Türkiye'de son dönemde yapılan kapsamlı anketler, toplumun genelinde derin bir umutsuzluk ve gelecek kaygısının hakim olduğunu gözler önüne seriyor. Özellikle ekonomik sıkıntıların giderek ağırlaşması, hayat pahalılığının yurttaşların günlük yaşamını felç etmesi ve siyasi alandaki belirsizlikler, vatandaşların geleceğe dair iyimserliğini tümden yitirmesine neden oluyor. Yapılan araştırmalar, her on kişiden sekizinin "umudumuz kalmadı" diyerek karamsar bir tablo çizdiğini ortaya koyarken, genç nüfusun ve orta gelir grubunun yaşadığı kaygı daha da yüksek seviyelere ulaşıyor. Anket katılımcılarının büyük çoğunluğu, son bir yılda ekonomik durumlarının belirgin şekilde kötüleştiğini belirtiyor ve önümüzdeki altı ay içinde herhangi bir iyileşme beklentisinin olmadığını ifade ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun resmi enflasyon verileri yüzde 70'lere yaklaşmışken, vatandaşın hissettiği gerçek enflasyonun ise bu rakamların çok üzerinde olduğu araştırma sonuçlarına yansıyor. Market raflarından elektrik faturalarına, kira artışlarından ulaşım maliyetlerine kadar her alanda hissedilen fiyat artışları, hane halkı bütçelerini alt üst ediyor. Katılımcıların yüzde 61.2'si ekonomi ve hayat pahalılığını Türkiye'nin en büyük sorunu olarak görürken, işsizlik oranlarının resmi verilerde yüzde 10 civarında gösterilmesine rağmen genç işsizliğinin yüzde 25'e dayandığı ve gerçek işsizlik oranlarının çok daha yüksek olduğu vurgulanıyor. Anketlerde yer alan açık uçlu sorulara vatandaşlar, "Maaşımız yetmiyor, faturaları ödeyemiyoruz, çocuklarımızın geleceğinden endişeliyiz" şeklinde yanıtlar veriyor.

Siyasi alandaki karamsarlık da umutsuzluğun temel nedenleri arasında öne çıkıyor. Pew Research Center'ın 2024 baharında yaptığı anket, yetişkin Türklerin yüzde 55'inin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında olumsuz görüşe sahip olduğunu gösteriyor. Bu oran, 2017 yılına göre olumlu görüşte 32 puanlık bir düşüşe işaret ediyor. Özellikle 2023 seçimleri sonrası oluşan beklentilerin karşılanmaması, yönetim tarafından alınan ekonomik kararların halkın cebine yansıyan olumsuz etkileri, vatandaşların siyasi liderlere olan güvenini sarsıyor. Katılımcıların yüzde 51'i ulusal hükümetin ülke için doğru olanı yapacağına güvenmiyor, yüzde 53'ü Mayıs 2023'te yapılan seçimlerin adil ve doğru bir şekilde yürütüldüğüne inanmıyor. Her on kişiden altısı hükümetin gelecekteki doğal afetlere dahi hazırlık yapamayacağını düşünüyor. Siyasi kutuplaşma ve toplumsal çatışma algısı da yüksek seyrediyor. Türklerin yüzde 77'si farklı siyasi partileri destekleyen insanlar arasında güçlü çatışmalar olduğunu görüyor. Farklı etnik kimliklere sahip insanlar arasında güçlü çatışma olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 59'a, farklı dinlere mensup kişiler arasında şiddetli çatışma yaşandığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 47'ye çıkıyor.

Mevcut siyasi partilerin sorunları çözme kapasitelerine yönelik inanç da neredeyse tamamen yok olmuş durumda. Asal Araştırma'nın Şubat 2025'te yaptığı ankete göre katılımcıların yüzde 38.3'ü Türkiye'nin sorunlarını hiçbir siyasi partinin çözemeyeceğini düşünüyor. Bu oran, toplumda derin bir siyasi boşluk ve alternatif arayışı olmadığını da gösteriyor. AKP'nin sorunları çözebileceğine inananlar yüzde 22 civarındayken, CHP'ye inananlar yüzde 16.5 oranında kalıyor. Diğer siyasi partilerin destek oranları ise tek haneli rakamlarda seyrediyor. Bu durum, vatandaşın sadece mevcut yönetimden değil, genel olarak siyasi sistemden ve muhalefetin gücünden de umudunu kestiğini ortaya koyuyor. Anket verileri, seçmenlerin büyük bölümünün "Ne iktidar ne muhalefet, hiçbiri çözüm üretmiyor" düşüncesiyle hareket ettiğini gösteriyor. Siyasi liderlerin vaatleri ile gerçekleşenler arasındaki uçurum her geçen gün açılırken, vatandaşın "Hepsi aynı" söylemi giderek yaygınlaşıyor. Özellikle genç seçmen kitlesinde bu karamsarlık daha da belirgin. 18-30 yaş arası katılımcıların yüzde 45'i "Türkiye'de hiçbir şey değişmez" derken, yüzde 32'si "Ülkeden gitmeyi düşünüyorum" şeklinde yanıt veriyor.

