Türkiye'de 2016 yılından bu yana yürürlükte olan kalıcı yaz saati uygulaması, her kış mevsiminde aynı acıları yeniden canlandırıyor ve vatandaşları adeta karanlık bir rutine mahkum ediyor. Bu uygulama, başlangıçta enerji tasarrufu amacıyla hayata geçirilmişti; ancak aradan geçen yıllarda vaat edilen tasarruf yerine, milyonlarca insanın günlük hayatını zehirleyen bir yük haline geldi. Özellikle Aralık ayı gibi en kısa günlerin yaşandığı dönemde, güneşin doğuşu iyice gecikirken, insanlar evlerinden çıkmak zorunda kaldıkları saatlerde tam bir karanlık tünelinde yol almaya başlıyor. Ankara'nın sokaklarında, SÖZCÜ TV ekibinin mikrofon uzattığı vatandaşlar, bu uygulamadan duydukları derin rahatsızlığı dile getirerek, yıllardır süren mağduriyetin artık sona ermesi gerektiğini haykırıyor. Uygulamanın getirdiği erken kalkış zorunluluğu, sadece fiziksel bir yorgunluk değil, aynı zamanda psikolojik bir baskı ve güvenlik riski yaratıyor; kadınlar ve çocuklar için sokaklarda yürümek, adeta bir kabusun parçası haline geliyor.

Uygulamanın kökenine inmek gerekirse, 2016 yılında hükümet tarafından kabul edilen bu karar, Avrupa Birliği normlarına uyum sağlamak ve elektrik tüketimini azaltmak iddiasıyla savunulmuştu. O dönemde yapılan resmi açıklamalarda, saatlerin ileri alınmasının yaz aylarında gün ışığından daha fazla yararlanmayı sağlayacağı ve böylece aydınlatma giderlerini düşüreceği belirtilmişti. Ancak, kalıcı hale getirilmesiyle birlikte, kış aylarında yaşanan ters etki göz ardı edildi. Güneşin doğuş saatinin gecikmesi, özellikle tarım bölgeleri ve sanayi alanlarında yaşayanlar için felaket gibiydi. Çiftçiler, sabahın köründe hayvanlarını beslemek ve tarlalarını kontrol etmek için fener ışığında çalışmak zorunda kalıyor; fabrikalarda turne yapan işçiler ise servis araçlarında karanlıkta bekliyor. Bu durum, sadece bireysel mağduriyetleri değil, trafik kazalarını da tetikliyor; zira erken saatlerde görüş mesafesinin düşük olması, sürücülerin dikkatini dağıtabiliyor. Sağlık uzmanları, bu tür saat değişikliklerinin biyolojik saati bozduğunu ve kronik yorgunluk sendromuna yol açabileceğini yıllardır uyarıyor, fakat bu uyarılar kulak ardı ediliyor.

Ankara'da yapılan sokak röportajları, yaz saati uygulamasının günlük hayata nasıl sirayet ettiğini en çarpıcı şekilde ortaya koyuyor. Sabahın erken saatlerinde, henüz şafak sökmeden yola koyulan bir emekçi kadın, duygularını şöyle dile getiriyor: "Sabahın dördünde kalkıp yola düş hiç hoş değil. Bir kadın olarak karanlıklarda yürümek hiç hoş değil." Bu sözler, binlerce kadının paylaştığı bir gerçeği yansıtıyor; güvenlik endişesi, her sabah yeniden depreşiyor. Karanlık sokaklarda yürürken hissedilen tedirginlik, sadece fiziksel bir tehlike değil, aynı zamanda özgürlük kısıtlaması anlamına geliyor. Kadınlar, bu saatlerde toplu taşıma kullanmayı tercih etse bile, duraklarda beklemek zorunda kalmak bile başlı başına bir stres kaynağı. Benzer şekilde, okula giden genç bir öğrenci, uygulamanın genç nesil üzerindeki etkisini şu cümlelerle özetliyor: "Daha güneş açmamış biz yollara düşüyoruz. Bu çok kötü bir duygu." Bu ifade, çocukların motivasyonunu nasıl kırdığını gösteriyor; karanlıkta servise binmek, okul heyecanı yerine bir korku perdesi örüyor. Veliler, çocuklarını erken saatlerde okula bırakmak için ekstra mesai yapıyor, bu da aile ekonomisini daha da zorluyor.

Yaz saati uygulamasının yarattığı mağduriyetler, sadece bireysel hikayelerle sınırlı kalmıyor; toplumsal bir boyuta ulaşıyor. İş dünyasında, erken kalkış zorunluluğu verimliliği düşürüyor; zira uykusuzluk, konsantrasyon eksikliğine yol açıyor. Fabrika işçileri, vardiya başlangıcında tam kapasite çalışamıyor; ofis çalışanları ise kahve molalarıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Bu durum, Türkiye'nin genel ekonomik performansını da etkiliyor; zira yorgun bir iş gücü, inovasyon ve üretkenlikten uzaklaşıyor. Eğitim sisteminde ise durum daha vahim: Okulların başlangıç saati değişmediği halde, güneşin gecikmesiyle öğrenciler karanlıkta dershanelere veya etütlere gidiyor. Psikologlar, bu erken karanlığın mevsimsel depresyonu tetiklediğini belirtiyor; özellikle kuzey illerinde yaşayanlar, gün ışığından mahrum kalmanın ruh sağlığını bozduğunu söylüyor. Uygulamanın savunucuları, hala enerji tasarrufu argümanını öne sürse de, yapılan bağımsız araştırmalar bu iddianın gerçekçi olmadığını ortaya koyuyor; zira yaz aylarında elde edilen tasarruf, kışın artan ısıtma giderleriyle dengeleniyor, hatta aşılıyor.

