Kur'an-ı Kerim'in en gizemli kavramlarından biri olan "Zebani", yüzyıllardır yanlış anlaşılmış bir terim olarak dinî literatürde yerini almıştır. Geleneksel yorumlarda cehennemin korkutucu bekçileri veya şeytanî varlıklar olarak tasvir edilen bu kelime, aslında bambaşka bir anlama işaret eder. Allah'ın vahyiyle aydınlanan bu sohbet serisinde, Zebani'nin gerçek yüzü ortaya çıkıyor: O, cehennem görevlisi değil, doğrudan Kur'an ayetleridir. Dünyada insanları doğru yola davet eden, yumuşak bir ikna gücüyle uyaran ilahi mesajlardır. Bu kavramı derinlemesine anlamak, inancımızın temel taşlarını yeniden düzenlemek anlamına gelebilir. Peki, bu yanlış anlamalar nereden kaynaklanıyor ve Kur'an, Zebani'yi nasıl tanımlıyor? Gelin, ayet ayet inceleyelim ve bu sır perdesini aralayalım.
Alak Suresi'nin 15-18. ayetleri, Zebani kelimesinin ilk geçtiği yer olarak dikkat çeker. Bu ayetlerde, kibirli bir adamın Peygamber'e karşı tavrı tasvir edilirken, "Zebani" ifadesi kullanılır. Geleneksel tefsirlerde bu, cehennemdeki zincirli şeytanlar olarak yorumlanmış, ancak bu yaklaşım Kur'an'ın bütünlüğüne uymaz. Aslında, "lenesfean" şeklinde geçen bu kelime, doğru okunuşuyla "neşfea" olarak anlaşılmalıdır. Burada "ş" harfiyle okunması, zorlama veya işkenceyi çağrıştırırken, gerçekte ayetlerin ardı ardına inerek insanları ikna etme sürecini simgeler. Furkan Suresi 50. ayette belirtildiği gibi, Kur'an ayetleri "rahmet olarak" iner ve kalplere yumuşakça dokunur. Saffat Suresi'nde de benzer şekilde, ayetlerin peş peşe gelerek uyarıcı rolü üstlendiği vurgulanır. Yani Zebani, korku salan bir varlık değil, merhamet dolu bir davettir. Bu yorum, geleneksel etkilerden arınmış bir bakışla, ayetlerin literal anlamını korurken mecazi derinliğini açığa çıkarır.
Zebani'nin cehennemle ilişkilendirilmesi, büyük bir yanılgıdır. Kur'an'da cehennemdeki görevliler, itaatkâr melekler veya benzeri varlıklar olarak tanımlanır ve bunlar günah işlemeyen, emre uyan yaratıklardır. Örneğin, Tahrim Suresi 6-7. ayetlerde, cehennem azabının demir çubuklarla uygulanacağı belirtilir, ancak bu, şeytanî bir eylem değil, ilahi adaletin bir yansımasıdır. Malik gibi cehennem bekçileri, Zebani olarak adlandırılmaz; onlar ayrı bir kategoridedir. Zebani'nin şeytan anlamına gelmesi de tamamen hatalıdır. Şeytan, Kur'an'da İblis'in soyundan gelen aldatıcılar olarak geçer, oysa Zebani, tam tersine, insanları kurtarmaya yönelik bir kuvvettir. Bu ayrım, inananlar için hayati öneme sahiptir, çünkü cehennem tasvirlerini literal almak yerine, metaforik olarak kavramak gerekir. Hac Suresi'nde anlatılan ahiret bedeninin yeniden yaratılışı, bu metaforik yapıyı aydınlatır: Orada göz, kulak veya sindirim sistemi gibi dünyevi organlara ihtiyaç yoktur. Azap, psikolojik bir ıstıraptır; zemherir denen soğuk ateş, açlık, zehirli su gibi unsurlarla çeşitlenir. Bu, fiziksel bir ceza değil, ruhun derin pişmanlığını simgeleyen sembollerdir.
Ahirete imanla göçen bir müminin, dünyadaki malı ve evladı nasıl fayda sağlar? Bu soru, Zebani kavramıyla doğrudan bağlantılıdır ve İbrahim Suresi'nde Hz. İbrahim'in duasıyla somutlaşır. Peygamber, "Rabbim! Beni ve benden sonra gelecek olanları namaz kılanlardan kıl" derken, mal ve evladın imanla desteklendiğinde şefaatçi olacağını vurgular. Nisa Suresi 85. ayette de, iyilik yapanlara iyiliğin misliyle döneceği belirtilir; bu, malın ve evladın ahiretteki rolünü güçlendirir. Öte yandan, kâfirler için durum tam tersinedir. Nuh Suresi'nde, Nuh Peygamber'in kavminin malı ve evladının onlara fayda sağlamadığı anlatılır: "Onlar, malları ve evlatları ile övünüyorlardı, fakat bunlar onlara hiçbir fayda sağlamadı." Bu karşılaştırma, imanın gücünü ortaya koyar. Zebani olarak ayetler, dünyada bu imanı pekiştirmek için iner; ahirette ise, sağlam bir inançla gelenler, dünyevi bağlarından medet umar. Bu, inananlara büyük bir teselli sunar: Mal biriktirmek değil, onu imanla taçlandırmak esastır.
Kur'an, eski uygarlıkların yok oluşunu anlatırken, Zebani'nin uyarıcı rolünü bir kez daha vurgular. Haqqa Suresi 8. ayette, Semud kavminin kalıntılarından bahsedilir: "Onların izlerini her yerde görürsün, fakat onları bulamazsın." Benzer şekilde, Meryem Suresi 98'de, nice toplumların helak edildiği belirtilir. Burada "kalıntılar" ifadesi, fiziksel evler veya bahçeler anlamına gelmez; aksine, "canlı ses bile kalmamıştır" şeklinde yorumlanır. Yani, o toplumlarda ses çıkaran, yaşayan hiçbir varlık kalmamıştır. Bu, Zebani ayetlerinin reddedilmesiyle sonuçlanan bir felakettir. Ayetler, eski çağlardan beri insanları uyarmış, ancak kibir ve inkâr, toplumları yok etmiştir. Günümüzde de aynı uyarı geçerlidir: Zebani, hâlâ aramızda, her okuduğumuz ayetle bize seslenir.
Bu derin analiz, Kur'an'ın bütüncül yapısını gözler önüne serer. Zebani'nin ayetler olarak anlaşılması, dinî korkuları merhamete dönüştürür ve inancı güçlendirir. Geleneksel yorumların ötesine geçerek, vahyin saf mesajını yakalamak, her mümin için bir davetiyedir. Ahiret azabının metaforik doğası, imanın kurtuluş gücünü ve mal-evlat ilişkisinin uhrevî boyutunu anlamak, ruhumuzu özgürleştirir. Bu sohbet, 318. bölümde olduğu gibi, Kur'an'ın sonsuz hazinelerini bir kez daha hatırlatır: Uyarıcılar yanımızdadır, yeter ki kulak verelim.
Zebani kavramı etrafındaki bu aydınlatıcı bakış, inananların zihnindeki karanlıkları dağıtır. Kur'an ayetlerinin yumuşak iknası, cehennem korkusunu gereksiz kılar ve ahiret umudunu pekiştirir. İmanla dolu bir hayat, malı ve evladı ebedî bir nimete çevirir; eski kavimlerin kaderi ise, bu fırsatı kaçırmanın bedelini gösterir. Her ayet, bir Zebani olarak, bize doğru yolu fısıldar – dinlemek, kurtuluşun anahtarıdır.