Ekonomik ve siyasi karamsarlığın yanı sıra sosyal ve psikolojik etkiler de endişe verici boyutlara ulaşıyor. Aile içi ilişkilerde gerilim artıyor, boşanma oranları yükseliyor, gençler arasında depresyon ve anksiyete vakaları katlanarak çoğalıyor. Toplumun yüzde 65'i ekonomik durumun aile birliğini tehdit ettiğini düşünürken, yüzde 58'i çocuklarının eğitim hayatını sürdürebilmesi için gerekli kaynakları bulamadığından yakınıyor. Sağlık sisteminin çöküşü de umutsuzluğu besleyen bir diğer unsur. Hasta olmaktan korkanların oranı yüzde 73'e çıkıyor çünkü vatandaşlar ilaç bulamamaktan, hastane masraflarını karşılayamamaktan endişe ediyor. Psikologlar, "Gelecek kaygısı" tanısı koydukları hastaların sayısında son bir yılda yüzde 200'e yakın artış olduğunu belirtiyor. İnsanlar sürekli bir stres altında yaşıyor, yarını düşünemeden günü birlik hayata mahkum oluyor.

Uluslararası kuruluşlara ve diğer ülkelere yönelik algı da olumsuz yönde seyrediyor. Türklerin yüzde 80'i ABD'ye olumsuz bakarken, yüzde 87'si ABD Başkanı Joe Biden'a güvenmiyor. Çin'e yönelik olumsuzluk yüzde 66, Rusya'ya yönelik olumsuzluk yüzde 65 oranında. NATO'ya yönelik güven ise son yıllarda artmasına rağmen hala sınırlı kalıyor; yüzde 42 olumlu bakarken, yüzde 48'i ittifaka şüpheyle yaklaşıyor. AB üyeliği konusunda ise ilginç bir eğilim var. Katılımcıların yüzde 56'sı AB üyeliğini destekliyor, bu oran 2017'de yüzde 40'tı. Ancak bu destek, üyeliğin gerçekleşeceğine dair umuttan çok, mevcut durumdan kaçış arzusundan kaynaklanıyor. Vatandaş "Herhangi bir çıkış yolu bulsak" mantığıyla AB'ye bakıyor ama bu üyeliğin gerçekleşebileceğine inananların oranı sadece yüzde 23.

Genç nüfusun durumu ise en vahim tabloyu oluşturuyor. Üniversite mezunu gençlerin yüzde 68'i iş bulamadıklarını, mezun oldukları alanda kariyer yapma şanslarının olmadığını söylüyor. Yüksek lisans ve doktora yapan öğrenciler, "Eğitimimizin hiçbir karşılığı yok" diyor. Genç girişimciler ise enflasyon ve döviz kuru dalgalanmaları nedeniyle iş planı yapamadıklarını, yatırım ortamının güvenilmez olduğunu belirtiyor. Anket verileri, gençlerin yüzde 55'inin "Ülkemde hiçbir gelecek göremiyorum" dediğini ortaya koyuyor. Bu oran, üniversite eğitimli genç kadınlarda yüzde 62'ye çıkıyor. Kadınların yüzde 71'i sokakta kendini güvende hissetmiyor, ekonomik bağımsızlıklarını kaybettiklerini düşünüyor. Gençler arasında yurt dışına çıkma arzusu yıllık bazda yüzde 40 artmış durumda. Avrupa ülkelerine, Kanada'ya ve Avustralya'ya göç başvurularında rekor artış yaşanıyor. Anket katılımcılarından biri, "Ülkemizi bırakmak istemiyoruz ama burada yaşayamıyoruz artık. Çocuklarımızın hayatını karartmak istemiyoruz" şeklinde konuşuyor.

