Türkiye’nin en çok konuşulan isimlerinden biri, bu kez mahkumiyet değil, bir yaşam mücadelesiyle gündemde. Sessiz çığlıkları duymayan kalmayacak. Çünkü bu kez söz konusu olan, yıllarca sanatçıların arkasında duran, kamera arkasında kalan, kimsenin dikkatini çekmeyen ama yüzlerce projenin gizli mimarı olan bir kadının nefes almak için verdiği savaş. Ve bu savaş, her geçen gün kaybediliyor.
Serenay Sarıkaya, sosyal medyada yaptığı o çarpıcı paylaşımla sadece bir mesaj vermedi. Bir alarm çaldı. Bir acil durum ilan etti. “Tek başına bir kadın 56 yaşında, hayatı boyunca çalışmış, politikayla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmamış ancak 227 gündür cezaevinde yaşam mücadelesi veriyor.” dedi. Ama asıl çarpıcı olan, onun ardından gelen cümle: “Bu kadın sessizlik içerisinde bu kadar aydır ölümünü bekliyor.”
Bu cümle, bir sanatçının değil, bir insanın vicdanının çığlığıydı. Çünkü içerideki kadın, sadece menajer değil; kalbinde altı farklı hastalık taşıyan, beyin anevrizması olan, doktorların “kalp nakli gerekebilir” dediği, acilen kalp pili takılması gereken bir hasta. Ve o hasta, “hükümeti devirmeye teşebbüs” suçlamasıyla hâlâ hücrede.
İlk duruşmasında hakimin karşısına gözyaşlarıyla çıkan o kadın, “Yaşam hakkımı geri istiyorum” diyerek sadece özgürlüğünü değil, nefes almak için bir şans istedi. “Onurum, itibarım, yaşam hakkım her şeyim elimden alındı” sözleri, bir suçlunun değil, bir kurbanın feryadıydı. Adaletin vicdanına sesleniyordu. Ama karar, yine de tutukluluğun devamı yönündeydi. Bir sonraki duruşma Ekim’e ertelendi. Oysa doktorlar, “Ayşe’nin içeride kalması hayati risk taşıyor” diyor.
Avukatı Deniz Ketenci’nin uyarıları, tıbbi raporlar, sağlık heyetlerinin acil müdahale çağrısı… Hepsi dosyaya eklendi. Hepsi masanın üstüne kondu. Ama hiçbir şey değişmedi. O kadın, halen aynı hücrede, aynı sağlıksız koşullarda, kalbi her an durma tehlikesiyle mücadele ediyor. Kendi kaleme aldığı mektupta ise şunları yazdı: “Haksız yere atılan iftiralarla elimden alınan hayatımın geri verilmesini talep ediyorum.” Bu bir talep değil, bir çığlık. Bir son nefesin dileği.
Serenay Sarıkaya’nın paylaştığı fotoğraf, bu çığlığı görselleştirdi. İki kadın, bir zamanlar setlerde, fuayelerde, projelerin heyecanıyla birlikteydi. Şimdi ise biri dışarıda, sesini yükseltiyor; diğeri içeride, nefesini tutuyor. Sarıkaya’nın “Ayşe Barım ÖLMESİN!” çağrısı, bir sosyal medya paylaşımı değil, tarihe geçecek bir insanlık duruşu. Çünkü bu çağrı, sadece bir menajer için değil, adaletin göz göre göre bir insanı kaybetmesine izin vermemek için.
Ve işte en çarpıcı detay: Bu kadının dosyasında, “devleti yıkmaya teşebbüs” iddiasını destekleyen somut bir delil yok. Tek var olan, yıllar öncesine dayanan bir soruşturmanın gölgesinde kalan, oyunculuk sektöründeki “tekelleşme” iddiaları. Yani sanatçıların menajerlik anlaşmaları, ajans rekabeti… İşte bu, bir insanın ölümüne neden olacak kadar ağır bir suç mu?
Sessiz kalırsak, hepimiz suçlu oluruz. Çünkü Ayşe Barım, sadece bir isim değil. O, sistemin ezdiği, tıbbi aciliyeti görmezden gelen, “suçlu” damgasıyla ölüme terk edilen herkesin sembolü. Serenay’ın bu çağrısı, bir başlangıç. Umarız son değil. Çünkü içerideki o kalp, her an durabilir. Ve o durduğunda, sadece bir kadın ölmeyecek… Vicdanlarımızın da bir parçası ölecek.
Mahkeme salonundan yükselen o gözyaşları, sadece bir kadının acısı değildi. Tüm bir toplumun suskunluğuna yönelttiği bir soruydu: “Ne kadar daha bekleyeceğiz?” Doktorlar defalarca uyardı. “Kalp pili takılmazsa, kalp ritmi bozulur. Kalp nakli gerekebilir.” diye yazdılar raporlara. Ama bu raporlar, dosyaların arasında kayboldu. Acil bir sağlık tedbirinin değil, bir insanın ölümünün beklendiği bir sistem mi bu?
Ayşe Barım, kendi el yazısıyla kaleme aldığı mektupta, “Ben Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik hiçbir şeye teşebbüs etmedim, yardım etmedim...” diyerek sadece kendini savunmadı. Sistemden adalet istedi. Ama adalet, onun kalbinin atışlarını duymadı. 227 gün. Bu, bir ceza değil, bir idam süreci. Her geçen gün, hücrenin soğuk duvarları, onun kalbine biraz daha baskı yapıyor. Her nefes, bir mücadele. Her uyku, bir kumar.
Serenay Sarıkaya’nın o paylaşımı, bir sanatçıdan çok, bir insanın, bir dostun, bir kardeşin çığlığıydı. “Masumiyetine olan inancımız tam.” dedi. Bu inanç, sadece bir söz değil. Bir vicdan borcu. Çünkü sessiz kalırsak, bu ölümün tanığı değil, ortağı oluruz. Bu çağrıyı duyan herkes, bir şeyler yapmak zorunda. Çünkü tıbbi tedaviyi ertelemek, bir karar değil, bir cinayettir.
Ve unutmayın: Bu hikâye, sadece Ayşe Barım’ın hikâyesi değil. Bugün o, yarın başka biri olabilir. Sistem, bir kez adaletin önüne sağlık koyduğunda, kimse güvende değil. Serenay’ın sesi yükseldi. Peki ya siz? Sessiz mi kalacaksınız? Yoksa bu çığlığa kulak verip, bir hayat kurtarmak için harekete mi geçeceksiniz? Çünkü içerideki o kalp, sadece bir kadına ait değil. O kalp, bizim insanlık ölçümüz. Ve o kalp, durmak üzere…