Siyaset gündemi, son dönemde eşine rastlanmamış bir "tehdit" ve "itirafçılık" tartışmasıyla çalkalanıyor. Ortaya atılan iddialar, sistemin ne kadar acımasız bir noktaya evrildiğini gözler önüne sererken, kamuoyunda büyük bir infial yarattı. Tartışmaların odağındaki isim ise Rasim Ozan Kütahyalı ve hedefindeki kişi Ekrem İmamoğlu'nun en yakın kurmaylarından Murat Ongun.
Gündeme bomba gibi düşen açıklamalarda, Rasim Ozan Kütahyalı'nın Murat Ongun hakkında sarf ettiği iddia edilen sözler, siyasi kulislerdeki gerilimi tırmandırdı. İddiaya göre Kütahyalı, Murat Ongun'un cezaevi süreciyle ilgili olarak, "Ya konuşacak, itirafçı olacak ya da çürüyecek. Ya itirafçı olacak ya da kendini asacak. Hapisten cesedi çıkarsa şaşırmam" ifadelerini kullandı. Bu sözler, sadece bir analizden öte, "itirafçı olmaya zorlama" ve açık bir "gözdağı" olarak yorumlandı.
Analistler, bu söylemin arka planında Thodex vurgununu yapan ismin cezaevi sürecine yapılan atıfların yattığını belirtiyor. Thodex kurucusunun da cezaevinde "Şubat ayında çıkacağım" dedikten kısa bir süre sonra, yoğun güvenlik önlemlerine rağmen sabah çarşafa sarılı halde ölü bulunması örneği, Murat Ongun için verilen mesajın ciddiyetini artırıyor. Bu benzetme üzerinden verilen mesajın, "Ya itirafçı olursun ya da öldürülürsün" şeklinde korkunç bir tehdit içerdiği savunuluyor.
Söz konusu açıklamaların, Murat Ongun'a ve dolaylı olarak Fatih Keleş ile Ekrem İmamoğlu'na yönelik bir "çözülme" baskısı olduğu ifade ediliyor. Yorumcular, Cem Küçük gibi isimlerin de benzer şekilde "Murat Ongun ve Fatih Keleş itirafçı oldu" şeklinde yaydığı bilgilerin, aslında içeriden bir bilgiye dayanmadığını, bunun tamamen karşı tarafı psikolojik olarak çökertmek ve birbirine düşürmek için kurgulanmış bir strateji olduğunu öne sürüyor.
Hukukçular ve siyasi yorumcular, cezaevindeki bir kişinin can güvenliğinin devlete emanet olduğunu hatırlatarak, henüz iddianame aşamasındaki bir şüpheli hakkında "hapisten cesedi çıkar" şeklinde konuşulmasının, bir hukuk devletinde kabul edilemez olduğunu vurguluyor. Bu tür söylemlerin 12 Eylül dönemini aratmayan bir vicdansızlık ve adaletsizlik örneği olduğu, toplumdaki nefret dalgasını büyüttüğü ve hukukun tamamen rafa kaldırıldığı bir düzeni işaret ettiği belirtiliyor.