Türkiye'de demokrasinin işleyişinden memnuniyet de tarihi dip seviyelerde. Yetişkinlerin sadece yüzde 33'ü demokrasinin ülkedeki mevcut durumundan memnun olduğunu söylerken, yüzde 37'si "hiç memnun değilim" diyor. Güçlü bir lider tarafından yönetilme eğilimi ise yüzde 34'e çıkıyor. Bu oran, demokratik kurumlara güvenin sarsıldığını, insanların "en azından karar alınsın" mantığıyla otoriter eğilimleri doğal gördüğünü gösteriyor. Askeri yönetim tercihi ise yüzde 14 seviyesinde, bu da darbe beklentisinin halen canlı olduğunu ama toplumun genelinin buna sıcak bakmadığını ortaya koyuyor. Kamu kurumlarına güven de dramatik şekilde azalmış durumda. Polise güven yüzde 78 gibi yüksek görünse de bu güven "güvenlik gücü olarak" görülmesinden kaynaklanıyor, adalet duygusuna olan güven ise çökmüş durumda. Mahkemelere güven yüzde 29'da kalıyor, medyanın tarafsızlığına inananların oranı yüzde 12'ye geriliyor. Bankalara ve finansal kuruluşlara güven ise tarihi dip seviyelerde. Katılımcıların yüzde 81'i "bankalara güvenmiyorum, paramı saklıyorum" diyor.

Özellikle kırsal kesim ve şehir merkezleri arasındaki umut açığı da dikkat çekici. Büyükşehirlerde yaşayanların yüzde 72'si "umudumuz kalmadı" derken, kırsal kesimde bu oran yüzde 65 civarında. Ancak kırsal kesimde yaşayanlar "tarım desteklemeleri" ve "devlet yardımları" ile ayakta kalmaya çalışırken, şehirli nüfus tamamen piyasa koşullarına terk edildiğini hissediyor. Küçük esnafın durumu ise tam bir felaket. Ankete katılan esnafın yüzde 83'ü "kepenk kapatma noktasına geldik" diyor. Kirasını ödeyemeyen, tedarikçilerine borcunu ödeyemeyen, personel maaşlarını çıkaramayan esnaf sayısı her geçen gün artıyor. Bir esnaf, "Devlet büyük şirketlere destek veriyor, bizi ise görüyor ama görmüyor. 20 yıllık birikimim bir yılda eridi" şeklinde konuşuyor.

Yaşlı nüfusun durumu ise daha da vahim. Emeklilerin yüzde 89'u "ayı sonunu getiremiyoruz" diyor. Mevcut asgari ücretin bile açlık sınırının altında kaldığı bir ortamda, emekli maaşlarının durumu tam bir yoksulluk. Sağlık harcamaları, ilaç masrafları ve temel ihtiyaçlarını karşılayamayan emekliler, "Bizi ölmeye terk ettiler" sözleriyle haykırıyor. Anketlerde "En büyük kaygınız nedir?" sorusuna emeklilerin yüzde 68'i "çocuklarımın geleceği" cevabını veriyor, bu da kendi hayatlarından çok çocuklarının hayatı için endişelendiklerini gösteriyor.

Kısa vadeli beklentiler de oldukça karamsar. Önümüzdeki altı ay içinde ekonominin düzeleceğine inananların oranı sadece yüzde 9. İşsizliğin azalacağını düşünenler yüzde 11, hayat pahalılığının biteceğine inananlar ise yüzde 4 oranında. Bu rakamlar, toplumun büyük çoğunluğunun acil bir iyileşme beklemediğini, hatta kötünün daha da kötüleşeceğini düşündüğünü gösteriyor. Uzmanlar, bu psikolojik durumun "umudun tükendiği nokta" olarak tanımlanabileceğini belirtiyor. Bir sosyolog, "Toplum travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor, ama bu kolektif bir travma. Herkes kendi hayatını kurtarmaya çalışırken, toplumsal dayanışma da çöküyor" diyor.

