. Barrack'ın ulus devlet sistemine yönelik eleştirileri, Büyük Ortadoğu Projesi'nin yeni bir aşamasına işaret ediyor ve bu, Türkiye'yi federasyon adı altında bir kontrol mekanizmasına dönüştürme planını masaya yatırıyor. Konu, sadece diplomatik bir gerilim değil; ülkeyi orta gelir tuzağından kurtaramamış bir ekonomiyi, jeopolitik hamlelerle daha da derinleştirecek bir senaryo. Zanka TV'de yayınlanan programda, Hak Birliği Hareketi Partisi Genel Başkanı Erkan Trükten'in konuk olduğu sohbette, bu planın detayları masaya yatırıldı. Barrack'ın sözleri, "1919'dan beri ulus devletler bizi engelliyor" diye özetlenebilecek bir itiraf olarak yankılandı ve Türkiye'nin iç dinamiklerini doğrudan hedef aldı. Bu gelişme, AKP-MHP ittifakındaki çatlaklar, enflasyon rakamlarının yarattığı baskı ve bölgesel aktörlerin –özellikle Barzani'nin– hamleleriyle birleşince, ulusal egemenliğin geleceğini sorgulatıyor.
Barrack'ın açıklamaları, ABD'nin uzun süredir sürdürdüğü Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir parçası olarak görülüyor. Programda, elçinin Epstein dosyalarıyla bağlantısı da gündeme getirilerek, "Bu adamlar garip tipler... Epstein dosyasında Tom Barrack'ın adı geçiyor" denildi. Bu bağlantılar, ABD'nin küreselci ve acımasız politikalarının bir yansıması olarak nitelendirildi. Ulus devletlerin "farklı hükümet türleriyle yönetilmesinin pek iyi çalışmadığı" yönündeki sözleri, federasyon modelini öne çıkarıyor. Barrack'a göre, ayrı hükümetlerle uğraşmak zor; bu yüzden bölgeyi tek bir çatı altında federasyon haline getirmek gerekiyor. Hatta, "Belki Türkiye bu federasyonu yönetebilir... Amerika adına Büyük Ortadoğu Projesi'ni uygularız" gibi ifadeler, Türkiye'yi bir vekil güç olarak konumlandırma niyetini ele veriyor. Bu teklif, yüzeyde cazip görünse de, ekonomik gerçeklerle çelişiyor. Türkiye, kendi iç sosyal sorunlarını bile çözememişken, böylesi bir federasyonu sırtlayamaz. Programda vurgulandığı üzere, "Biz ekonomik bir güç değiliz... İçimizde birlik yok, sosyal çürüme içindeyiz." Bu federasyon, 10-20 yıl içinde dağılma riski taşıyor; Güneydoğu Anadolu'nun kaybedilmesi bile gündemde.
Ekonomik boyuta gelince, Türkiye'nin orta gelir tuzağı bu jeopolitik baskılarla daha da derinleşiyor. Ülke, yıllardır büyüme kaydediyor gibi görünse de, bu büyüme kaliteli değil. Kişi başına düşen gelir artışı sınırlı kalırken, enflasyon gibi faktörler halkın alım gücünü eritiyor. Programda, TÜİK'in açıkladığı Temmuz-Kasım enflasyon oranının yüzde 11,21 olduğu belirtildi. Bu rakam, milyonlarca memur ve emeklinin yılbaşı zamlarını büyük ölçüde belirliyor. Ancak, bu zamlar bile gerçek enflasyonun gerisinde kalıyor; resmi verilerle sahadaki fark, orta gelir tuzağının bir başka göstergesi. Altın, gümüş, dolar, euro, sterlin, bitcoin, borsa ve Brent petrol gibi yatırım araçları tartışılırken, "Yatırım tavsiyesi değildir" uyarısı yapıldı. Yine de, bu araçlara yönelen vatandaşlar, ekonomik istikrarsızlığın kurbanı. Federasyon teklifi, bu tuzağı aşmak yerine, ülkeyi ekonomik bağımlılığa sürükleyecek. ABD'nin LNG anlaşmaları ve uçak alımları gibi tavizler, Türkiye'yi "Amerika'ya sattık... Onlar dev kârlarla döndü" noktasına getirdi. Bu, ulusal ekonomiyi yabancı güçlere teslim etmek anlamına geliyor; orta gelir seviyesinde sıkışıp kalmış bir ülke, federasyon yükü altında ezilir.
Siyasi iç dinamikler de bu senaryoyu karmaşıklaştırıyor. AKP-MHP ittifakındaki gerilimler, Şamil Tayyar'ın "MHP lideri Devlet Bahçeli'ye darbe" iddialarıyla su yüzüne çıktı. DEM Partisi'nin reddettiği bu iddialara, Koçyiğit'ten "Sayın Bahçeli ciddi bir risk aldı!" yanıtı geldi. Programda, "AKP-MHP ittifakı bitiyor mu?" sorusu soruldu; AKP içindeki kavgalar ve Bahçeli-Erdoğan ilişkisi, ittifakın sonunu getirebilir. Bu istikrarsızlık, ekonomik reformları baltalıyor. İmralı görüşmeleri gibi hassas konular, federasyon planıyla örtüşüyor; ABD'nin Abdullah Öcalan'a "demokrasi bombaları" yerleştirdiği ima edildi. Irak'taki bombalamalarda "bir milyon çocuk öldü" diye hatırlatılan bu taktikler, şimdi Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerinden uygulanıyor. Hükümet, YPG'yi terörist olarak nitelendirmekten vazgeçip SDG adını kabul etti. Parlamento'da kurulan "Demokrasi ve Barış Komisyonu", bu entegrasyonu hızlandırıyor. SDG'nin Jolani hükümetiyle birleşmesi hedefleniyor; ancak SDG, ABD'den tanklar ve uçaklarla donatılmış halde, Fırat'ın doğusunu kontrol ediyor. Bu, "Entegrasyon olsun ama uyumlu olsun" diye özetleniyor, ama gerçekte Kürt koridoru oluşturma peşindeler.
