Türkiye'nin ekonomik manzarası, son yıllarda adeta bir fırtına gemisine dönmüş gibi. Dalgalar yükseliyor, limanlar daralıyor ve her gün yeni bir hikaye, eski bir hayali yutuyor. Sokaklardaki esnaf fısıltıları, fabrika kapılarındaki kilit sesleri, ekranlardaki flaş haberler – hepsi bir büyük resmin parçaları. Bu resim, bazen o kadar canlı ki, dokunmak istersiniz; ama yaklaştıkça diken diken eder. İşletmeler bir bir ayakta kalmaya çalışıyor, aileler faturalarla boğuşuyor, hayaller erteleniyor. Peki, bu fırtına ne zaman diner? Ve kimler, bu dalgaların arasında nefes almayı başarır? Merakınızı bir kenara bırakın, çünkü asıl hikaye, önümüzdeki satırlarda tüm ağırlığıyla çökecek – ve sizi hem hüzünlendirecek hem de düşündürecek.

İşte o beklenmedik darbe: Yıllardır mutfakların sadık dostu, hanımların gözbebeği olan ünlü tencere markası Atasoy Kitchenware, resmen iflas etti. Bu haber, sadece bir şirketin sonu değil; sayısız kahvaltı sofrasının, akşam yemeklerinin ve aile sohbetlerinin bir parçası olan bir markanın veda anı. Tekirdağ Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 9 Eylül tarihli kararı, firmanın kaderini mühürledi – adeta bir perde inişi gibi, sessiz ama yıkıcı. Atasoy, o parlak günlerinde Türkiye'nin dört bir yanına uzanan bir ağ gibiydi; şimdi ise, o ağın ipleri kopmuş, parçalar rüzgarda savruluyor. Bu iflas, ekonomik baskıların ne kadar acımasız olabileceğini bir kez daha gözler önüne seriyor; ucuz finansmana erişim kapıları kapanmış, borçlar birikmiş ve sonunda mahkeme çekiç vurmuş. Peki, bu sonun tohumları ne zamandan beri atılmıştı? Ve bu veda, mutfak raflarını nasıl boşaltacak?

Atasoy Kitchenware'ın hikayesi, başarıyla başlamıştı – o kadar ki, her evde bir iz bırakmıştı. Firma, Tekirdağ'daki modern fabrikasından yola çıkarak, Türkiye'nin 81 iline ürünlerini ulaştırıyordu. Özellikle döküm tava üretiminde uzmanlaşmış bir devdi; o tavalar, annelerin elinde sihir gibi işliyor, yemeklerin lezzetini katmerliyordu. Dökümün o ağırbaşlı dayanıklılığı, markayı rakiplerinden ayırıyordu – paslanmaz çelikten granitten, her malzeme bir sanat eseri gibi işleniyordu. Mutfak eşyaları yelpazesi genişti: Tencereler, tavalar, fırın kapları... Hepsi, yılların emeğiyle damgalanmıştı. Hanımlar arasında bir fısıltı gibi yayılırdı adı; "Atasoy al, yıllarca kullan" derlerdi komşular, pazarlarda elden ele dolaşırdı broşürler. Fabrika, tam bir üretim üssüydü: Konveyör bantlar hiç durmaz, işçiler ter dökerek o ürünleri hayata geçirirdi. 81 ile uzanan dağıtım ağı, lojistik bir mucizeydi – kamyonlar sabahın köründe yola çıkar, akşam sofralara varırdı. Bu marka, sadece bir ticari girişim değil; evlerin kalbine dokunan bir gelenekti.

Ama her hikayenin bir gölgesi vardır ve Atasoy'unki, ekonomik gerçeklerin ağırlığı altında ezilmeye başladı. Geçtiğimiz yıl, mali darboğazın pençesinde konkordato kararı alınmıştı – o, iflasın son çaresi gibi bir nefes alma girişimiydi. Şirket, borçlarını yapılandırmak, tedarikçilere söz vermek için masaya oturmuştu. Konkordato komiserleri atanmış, raporlar hazırlanmış; ama umutlar, gerçeklerin duvarına çarpmıştı. Mahkeme, üç kişilik heyetin incelediği finansal tabloları eline aldığında, tablo karanlıktı: Mevcut yükümlülükler yerine getirilememiş, nakit akışı tıkanmış, borçlar kartopu gibi büyümüştü. 9 Eylül'deki karar, bu incelemelerin meyvesiydi – resmen iflas, firmanın sonunu ilan ediyordu. Artık tasfiye süreci başlayacak; alacaklılar sıraya girecek, varlıklar satılacak. Borçların tam listesi ve takvim, ilerleyen günlerde açıklanacak – ama o liste, muhtemelen yürek yakacak rakamlarla dolu. Bu, sadece sayılardan ibaret değil; yılların birikmiş emeğinin, umudun dağılışı.

