Türkiye'nin siyasi ve ekonomik gündemini derinden sarsan olaylar zinciri, iktidar ortakları arasındaki gerilimin boyutlarını gözler önüne seriyor. Son dönemde yaşanan gelişmeler, sadece mevcut ittifakın geleceği hakkında değil, aynı zamanda Erdoğan sonrası Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin nasıl dizayn edileceği konusunda da derin bir mücadelenin başladığını gösteriyor.
Türkiye'deki siyasi atmosfer, son aylarda giderek artan bir gerilimle dolup taşıyor ve bu durumun yeni bir siyasi krizi tetikleyebileceği endişesi, Dolar TL kuru üzerindeki baskıyı artırıyor. Bu gerilim, özellikle 29 Ekim resepsiyonunda yaşanan olayla kamuoyunun dikkatini çekti. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve üst düzey MHP idarecilerinin resepsiyona davetli olmalarına rağmen katılmamaları, Erdoğan ve Bahçeli arasındaki gerilimin su yüzüne çıkmasına neden oldu.
MHP'nin resepsiyona katılmaması üzerine bazı gazeteciler, durumu idare etmek amacıyla Devlet Bahçeli'nin rahatsızlığı veya hastalığı nedeniyle katılamadığı yönünde iddialar ortaya attı. Ancak MHP Genel Başkan Yardımcısı Fetih Yıldız'ın paylaştığı bir görsel, bu iddiaların tam tersini işaret etti. Fotoğrafta Devlet Bahçeli, üst düzey MHP'lilerle beraber dimdik ayakta görülüyordu. Bu görselle verilen net mesaj şuydu: "Devlet Bahçeli hasta değildi".
Cumhur İttifakı İçindeki Kıbrıs ve Gazze Çatlağı
İttifak içindeki anlaşmazlıklar sadece resepsiyon katılımıyla sınırlı değil. Son dönemde Devlet Bahçeli'nin söylemleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın izlediği politikalara tamamen zıt bir çizgiye kaydı. Örneğin, Kıbrıs konusunda Bahçeli, adanın "Türkiye'ye katılması gerekiyor 82 plakayla beraber" diyerek Erdoğan'ın tam tersi bir pozisyon aldı.
Gazze konusunda da büyük bir ayrılık yaşandı. Erdoğan, Gazze ile ilgili bir anlaşmaya varıp imza atarken, Bahçeli bu durumu eleştirerek şunları söyledi: "bu bir zafer değildir bu bir yenilgidir". ABD politikaları konusunda ise, Trump ile görüşme öncesinde MHP lideri, Türkiye'nin TRÇ ittifakı (Türkiye, Rusya, Çin) kurması gerektiğini dile getirdi. Bu tam tersi söylemler, iktidar blokundaki çatlakların derinleştiğinin somut göstergeleri olarak kabul ediliyor.
Erdoğan Sonrası Türkiye: Aile mi, Derin Devlet mi?
Türkiye'nin yakın zamanda yaşayacağı asıl krizin, Erdoğan sonrası Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin nasıl dizayn edileceği meselesi olduğu iddia ediliyor. Bu dizayn mücadelesinde iki ana ekol karşı karşıya gelmiş durumda:
-
Babadan Oğula Sistemi: Bu sistemin, Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan'ın ön plana çıkarılmasıyla şekilleneceği düşünülüyor. Bilal Erdoğan'ın tank töreninde TOGG limuzinde görünmesi, valilerin ve askerlerin ona "aşırı derecede hürmet göstermeleri" ve hiçbir resmi vasfı olmamasına rağmen resepsiyonlarda ve toplantılarda devleti temsil ediyormuş gibi en önde oturması, Erdoğan’ın oğlunu kendisinden sonraki döneme hazırladığı şeklinde yorumlanıyor.