Türkiye'nin kronikleşen sorunları arasında yer alan göç ve mülteci meselesi de umutsuzluğu besleyen faktörlerden. Anket katılımcılarının yüzde 67'si mülteci sorununun kontrolden çıktığını, ülkenin kaynaklarının bu konuya harcandığını düşünüyor. Ancak aynı zamanda mülteciler üzerinden siyasi kutuplaşmanın da arttığı, bu konunun artık insani boyutunun kaybedildiği vurgulanıyor. Vatandaşın yüzde 73'ü "Sırf mülteci oldular diye onlara verilen destek, kendi vatandaşımıza verilmiyor" hissine kapıldığını belirtiyor. Bu durum, toplumda yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda adalet duygusunun da sarsıldığını gösteriyor.

Eğitim sistemi ve gençlerin gelecek beklentileri arasındaki uçurum da umutsuzluğun temel kaynaklarından. Ebeveynlerin yüzde 82'si çocuklarının aldığı eğitimin iş hayatında karşılık bulmayacağını düşünüyor. Üniversite mezunu işsiz sayısının her geçen gün artması, eğitimli beyin göçünün hızlanması, gençlerin "ne okursam okuyayım, iş bulamayacağım" psikolojisine girmesi, toplumun gelecek dinamizmini de tehdit ediyor. Öğretmenler, öğrencilerin "gelecek" kelimesini kullanmaktan kaçındığını, sadece "bugünü yaşamaya" odaklandığını belirtiyor. Bir eğitimci, "Çocuklar artık hayal kurmuyor. Sadece 'yurt dışına çıkmak' hayali var, o da bir umutsuzluk göstergesi aslında" diyor.

EBK Başkanı Mücahit Taylan’ın Yalanı Arena’da: 1 Milyar TL’lik Skandal!
EBK Başkanı Mücahit Taylan’ın Yalanı Arena’da: 1 Milyar TL’lik Skandal!
İçeriği Görüntüle

Sağlık sisteminin çöküşü de umutsuzluğun önemli bir parçası. İlaç bulamamak, doktora ulaşamamak, sağlık sigortasının yetersizliği, özel hastane maliyetlerinin ulaşılamaz olması gibi sorunlar, vatandaşın "Hasta olmaktan korkuyoruz" demesine neden oluyor. Her on kişiden yedisi "acil bir sağlık sorununda ne yapacağımızı bilmiyoruz" diyor. Devlet hastanelerindeki randevu süreleri aylar sonrasına verilirken, özel sağlık hizmetlerine erişim giderek zorlaşıyor. Bu durum, temel kamu hizmetlerine olan güvenin de sarsıldığını gösteriyor.

İş dünyası ve yatırımcı güveni de tarihi dip seviyelerde. KOBİ'lerin yüzde 76'sı "bir yıl daha ayakta kalamayız" diyor. Döviz kuru belirsizliği, faiz oranlarındaki dalgalanmalar, enflasyon riski, yatırım kararlarını ertelemeye itiyor. Büyük şirketler yurt dışına yatırım yapmayı tercih ederken, küçük ve orta ölçekli işletmeler kepenk kapatma noktasına geliyor. İş dünyası temsilcileri, "Türkiye'de artık plan yapılmaz oldu. Her şey çok hızlı değişiyor, neye göre yatırım yapalım?" şeklinde konuşuyor. Yabancı yatırımcıların Türkiye'ye olan ilgisi de azalıyor. Son bir yılda doğrudan yabancı yatırımlarda yüzde 35 civarında düşüş yaşanırken, bu trendin devam edeceği öngörülüyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirimleri de ülkenin riskini artırıyor ve vatandaşın "ülke battı" hissini pekiştiriyor.

Sosyal medya ve dijital platformlardaki yorumlar da bu umutsuzluğu yansıtıyor. Twitter, Instagram ve TikTok gibi platformlarda "umudumuz kalmadı" etiketiyle yapılan paylaşımların sayısı son altı ayda yüzde 300 arttı. İnsanlar yaşadıkları zorlukları, faturalarını, açlık sınırı altında kalan maaşlarını paylaşırken, "bir çıkış yolu bulamıyoruz" mesajı tekrarlanıyor. Dijital aktivizm ve sokakta protesto eylemleri arasındaki bağlantı da zayıf. Vatandaş "sokağa çıksak ne olacak, değişen bir şey yok" diyerek tepkisizleşiyor. Bu passivasyon, toplumsal muhalefetin de etkisiz kaldığını, sistemin kendini yeniden ürettiğini gösteriyor. Bir sosyal medya kullanıcısı, "Her gün bir şeyler oluyor ama hiçbir şey değişmiyor. Artık yorulduk, sustuk" şeklinde paylaşıyor ve binlerce beğeni alıyor.

