Kasım Ayı Kira Artış Oranı Resmen Açıklandı
Kasım Ayı Kira Artış Oranı Resmen Açıklandı
İçeriği Görüntüle

Kentlerin neon ışıkları altında, kalabalıklar AVM'lerin koridorlarında kaybolurken, bir illüzyonun ortasında sıkışıp kalmışız gibi hissediyoruz. Her şey yolunda gidiyormuş gibi sunulan bu manzara, aslında derin bir yorgunluğun ve gizli bir baskının maskesi. Refah vaatleri, parlak raporlarla süslenmiş başarı hikâyeleriyle kulaklarımıza fısıldanırken, günlük hayatın gerçekleri bambaşka bir hikâye anlatıyor. Bu, sadece bir ekonomik dalgalanma değil; yıllardır inşa edilen bir sistemin, bireyleri pasifleştiren, hayalleri vergiye dönüştüren bir mekanizmanın ta kendisi.

Ama asıl çarpıcı olan, bu sistemin nasıl işlediği ve bizi nereye sürüklediği. Düşünün: 2024'te vergi gelirlerinin yüzde 65,9'u, 2025'te ise yüzde 65,15'i dolaylı vergilerden geliyor. Bu, sizin kazancınızdan değil, her adımınızdan, her nefesinizden alınan bir haraç. OECD ortalamasının altında vergi toplamakla övünenler, bu yükü en adaletsiz biçimde dağıtıyor – gelire bakmaksızın, zengin-fakir ayrımı yapmadan tüm toplumun sırtına eşit şekilde bindiriyor. Unutun o eski "kazanca göre vergi" masallarını; devlet artık elinde olsa nefes alışınızdan bile vergi alacak. Bu bir vergi politikası değil, sessiz bir servet transferi: En zayıf omuzlara en ağır yük, adalet ise çoktan göç etmiş bir gölge.

Ve işte o an, sahneye çıkan zalim şaka: Maaş zammı. 2025 için belirlenen 22.104 TL'lik asgari ücret, Türk-İş'in Eylül 2025 hesaplamasına göre 27.970 TL'lik açlık sınırının önünde diz çöküyor. Aradaki fark tam 5.866 TL – aç kalmamak için gereken para, çalışanın cebine girmeyen bir hayalet. Yoksulluk sınırı ise 91.109 TL ile başka bir gezegene ait gibi duruyor. Bu rakamlar, sadece sayılar değil; her sabah kalkıp işe giden milyonlarca insanın sessiz çığlığı. TEÇSEN'in araştırması ise durumu daha da karanlık boyuyor: Açlık sınırı 30.102 TL, yoksulluk 91.304 TL'ye fırlamış. DİSK-AR'ın verilerine göre, asgari ücret 2025'in ilk 9 ayında tam 5.621 TL erimiş – enflasyonun pençesinde küçülüp gitmiş.

Manşet enflasyon yüzde 33,29'la Eylül'de yükselirken, asıl yangın alt gruplarda: Barınma enflasyonu yüzde 51, gıda ise yüzde 36'yla alev almış. Bu bir tesadüf mü? Hayır, matematiksel bir buharlaştırma. Ücretiniz cebinize girmeden, fiyat etiketleri tarafından yutuluyor. Eylül ayı TÜFE'si aylık yüzde 3,23 artarken, yıllık yüzde 33,29'a sıçramış – Merkez Bankası'nın yıl sonu yüzde 24 tahmini ise artık bir uzak rüya gibi. Ekonomistler, bu yükselişi "beklentilerin ötesinde" diye yorumluyor; BBC'ye göre, enflasyonun kalıcı düşüşü için daha sıkı para politikaları şart, ama halkın sofrası her geçen gün daralıyor.

Peki ya bir adım öteye, o hayallere? Bir yuva kurmak, başını sokacak bir ev almak, ayağını yerden kesecek bir araba sahibi olmak... Bunlar artık birer hakaret gibi duruyor vitrinlerde. Konut sahiplik oranı, son 10 yılın en düşük seviyesine çakılmış: 2024'te yüzde 55,80'e gerilemiş, 2023'teki yüzde 56,20'den bir tık aşağı. Endeksa'nın Temmuz 2025 raporuna göre, satılık konut fiyatları yıllık yüzde 27,8 artmış, aylık yüzde 1,1'le tırmanmış. Reel düşüş mü? Evet, ama nominal fiyatlar o kadar yüksek ki, çöldeki serap farksız. TCMB Konut Fiyat Endeksi, Ağustos'ta İstanbul, Ankara ve İzmir'de aylık yüzde 2,5-3 artış gösteriyor – erişilmezlik, bir kast sistemine dönüşmüş.