-
Devlet Bürokrasisi ve Derin Devlet: Bu cephede ise eski MİT'çiler, derin devlet kadroları ve Devlet Bahçeli'nin ekibi olduğu iddia ediliyor. Şenkal Atasagun gibi isimlerin de bu tayfaya dahil olduğu belirtiliyor ve bu kesim, "hayır böyle değil daha farklı bir sistem olması lazım" görüşünü savunuyor.
Çatışmanın temelinde, bu aile sistemine dışarıdan bir ismin (Hakan Fidan gibi) verilip verilmeyeceği tartışması yatıyor. Mevcut sistemde iki damadın da önemli görevlerde olup milyar dolarları idare etmesi ve oğulun ön planda olması, durumun "bir aile şekline dönmüş durumda" olduğunu gösteriyor.
Uzmanlar, eğer Erdoğan oğlunu hazırlıyorsa, protokolde en öne oturtmak gibi yöntemler yerine, tıpkı Berat Albayrak'a yapıldığı gibi Bilal Erdoğan'a bir bakanlık veya Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı görevi verilmesinin daha doğru bir stratejik adım olacağını belirtiyor. Aksi takdirde, tıpkı Osmanlı şehzadelerinin sancağa çıkması gibi bir görevlendirme olmadan, sadece babasının yanında görünmesi yeterli olmuyor. Ancak Bilal Erdoğan'ın yıpratılma riskinin önüne geçmek için henüz böyle bir göreve atanmadığı da kulislerde konuşuluyor.
Yeni İttifakların Doğuşu ve Erken Seçim Kartı
MHP'nin resepsiyona katılmadığı 29 Ekim davetinde dikkat çeken diğer isimler, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu ve Fatih Erbakan oldu. Bu isimler, AKP'den ayrıldıktan sonra ilk kez Saray'a gidip resepsiyona katıldılar. Bu durum, yeni bir siyasi dizaynın ve ittifakın sancılı bir şekilde gelmekte olduğu şeklinde yorumlanıyor. Erdoğan'ın genellikle "gizli ittifaklar kurma" huyuna sahip olduğu, işler kötüye gidince ittifak yaptığı kişileri kötüleyerek yoluna devam ettiği biliniyor. Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan'ın geri dönüşü, Erdoğan'ın anayasa değişikliği için mecliste yeterli desteği bulma çabasıyla ilişkilendiriliyor.
Bu iç mücadelede, Devlet Bahçeli'nin elindeki en büyük siyasi kozlardan biri erken seçim kararı alma ihtimalidir. Bahçeli'nin, Erdoğan'ın Bilal Erdoğan'da ısrar etmeye devam etmesi durumunda, daha önce yaptığı gibi kafası atıp erken seçim kararı verebileceği konuşuluyor.
Hatta kulislerde çok ciddi bir iddia dolaşıyor: Devlet Bahçeli'nin, ana muhalefet lideri Özgür Özel ile alttan alttan iletişimde olduğu ve "Devam et Özgür Özel mitinglere devam et eğer Erdoğan Bilal Erdoğan da ısrar etmeye devam ederse ben senden yana olacağım direkt erken seçim kararı alacağım" şeklinde mesajlar gönderdiği öne sürülüyor.
Ancak erken seçim, her iki ortak için de büyük risk taşıyor. MHP'nin oy oranlarının düşük olması nedeniyle meclise girememe ihtimali bulunuyor. AK Parti ise anketlerde CHP'nin birinci parti çıkması nedeniyle meclis çoğunluğunu kaybedebilir. Bu karşılıklı menfaat dengesi nedeniyle ittifakın hemen bozulması beklenmese de, Bahçeli'nin elindeki gücü kullanarak şartları sonuna kadar zorladığı ve içeride ilerleyebildiği kadar ilerlediği belirtiliyor.
Öte yandan, Bahçeli'nin geçmişte Abdullah Öcalan için kullandığı "kurucu Önder" söyleminden bugünkü pozisyonuna nasıl geçtiği sorusunun, MHP tabanında bile cevabı aranan temel bir mesele olduğu vurgulanıyor.
