Din

Şirk, Şükür ve Şura: Dinin Temel Kavramlarında Derin Yolculuk

İnancın özünde yer alan şirk, şükür ve şura kavramları üzerine çarpıcı bir analiz. Toplumda bilinen yanlışlar, sahte ilahlar ve yönetimin altın kuralı olan danışma meclisi hakkında her şey bu yazıda.

Bugünkü analizimizde, inanç dünyamızın en hassas ve en hayati konularından biri olan temel kavramlar serisine devam ediyoruz. Özellikle toplumda sıkça yanlış anlaşılan, bazen bir alışkanlık bazen de bilgisizlik nedeniyle içinden çıkılmaz hale gelen "şirk", "şura" ve "şükür" sözcüklerinin gerçek anlamlarına, kökenlerine ve günlük hayatımızdaki yansımalarına derinlemesine bir bakış atacağız. Bu kavramların sadece dini terimler olmadığını, aslında bir yaşam biçimi, bir yönetim felsefesi ve bir ahlak yasası olduğunu göreceksiniz.

İlk durağımız, affedilmeyen en büyük suç olarak bilinen "şirk". Kelime anlamı mülkte ve saltanatta ortaklık olan şirk, dini açıdan Allah'a ait yetki ve sıfatların başka varlıklara yakıştırılmasıdır. Ancak mesele sadece "Allah birdir" demekle bitmiyor. Geçmişte Mekke müşrikleri de yaratıcıyı tanıyorlardı fakat O'na ait özellikleri kendi ürettikleri sahte ilahlara veriyorlardı. Bugün de durum çok farklı değil. Peygamberlere veya velilere insanüstü güçler atfetmek, "ben atamdan böyle gördüm" diyerek gelenekleri dinin önüne geçirmek, makam ve mevkileri putlaştırmak, heva ve hevesi ilah edinmek modern çağın şirk tuzakları arasında. Hatta din adamlarını veya süper güçleri mutlak otorite kabul edip boyun eğmek de bu kapsamda değerlendiriliyor. Cansız varlıklardan medet ummak, gaybı bildiğini iddia edenlere inanmak veya tabiat kanunlarına hükmettiğini sananlara bağlanmak, inancın saflığını bozan tehlikeli sapmalar olarak karşımıza çıkıyor.

İkinci önemli kavram ise yönetim ve sosyal hayatın olmazsa olmazı "şura". Kökeni, kovandaki balı el birliğiyle çıkarıp ortak sofraya koymaya dayanan bu sözcük, "danışma" anlamına geliyor. Dini metinlerde, müminlerin işlerini asla bireysel kararlarla değil, bilgili, birikimli ve ehil kimselerden oluşan bir meclis eliyle yürütmeleri emrediliyor. Hatta aile içinde boşanmış eşlerin çocuklarının geleceği hakkında karar verirken bile şura yapmaları isteniyor. Süleyman Peygamber'den Firavun'a kadar tarihteki pek çok yönetimin de danışma meclisleri kurduğunu görüyoruz. Bir devlet başkanı veya ordu komutanı bile olsa, "ben bilirim" demeyip başkalarının aklından istifade etmek, acziyet değil büyük bir meziyet olarak kabul ediliyor. En iyi ve en tatlı çözümler, ancak ortak akılla, yani "balı ortaya koyarak" üretilebilir.

Son olarak, dilimize pelesenk olan ama içi çoğu zaman boşaltılan "şükür" kavramına değinelim. Şükür, sadece "çok şükür" demekten ibaret bir sözcük değildir. Asıl anlamı, bir iyiliğin karşılığını eylemli olarak vermektir. Tıpkı yemlenen bir hayvanın etlenip süt vermesi veya tavuğun yumurta vermesi gibi, insan da gördüğü iyiliğin karşılığını somut bir şekilde ödemelidir. Yaratıcıya şükür, O'nun verdiği nimetleri O'nun gösterdiği yolda harcamakla olur. Sadece yaratıcıya değil, insanı yetiştiren anneye, babaya, ustaya ve öğretmene de şükür borcu vardır. Onların emeklerinin karşılığını vermek, nankörlük etmemek inancın bir gereğidir. Sözde kalan değil, eyleme dökülen bir minnet duygusu, şükrün gerçek tanımıdır.