Devlet, ÖTV gibi devasa duvarlarla temel mülkiyet haklarının önüne set çekiyor. Bir telefon, basit bir iletişim aracı olmaktan çıkıp servet göstergesine; bir otomobil, ulaşım vasıtasından imtiyaz belgesine evriliyor. Bu, konfora erişimi değil, sınıfsal ayrımı kalıcılaştıran bir mimari. Vergi reformu tartışmaları sürerken, dolaylı vergilerin yükü – KDV ve ÖTV'nin milli gelirdeki oranı yüzde 10,7'yle OECD'nin üstünde – bireyleri ezerken, servet üstte birikiyor. Hürriyet'teki köşe yazısına göre, AB ortalaması yüzde 13 olsa da, bizimki adaletsiz dağılımıyla zehirli.

Geçmişe dönelim: 2000'lerin başında refah vaatleri, büyüme oranlarıyla parıldıyordu. AK Parti'nin ilk yıllarında konut sahipliği yüzde 70'lere yaklaşmış, asgari ücret reel olarak yükselmişti. Ama 2018 kriziyle enflasyon canavarı uyanmış, 2022'de yüzde 85'lere fırlamış, pandemiyle birlikte dolaylı vergiler patlamış. 2024'te vergi gelirleri rekor kırmış, ama halkın payına yoksulluk düşmüş. Şimdi, 2025 Orta Vadeli Programı tek haneli enflasyon vaat ediyor – yüzde 8,5 işsizlik, yüzde 4 büyüme. Ama Eylül verileriyle, IMF'nin Nisan öngörüsü bile karamsar: Büyüme 2023-2029 arası yavaşlayacak, gelir eşitsizliği Avrupa birincisi kalmış. Bianet'e göre, Türkiye gelir uçurumunda zirvede – zenginler filolar kurarken, orta sınıf ev hayalini gömüyor.

Gelecek? Eğer bu gidişat değişmezse, konforsuz yaşam kalıcılaşacak. 2026 asgari ücret tartışmaları zaten açlık sınırını geçmiş: Ocak 2025'te 22.131 TL'ye sıçramış, yoksulluk üç katı. Katılım Öncesi Ekonomik Reform Programı, KİT'leri küçültmeyi, mali disiplini vaat ediyor, ama dolaylı vergiler yüzde 65'lerde gezinmeye devam edecekse, refah masalı sonsuza dek bitecek. Bu bir toplum mühendisliği: İtaatkâr, yorgun, hayal kuramayan bir nesil yaratma projesi. Ekonomistler, 2025 sonu enflasyonun yüzde 30'a yakın kalacağını söylüyor – Tacirler Yatırım'ın tahmini yüzde 29,7. Yatırımlar artsa da, yabancı sermaye kaçışı devam ederse, bireysel hayaller daha da uzaklaşacak.

Aldanmayalım: Bu bir kaza değil, bilinçli bir tasarım. Maaşınız erirken birilerinin bilançoları şişiyorsa, siz ev alamazken onlar mülk imparatorlukları kuruyorsa, bu tesadüf değil. Gelir transferi tıkır tıkır işliyor – en alttan en üste. Konut satışları Ağustos'ta 143 bin 319'a çıkmış, ama ipotekli satışlar yüzde 60 artarken, asıl kazanan bankalar. TÜİK verileri, Mart'ta toplam satışlarda yüzde 41,5 artış gösterse de, bu erişilebilirlik değil, borç tuzağı.

Maalesef, konforsuz yaşam bize kabullendirilmiş durumda. Caddeler ışıl ışıl, ama ruhlar yorgun; rakamlar rekor kırıyor, ama cepler delik. Bu simülasyonun içinden çıkmak için, belki de o eski refah masallarını sorgulamakla başlamalıyız. Sevgi ve vicdanla, ama öfkeyle kalın – çünkü yarın, bugünün hayali vergisiyle şekillenecek.