Vatandaşların isyanı, Ankara sokaklarında somutlaşıyor ve sosyal medyada hızla yayılıyor. Röportajlarda duyulan "Adı yaz saati ama hissi gece mesaisi" ifadesi, uygulamanın ironisini mükemmel özetliyor. Kim ne kazandı bilinmez ama halk günaydın diyemeden işe başlıyor – bu cümle, milyonların dilinden düşmüyor. Emekliler, sabah yürüyüşlerini ertelemek zorunda kalıyor; sporcular, antrenmanlarını gündüze kaydırıyor. Trafik yoğunluğu ise erken saatlerde zirve yapıyor; zira herkes aynı karanlık anda yola çıkıyor. Hükümetin bu konudaki sessizliği, muhalefet partileri tarafından sıkça eleştiriliyor; CHP ve diğer gruplar, yaz saati uygulamasının kaldırılması için yasa teklifleri sunuyor, ancak bunlar komisyonlarda bekletiliyor. Uzmanlar, İskandinav ülkeleri gibi kuzey coğrafyalarında uygulanan esnek saat sistemlerini örnek göstererek, Türkiye'nin coğrafi konumuna uygun bir model önermekte. Bu model, kışın saatleri geri almayı ve yazın ileri almayı içerecek şekilde dinamik olmalı; böylece hem enerji tasarrufu sağlanır hem de günlük hayat rahatlar.

Uygulamanın uzun vadeli etkileri, nesiller boyu sürecek gibi görünüyor. Çocuklar, karanlık sabahlara alışmak zorunda kalırken, ebeveynler suçluluk duygusu yaşıyor. Sağlık bakanlığının verilerine göre, kış aylarında uyku bozuklukları vakaları yüzde 30 artıyor; bu da ilaç tüketimini ve iş göremezlik raporlarını yükseltiyor. Tarım sektöründe ise kayıplar daha büyük: Güneşsiz sabahlar, hayvanların beslenme düzenini bozuyor ve süt verimini düşürüyor. Şehirleşmeyle birlikte, apartmanlarda yaşayan aileler için balkonlarda kahvaltı yapmak bile imkansız hale geliyor; zira pencereden sızan loş ışık, güneşi aratıyor. Vatandaşlar, bu mağduriyetin sona ermesi için imza kampanyaları başlatıyor; sosyal medyada #YazSaatiKaldırılsın etiketiyle binlerce paylaşım yapılıyor. Bu hareket, sadece bir şikayet değil, kolektif bir talep; hükümetin bu sesi duyması, artık bir zorunluluk.

Ankara'daki röportajlar, yaz saati uygulamasının yarattığı öfkeyi çıplak bir şekilde gözler önüne seriyor. Bir esnaf, "Bu uygulama bizi köleleştirdi; sabahları zifiri karanlıkta dükkanı açmak, motivasyonumu sıfırlıyor" diyor. Başka bir veli ise, "Çocuğumun okul çantasını karanlıkta hazırlamak, kalbimi sıkıyor" diye ekliyor. Bu kişisel hikayeler, uygulamanın insani maliyetini artırıyor; zira tasarruf adına kaybedilen zaman ve huzur, geri gelmez. Ekonomistler, uygulamanın aslında bir illüzyon olduğunu savunuyor: Gerçek tasarruf, yenilenebilir enerji yatırımlarıyla sağlanmalı, saat oyunlarıyla değil. Avrupa'da birçok ülke, 2021'den beri kalıcı yaz saatini terk ederek esnek modele geçti; Türkiye'nin bu treni kaçırması, uluslararası standartlardan uzaklaşmaya neden oluyor.

Mağduriyetlerin bitmemesi, siyasi gündemi de etkiliyor. Muhalefet liderleri, meclis kürsülerinden bu konuyu dile getirerek, erken seçim vaatleri arasında yaz saati kaldırmayı da ekliyor. Vatandaşlar, "Beklenti ise uygulamanın sona erdirilmesi" diyor; bu beklenti, her kış yeniden alevleniyor. Uygulamanın 2016'dan beri süren serüveni, bir ders niteliğinde: Politika yaparken, halkın günlük hayatını göz ardı etmek, uzun vadede güven kaybına yol açıyor. Karanlık sabahlar, sadece bir saat meselesi değil; adalet, eşitlik ve yaşanabilirlik meselesi. Türkiye, bu karanlığı aydınlatmak için adım atmalı; yoksa mağduriyetler, kışın soğuğu gibi derinlere işleyecek.

Bu Hafta Sağnak Yağış ve Kar Uyarısı: Hangi İller Etkilenecek?
Bu Hafta Sağnak Yağış ve Kar Uyarısı: Hangi İller Etkilenecek?
İçeriği Görüntüle

Sonuç olarak, yaz saati uygulaması Türkiye'de bir karabasana dönüşmüş durumda. 2016'dan beri süren bu politika, enerji tasarrufu vaadinin ötesinde, milyonlarca insanın hayatını karartıyor. Ankara sokaklarından yükselen sesler, değişim talebini netleştiriyor: Karanlıkta uyanmak yerine, güneşle başlamak isteyen bir halk var. Hükümetin bu çağrıya kulak vermesi, sadece bir düzenleme değil, halka güven tazeleme fırsatı. Uygulamanın kaldırılması, küçük bir adım gibi görünse de, büyük bir rahatlama getirecek. Vatandaşların hikayeleri, bu konunun aciliyetini kanıtlıyor; artık vakit, saatleri değil, vicdanları ileri alma zamanı.