Suriye'nin kuzeyinde, Kürt özerk yapılarıyla merkezi yönetim arasındaki ilişkiler, son aylarda diplomatik bir satranç tahtasına dönüştü. 10 Mart anlaşması olarak bilinen süreç, SDG güçlerinin Suriye üniter devletine entegrasyonunu hedeflerken, çeşitli tarafların müdahaleleriyle karmaşık bir hal aldı. Bu gelişmeler, hem yerel hem de uluslararası aktörleri yakından ilgilendiriyor, zira bölgedeki istikrar, Orta Doğu'nun geleceğini doğrudan etkiliyor. Peki, bu sürecin perde arkasında neler yaşanıyor? Görüşmelerde öne çıkan sesler, Türkiye'nin rolünü mercek altına alıyor ve entegrasyonun önündeki engelleri işaret ediyor.

PYD'nin önde gelen isimlerinden Salih Müslim, Mezopotamya Ajansı'na verdiği röportajda, Türkiye'yi "el altından işler yapmakla" itham etti. Müslim'e göre, Türkiye ve Şam yönetimi arasında gizli bir koordinasyon var; bu da YPG kontrolündeki bölgelerin oyalanmasına yol açıyor. Sürecin tıkandığını savunan Müslim, "Kendi aralarında anlaşan Suriye ve Türkiye, bizi oyalıyor ve hiçbir sonuç çıkmıyor" diyerek, bu ittifakın entegrasyonu baltaladığını öne sürdü. Bu iddialar, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Fırat Nehri ötesi bölgelerde artan gerilimi yansıtıyor; buralarda SDG'nin idari yapıları, petrol sahaları ve su kaynakları gibi stratejik unsurları yönetiyor.
Müslim'in açıklamaları, Türkiye'ye bağlı grupların sınır bölgelerinde düzenlediği sözde saldırıları da kapsıyor. PYD lideri, bu grupların varlığını Türkiye'nin desteğine bağlıyor ve "Bugüne kadar kaldılar çünkü arkalarında destek var. Türkiye farklı adımlar atarak engel çıkarıyor" diyor. Bu tür olaylar, Haseke ve Rakka gibi illerdeki yerel çatışmaları tetikliyor; örneğin, son aylarda kaydedilen küçük çaplı çatışmalar, sivillerin göçünü artırdı ve insani yardım koridorlarını zorladı. Müslim, bu hamlelerin amacının kargaşa yaratmak olduğunu vurguluyor: "Türkiye, Suriye'de karmaşa çıkarmak istiyor. Bakur'da da süreci bozmak için benzer taktikler uyguluyorlar." Bakur ifadesiyle Türkiye'nin güneydoğusunu kastederek, iç dinamiklerin de bu oyuna dahil edildiğini ima ediyor.
Sürecin aktörleri arasında öne çıkan isimler de Müslim'in hedefinde. Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed el Şaraa ve Şeybani gibi figürleri işaret eden Müslim, "Bunlar dışarıdan ilişkilere sahip, bu yüzden çözümden uzak duruyorlar" diyor. Şaraa'nın ABD ziyaretlerini "gösteri" olarak nitelendiren PYD lideri, bu gezilerin gerçek bir yumuşama değil, sadece uluslararası kamuoyuna mesaj verme amacı taşıdığını savunuyor. Hatırlanacağı üzere, Şaraa'nın Washington temasları sırasında Hakan Fidan'ın da dahil olduğu görüşmelerde 10 Mart anlaşması övülmüştü; ancak Müslim'e göre, "Sözler orada kaldı, hiçbir adım atılmadı." Bu durum, ABD'nin Suriye planlarını da sorgulatıyor; zira Washington, YPG/SDG'yi IŞİD'e karşı müttefik olarak görürken, Şam'la uzlaşmayı teşvik ediyor. Müslim, ABD'nin "sorunların çözülmesini istediğini" kabul etmekle birlikte, detaylara girmeyerek gizemi koruyor.
Abdullah Öcalan'ın son açıklamaları, Müslim'in söyleşisinde merkezi bir yer tutuyor. PKK liderinin komisyon görüşmelerinde vurguladığı "demokrasi yoksa entegrasyon da yok" mesajı, PYD için bir manifesto niteliğinde. Müslim, Öcalan'ı överek "İstedikleri gibi 'Tüm Kürtleri feda ediyoruz' demesini beklediler, ama o bir kez daha ispatladı" diyor. Öcalan'ın sözlerine göre, Suriye'de demokratik bir sistem olmadan entegrasyon imkansız; bu sistemin inşası ise Türkiye'yi de etkileyecek. Müslim, bu vizyonu genişleterek "Demokrasi yoksa entegrasyon zor. Kürt halkı bu sürece öncülük yapıyor" diye ekliyor. Bu yaklaşım, Rojava'daki özerk yönetim modelini temel alıyor; kadın kotası, yerel meclisler ve çok dilli eğitim gibi unsurlarla örülü bu yapı, Şam'ın merkeziyetçi yaklaşımıyla çatışıyor.
Peki, bu iddiaların Suriye'nin genel tablosuna etkisi ne? 10 Mart anlaşması, SDG'nin silahlı unsurlarının Suriye ordusuna entegrasyonunu, idari özerkliğin sınırlı korunmasını ve ekonomik kaynakların paylaşımını öngörüyordu. Ancak Müslim'in anlattıkları, sürecin şahıslar üzerinden yürüdüğünü ve iç yıkım girişimlerinin arttığını gösteriyor. Örneğin, Türkiye'nin etkisi altındaki grupların saldırıları, sadece askeri değil, ekonomik bir baskı da yaratıyor; zira sınır ticareti ve tarım arazileri bu çatışmalardan darbe alıyor. Uzmanlar, bu gerilimin Lübnan ve Irak sınırlarındaki istikrarsızlığı da körükleyebileceğini belirtiyor. Müslim'in "Huzur ve barış, 10 Mart'a bağlı" vurgusu, taraflara bir uyarı gibi: Kimse karşı çıkamaz, ama içeriden sabotajlar süreci zehirliyor.
Suriye'deki bu karmaşık denklem, uluslararası toplumun gözünü diktiği bir nokta. BM raporları, kuzeydoğu Suriye'de 4 milyondan fazla sivilin bu gerilimden etkilendiğini ortaya koyuyor; açlık, yerinden edilme ve sağlık hizmetleri eksikliği başlıca sorunlar. Müslim'in röportajı, PYD'nin pozisyonunu netleştirirken, Şam ve Ankara'nın sessizliğini de sorgulatıyor. Öcalan'ın demokrasi çağrısı, sadece Kürtler için değil, tüm Suriye halkı için bir dönüm noktası olabilir mi? Gelecek görüşmeler, bu soruların cevabını verecek gibi görünüyor. Bölgedeki aktörler, kargaşa yerine diyalogu seçerse, belki de uzun süredir beklenen barış rüzgarları esecek. Ancak şimdilik, el altından yürüyen hamleler, gerilimi tırmandırmaya devam ediyor.