Uzmanlar, bu kapsamlı anketlerin Türkiye için "kızıl alarm" anlamına geldiğini vurguluyor. Bir sosyolog, "Toplumun umut duygusu tükendiğinde, sadece ekonomik kriz değil, ahlaki ve sosyal kriz de başlıyor. İnsanlar hayata tutunma sebebini kaybediyor" diyor. Psikologlar, depresyon ve intihar vakalarında yaşanan artışın ekonomik nedenlerle doğrudan bağlantılı olduğunu belirtiyor. "Geçim sıkıntısı nedeniyle intihar" haberlerinin medyada artması, toplumsal travmanın boyutlarını gösteriyor. Hukukçular, adalet sistemine olan güvenin çökmesinin, vatandaşın "haksızlığa uğrarsam ne yaparım" sorusuna yanıt bulamaması anlamına geldiğini söylüyor. Bir akademisyen, "Hukuk güvencesi olmayan bir ülkede, vatandaş kendini güvende hissetmez. Bu da umutsuzluğu besler" diyor.

Araştırma şirketleri, önümüzdeki dönemde bu karamsarlığın daha da artabileceğini öngörüyor. Özellikle kış aylarının gelmesiyle birlikte ısınma maliyetlerinin artması, elektrik ve doğalgaz faturalarının zaten zor durumdaki aile bütçelerini tamamen alt üst etmesi bekleniyor. Yeni vergi düzenlemeleri ve zamların devreye girmesiyle birlikte, vatandaşın alım gücünün daha da düşeceği, umutsuzluğun zirve yapacağı analiz ediliyor. Anket şirketi yetkilileri, "Katılımcılar artık 'bir yıl sonrasını' değil, 'bir hafta sonrasını' düşünemez hale geldi" diyor. Bu durum, toplumun kısa vadeli hayatta kalma moduna geçtiğini, uzun vadeli plan yapamadığını gösteriyor. Kısa vadeli kredi çekenlerin sayısı artarken, tüketici kredilerinin geri ödenmesinde sıkıntı yaşayanların oranı yüzde 45'e çıkıyor.

Uluslararası karşılaştırmalar da Türkiye'nin durumunu daha da vahim gösteriyor. Dünya Mutluluk Raporu'nda Türkiye son yıllarda hızla gerilerken, refah endeksi ve yaşam kalitesi sıralamalarında da dip noktalara yaklaşıyor. OECD ülkeleri arasında genç işsizliği sıralamasında sonlarda yer alan Türkiye, eğitim ve sağlıkta da benzer durumda. Bu uluslararası veriler, vatandaşın "Türkiye'nin durumu normal değil" hissini doğruluyor ve umutsuzluğu besliyor. Bir ekonomist, "Türkiye'nin ekonomik performansı, küresel krizlerden bağımsız olarak kendi iç dinamikleri nedeniyle çöküşte. Bu da vatandaşın 'dışarıdan bir kurtuluş umudu' görememesi anlamına geliyor" diyor.

Sonuç olarak, Türkiye'de yapılan tüm kapsamlı anketler, toplumun genelinde derin bir umutsuzluk, gelecek kaygısı ve sisteme olan güvenin çöküşü olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Ekonomik kriz, siyasi belirsizlik, sosyal adaletsizlik ve kurumlara olan güvenin yitirilmesi, vatandaşı çaresizliğe itiyor. Gençlerin ülkeyi terk etme arzusu, emeklilerin hayatta kalma mücadelesi, çalışanların maaş yetiştirme çabası ve esnafın kepenk indirme noktasına gelmesi, toplumsal dokunun her geçen gün daha fazla yıprandığını gösteriyor. Uzmanlar, bu karamsarlığın aşılması için acil ve köklü değişimler gerektiğini vurgularken, mevcut siyasi partilerin ve liderlerin bu krizin farkında olmadığı ya da olmak istemediği eleştirisi yapılıyor. Toplumun artık "umudumuz kaldı" demek yerine "en azından daha kötü olmasın" dileğine mahkum olduğu, bu noktanın ise demokrasiler için en tehlikeli eşiklerden biri olduğu belirtiliyor. Anketlerin ortaya koyduğu bu çarpıcı gerçeklik, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu toplumsal ve ekonomik krizin boyutlarını gözler önüne sererken, çözüm için radikal adımların atılması gerektiğini açıkça gösteriyor.