Bölgesel aktörlerin hamleleri, federasyon planının bir parçası gibi duruyor. Barzani'nin Cizre ziyareti, Kürdistan Bölgesel Yönetimi bayraklarıyla ve koruma zırhlı ekiplerle gerçekleşti. "Cizre onların hırslarının bir parçası" denildi. 2017 Rudaw TV haritası, Diyarbakır, Şırnak, Mardin ve Urfa'yı Kürdistan olarak gösteriyordu. Bir valinin "Ben ne İranlıyım, ne Arap, ne Türk... Kürtüm ve Kürdistan'danım" paylaşımı, marşla pekiştirildi. Bu milliyetçilik, "Balkanlar'da, Yunanistan'da görülen kırık milliyetçilik" olarak tanımlandı; düşmanlığa dayalı ve olgunlaşmamış. Türkiye'nin aksine, "Türkiye Kürt düşmanlığına dayalı kurulmadı; Osmanlı mirasıyla kuruldu." Bu hamleler, İran'a karşı Kürt koridoru yaratma amacı taşıyor. İsrail'in uçakları Suriye hava sahasında dolaşabilir hale geliyor; "Bu Barzani'nin Kürdistan'ı... İran'da rejim değişikliği destekleyeceğiz." SDG'nin silahsızlanmayacağı vurgulandı: "SDG bir yere gitmiyor... Bizi yine kandırmaya çalışıyorlar."
Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılması da bu planın bir parçası. Barrack, Trump ve Erdoğan'ın Eylül 2026'yı hedeflediğini söyledi. "Tom Barrack ülkeyi yönetiyor gibi... Maşallah" diye ironik bir yorum yapıldı. Bu, ABD-Türkiye ilişkilerinde tavizlerin simgesi; ekonomik anlaşmalarla birleşince, Türkiye'nin egemenliğini zayıflatıyor. İsrail-Türkiye ilişkileri ise "düşman gibi görünen iki dost" olarak nitelendi. İsrailli yetkililer, "Erdoğan sayesinde Golan'ın kalan kısımlarını alabildik" diyor. AKP döneminde İsrail'le ticaret hacmi, Cumhuriyet tarihi toplamından fazla arttı. Mavi Marmara ve düşük koltuk krizlerine rağmen, "Gemicikler gidiyor, ticaret devam ediyor." Erdoğan'ın Gazze söylemleri lafta kaldı; Güney Afrika ve İspanya gibi ülkeler soykırıma karşı daha sert adımlar attı. Bu ikiyüzlülük, ekonomik çıkarların siyasi retorikten önde olduğunu gösteriyor.
Federasyon önerisi, Trump, İsrail ve Barzani'nin kazancı olacak; Türkiye'yi "kölelik durumuna indirgeyecek." "Büyük Osmanlı İmparatorluğu olacağız... Lübnan, Suriye, Kürdistan'la birleşeceğiz" diye alay edildi. Ancak, bu birleşme ekonomik çöküş getirir. Orta gelir tuzağı, ucuz emek ve düşük kaliteli büyüme ile besleniyor; federasyon ise bu tuzağı kalıcı hale getirir. Türkiye'nin genç nüfusu ve stratejik konumu gibi potansiyelleri, siyasi istikrarsızlıkla heba oluyor. Program, ABD'nin demokrasi vaadinin bir tuzak olduğunu vurguluyor: Jolani gibi figürlere "demokrat" damgası vurulup ödüller veriliyor. SDF'nin entegrasyonu, Kürt koridoruyla İran'a operasyon için zemin hazırlıyor.
Sonuçta, Tom Barrack'ın itirafları, Türkiye'nin ulusal bütünlüğünü tehdit eden bir sürecin habercisi. Enflasyon zamları gibi günlük ekonomik baskılar, jeopolitik tavizlerle birleşince, orta gelir tuzağından çıkış imkansızlaşıyor. AKP-MHP gerilimi, Barzani'nin hamleleri ve SDG entegrasyonu, federasyon tuzağını hızlandırıyor. Ülke, Osmanlı mirasını koruyarak, iç birliğini güçlendirmedikçe bu planlara kurban gider. Bu tartışma, milyonlarca vatandaşın geleceğini belirleyecek; dikkatli olmak, sorgulamak ve egemenliği savunmak şart. Gelecek aylarda, Heybeliada açılışı ve enflasyon rakamları gibi gelişmeler, bu senaryonun testini yapacak. Türkiye, kukla federasyondan sıyrılıp, gerçek ekonomik sıçramayı yakalayabilir mi? Cevap, siyasi iradede yatıyor.