Türkiye'nin genel ekonomik iklimi, bu iflasın zeminini hazırlamıştı – ve hâlâ hazırlıyor. Sıkı para politikaları, adeta bir mengene gibi sıkıyor işletmeleri; faizler yükselmiş, kredi kapıları kapanmış. Ucuz finansmana erişim, bir lüks haline gelmiş; küçük ve orta ölçekli üreticiler, en çok bu darbeden etkileniyor. Atasoy gibi firmalar, hammadde ithalatı için döviz peşinde koşarken, iç piyasada rekabetle boğuşuyor. Enflasyon canavarı, maliyetleri şişirirken, tüketici cüzdanları inceliyor – o döküm tavalar raflarda tozlanmaya başlıyor. Son aylarda, art arda gelen iflas haberleri, bir domino etkisi yaratıyor: Tekstil atölyeleri, gıda fabrikaları, şimdi de mutfak eşyaları... Her biri, ekonominin nabzını tutan birer ayna. Merkez Bankası'nın politikaları, büyümeyi frenlerken, iflas dalgası kabarıyor. Uzmanlar, "Bu, geçici bir sıkışma" diyor; ama sahadaki esnaf, "Kepenk indirmek zorunda kalıyoruz" diye haykırıyor. Atasoy'un düşüşü, bu büyük resmin bir parçası – yalnız bir hikaye değil, binlercesinin yankısı.

Firmanın konkordato sürecine dönersek, o üç kişilik komiser heyeti, adeta bir cerrah gibi tabloları ameliyat masasına yatırmıştı. Raporları, saatlerce süren incelemelerin ürünüydü: Nakit girişleri yetersiz, stoklar eriyor, tedarikçiler kapıda. Yükümlülükler – o vergiler, maaşlar, faizler – birer zincir gibi sarılmıştı boynuna. Mahkeme, bu raporu okuduğunda tereddüt etmemişti; iflas kararı, kaçınılmaz bir sonuçtu. Tasfiye memurları atanacak, varlıklar elden çıkarılacak – belki o Tekirdağ fabrikası yeni bir sahibe geçecek, belki parçalara ayrılacak. Alacaklılar, bankalardan tedarikçilere, herkes payını bekleyecek; ama o pay, vaat edildiği kadar tatmin edici olmayabilir. Bu süreç, aylarca, belki yıllarca sürecek – her duruşma, bir yara bandı gibi geçici rahatlama getirecek. Atasoy'un hikayesi, burada bitmiyor; sadece yeni bir fasla geçiyor, ama o fasıl, hüzünlü bir veda kokuyor.

Altın: Piyasalarda Neler Oluyor?
Altın: Piyasalarda Neler Oluyor?
İçeriği Görüntüle

Mutfak eşyaları sektörüne bakınca, Atasoy'un yeri doldurulmaz gibiydi – ama şimdi boşluklar oluşuyor. Döküm tava pazarı, ithal rakiplerle dolup taşarken, yerli üretim nefes almakta zorlanıyor. Tüketiciler, fiyat etiketlerine bakıp başını sallıyor; o kaliteli ürünler, ucuz alternatiflere yenik düşüyor. Fabrikanın kapanması, yerel ekonomiyi de vuracak: Tekirdağ'da işsiz kalan işçiler, aile bütçeleri sarsılacak. Belki bazıları yeni işlere atılacak, belki erken emekliye ayrılacak – ama o boşluk, kolay dolmayacak. Sektör temsilcileri, sessizce izliyor; "Daha niceleri sırada" diyorlar fısıltıyla. Atasoy, bir öncüydü; şimdi ise, bir uyarı levhası gibi dikiliyor karşımızda. Hanımlar, raflardaki boşlukları fark edecek mi? O eski tarifler, yeni tavalarda mı pişecek? Bu sorular, sofraların ötesine uzanıyor – ekonominin kalbine dokunuyor.

Bu iflasın yankıları, sadece Tekirdağ'la sınırlı kalmayacak; Türkiye'nin dört bir yanına yayılacak. Dağıtım ağı çöktüğünde, bayiler stok sıkıntısı çekecek; küçük esnaflar, alternatif arayışına girecek. Mali darboğazın detayları, raporlarda gizli: Belki döviz kuru dalgalanmaları, belki artan enerji maliyetleri... Ama hepsinin kökü, o sıkı para politikalarında yatıyor. İşletmeler, kredi için banka kapılarında beklerken, rakipler –özellikle Asyalı devler– fiyatlarını aşağı çekiyor. Atasoy'un düşüşü, bir ayna tutuyor bu tabloya: Yerli üretim, desteklenmezse erir gider. Hükümetin teşvik paketleri konuşuluyor, ama sahadaki firma sahipleri, "Geç kalındı" diyor içten içe. Konkordato, bir can simidiydi; ama dalgalar o simidi yuttu. Şimdi, tasfiye rüzgarı esecek – ve o rüzgar, başka kapıları da çalacak.

Günler geçtikçe, Atasoy'un mirası daha netleşecek. Belki o döküm tavalar, ikinci el pazarlarında elden ele dolaşacak; belki yeni bir girişimci, küllerinden doğuracak markayı. Ama şu an, hüzün hâkim: Yılların emeği, bir mahkeme kararında son buluyor. Hanımların gözdesiydi o marka; şimdi ise, bir hatıra. Ekonomik fırtına diner mi? İşletmeler nefes alır mı? Bu sorular, hepimizin sofrasında duruyor. Atasoy'un hikayesi, bir uyarı – ve belki de bir umut kıvılcımı. Çünkü her iflas, yeni bir başlangıcın tohumu olabilir. Ama o tohumun filizlenmesi için, yağmura değil, güneşe ihtiyaç var. Türkiye, bu fırtınadan nasıl çıkacak? Mutfaklar, yeni lezzetlerle mi dolacak? Heyecanla, hüzünle bekliyoruz – çünkü hayat, tıpkı bir yemek gibi, beklenmedik baharatlarla sürpriz yapıyor.