Türkiye, son yılların en büyük toplumsal utancıyla yüzleşiyor. Savaşta anne babalarını kaybeden 510 yetim çocuğun, insani yardım amacıyla Türkiye'ye getirilip Antalya'daki otel ve kurumlara yerleştirilmesinin ardından ortaya çıkan tablo, vicdanları kanattı. Bu çocukların otel çalışanları tarafından istismar ve tecavüze maruz bırakılması, hatta içlerinden bazılarının hamile kalması haberi, kamuoyuna bir bomba gibi düştü.
Olayla ilgili Türkiye'de açılan soruşturmaya takipsizlik kararı verilmesi ve suçluların serbest bırakılması, ülkedeki "cezasızlık kültürü"nün ulaştığı korkunç boyutu gözler önüne serdi. Devletin, koruması altına aldığı bu masum yetimlere sahip çıkamayarak onları sapıklara yem etmesi ve ardından suçluları cezalandırmaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin amel defterine düşülmüş büyük bir leke olarak nitelendiriliyor.
Cezasızlık Siyaseti ve Toplumsal Kokuşma
Bu türden olayların faillerinin cezasız kalması, toplumsal disiplini bozan ve vahşi suçları yaygınlaştıran en önemli faktörlerden biridir. Beyoğlu'nda yılbaşı gecesi bir kızı taciz eden, kabarık sabıka kayıtlarına (uyuşturucu, gasp, hırsızlık) sahip kişilerin bile bir yıl gibi kısa bir sürede tahliye edilmesi, çürümüşlüğün her yere yayıldığını gösteriyor. Toplumların cezayla disiplin altına alınacağını ve cezanın caydırıcılığının kaldırılması durumunda bozuk fertlerin daha da cesarete geleceğini vurgulayan uzmanlar, bu cezasızlığın bir kaosa ve çürümeye yol açacağı konusunda uyarıyor.
Bu tür olayların üstünün örtülmesi ve tepkinin sadece gazetecilik faaliyetleri ve toplumsal hareketlerle sınırlı kalması, Türkiye'nin vicdanının artık sadece dijital ortamda var olduğu anlamına geliyor.
Muhalefet Cephesinde 'Cellatına Âşık Olma' Tartışması
Tüm bu toplumsal krizler ve hukuksuzluk silsilesi yaşanırken, siyaset sahnesinde de derin bir çatlak ortaya çıktı. Ana muhalefet partisi liderinin, başka bir muhalefet partisine yönelik kullandığı "Stockholm Sendromu" ve "celladınıza âşık olmayın" benzetmesi, mecliste devam eden siyasi yakınlaşmanın arka planını aydınlattı. Ana muhalefet lideri, bu benzetmeyi, diğer partinin, kendilerine kayyum atayan, siyasetçilerini tutuklayan ve temel hukuki haklarını uygulamayan iktidar blokuyla yürüttüğü iş birliği sürecine tepki olarak yaptı.
Tepki gösteren partinin Eş Başkanı, bu benzetmeyi "akıl tutulması" olarak nitelendirirken, ana muhalefet lideri ise sözlerinin bir genelleme olduğunu, ancak ülkedeki hukuksuzlukların ve tek adam rejiminin temel sorunlar olduğunu, bu sorunların çözümünde muhalif bloğun birlik olması gerektiğini savundu. Meseleyi sadece "barış süreci"ne indirgeyip, diğer muhalif partilerin desteğini göz ardı eden ve temel hukuki ihlalleri (AYM kararına uyulmaması, önemli siyasetçilerin durumu) yeterince gündeme getirmeyen bir siyasi tavır, eleştirilerin odağı oldu. Zira barışın sadece bir liderin kravat takmasıyla eşdeğer tutulması, ne o bölgedeki vatandaşların ne de ülkenin geri kalanındaki insanların hassasiyetlerini dikkate alan bir yaklaşım olarak görülüyor.
Siyasetin asıl amacının, ülkenin tamamına hukuku ve refahı getirmek olması gerekirken, bu tartışmanın bir parti içi hesaplaşmaya indirgenmesi, siyasal çürümenin derinliğini gözler önüne seriyor.