Ekonomik Kriz ve Tehlikeli İddialar
Siyasi kriz sinyalleri ekonomiye de yansımış durumda. Piyasalarda kurda bir hareketlilik beklentisi olduğu belirtiliyor. Dolar/TL kurunun 42'nin, hatta hafta sonu kripto piyasalarda 42,5 liranın üzerine çıktığı sinyalleri, Türkiye'nin kaotik bir kur krizine çok yakın olduğunu gösteriyor. Ekonomideki bu hareketlilikler genellikle eş zamanlı olarak siyasi ya da jeopolitik olaylarla birlikte gerçekleşmektedir.
Arka planda işleyen bir diğer tehlikeli gündem ise, iktidara yakın bazı vakıflar üzerinden (özellikle TÜGVA) yürütülen tartışmalardır. İddialara göre, 15 Temmuz darbe girişimi döneminden bu yana envanterden kayıp ve dağıtılan on binlerce silahtan bahsediliyor. TÜGVA'ya ait bir aracın bagajında bulunan materyaller ve WhatsApp gruplarında paylaşılan "yeni bir darbe olursa buna nasıl hazırlık yapacağız" şeklindeki mesajlar, arka planda çok ciddi ve tehlikeli bir mücadelenin ve kartların işlendiğinin işaretleri olarak görülüyor. Bu, devlet içerisindeki mücadelenin istenilen şekilde sonuçlanmaması durumunda askeri kartın dahi kullanılma ihtimalinin konuşulduğu anlamına geliyor.
Avrupa’dan Gelen Baskı ve Yargı Eleştirileri
Türkiye üzerindeki siyasi baskı sadece iç dinamiklerle sınırlı kalmıyor; uluslararası alandan da önemli mesajlar geliyor. Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Türkiye ziyareti sırasında verdiği mesajlar, diplomatik bir ağız dalaşından ziyade üstü kapalı uyarılar içeriyordu.
Ziyaret sırasında bir gazeteci, Ekrem İmamoğlu'nun hapiste olma olayını sordu ve Erdoğan'ın "bana mı diyorsun bunu?" veya "bu sorunun muhatabı benim mi?" şeklinde tepki gösterdiği belirtildi. Ardından Alman Başbakan, Erdoğan'ın yanında olmasına rağmen, Türkiye'nin AB'ye girme konusunda sıkıntılar yaşadığını açıkça dile getirdi: "Kopenhag kriterlerine uymuyorsunuz yargıya müdahale ediyorsunuz bu iş böyle olmaz". Scholz'un bu ifadeleri, Türkiye'deki yargının Avrupa Birliği standartlarını karşılamadığı yönünde net bir eleştiriydi.
İlginç bir detay olarak, Alman Başbakan'ın yanında korumalar olmadan, sadece eşiyle birlikte kendi valizini taşıması da bir mesaj olarak yorumlandı: "Sen bu kadar korumalarla geziyorsun halkına yaklaşamıyorsun bile ondan sonra işte bu krallık sultanlık taslıyorsun bak ben ne kadar özgüven tek başıma...". Bu olay, Almanya'dan Türkiye'nin gidişatıyla ilgili doğrudan bir mesaj bombardımanı olarak algılandı.
Bu gelişmeler, eski sistemin adamlarının, dünyanın son sürat değişen yeni sistemi karşısında tek tek ifşa edileceği sinyallerini taşıyor. Tıpkı siyasette gözden düşen eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ya da Berat Albayrak gibi isimlere yapıldığı gibi, siyasetçilerin kulislerde konuşulan söylentilerle bir anda tersine dönebileceği bir zeminde ilerleniyor. Bu durum, yaralı bir aslanın üzerine sırtlanların gitmesi gibi, zayıflık görenlerin saldırıya geçtiği bir ortam yaratıyor. Türkiye, aile yönetimi, siyasi kriz ve kur baskısı sarmalında, oldukça riskli bir döneme girmiş durumda.




