Türkiye ekonomisinin ve siyasetinin içinden geçtiği bu kritik günlerde, Ankara kulislerinden sızan bilgiler ve piyasa uzmanlarının analizleri, önümüzdeki sürecin oldukça sancılı geçeceğine işaret ediyor. Özellikle deprem bölgesinden gelen son gözlemler, ekonomideki daralmanın sokağa yansımasını en çıplak haliyle gözler önüne seriyor. Adıyaman gibi depremden ağır yara almış illerde barınma sorunu hala konteyner kentlerdeki yaşam mücadelesiyle devam ederken, hükümetin açıkladığı yeni sosyal konut projelerinin uygulanabilirliği konusunda ciddi soru işaretleri bulunuyor. Uzmanlar, devletin bütçe imkanlarının 500 bin yeni konut yapımı için yeterli olmadığını, bu projelerin daha çok bir seçim yatırımı veya gündem değiştirme hamlesi olarak okunması gerektiğini vurguluyor. Halkın bu projelere yoğun başvurusu ise bir umut arayışı olarak değerlendirilirken, bankacılık sistemi açısından bu başvuruların milyarlarca liralık devasa bir vadesiz mevduat kaynağı yarattığı gerçeği de gözden kaçmıyor.
Konut piyasasındaki dengesizlik sadece deprem bölgeleriyle sınırlı değil; ülke genelinde konutun bir yatırım aracı olma niteliğini kaybettiği bir döneme girilmiş durumda. Fiyatlar nominal bazda artış gösterse de, enflasyondan arındırıldığında reel olarak düşüş eğilimi sergiliyor. Alım gücündeki erime nedeniyle artık 3+1 daireler sadece çok üst gelir grubuna hitap ederken, orta gelir grubu için 1+1 daireler dahi ulaşılması güç bir hayale dönüşüyor. “Konut artık Türkiye’de yatırım aracı olmaktan çıktı, en az 10 yıl daha insanların konuttan para kazanamayacağını düşünüyorum” şeklindeki uzman görüşleri, sektördeki daralmanın uzun vadeli olacağını gösteriyor. Yüksek faiz oranları ve kredi musluklarının kısılması, vatandaşı konut sahibi olmaktan uzaklaştırırken, kiralarda yaşanan fahiş artışlar barınma krizini derinleştiriyor. Bu durumun, Türkiye'nin demografik yapısını etkileyerek nüfus artış hızını düşüreceği ve uzun vadede konut talebini daha da azaltacağı öngörülüyor.
Ekonominin bir diğer kanayan yarası olan asgari ücret konusunda ise beklentiler ile gerçekler arasındaki makas açılıyor. Ekonomi yönetiminin ve Merkez Bankası'nın enflasyon hedefleri doğrultusunda, asgari ücret artışının yüzde 30 civarında sınırlı kalacağı tahmin ediliyor. Bu oran, halihazırda alım gücü erimiş olan milyonlarca çalışanın reel olarak daha da fakirleşmesi anlamına geliyor. İş dünyasının maliyet artışlarını gerekçe göstererek daha yüksek zam oranlarına direnmesi beklenirken, çalışan kesimin bu artışla hayat pahalılığı karşısında ayakta kalması neredeyse imkansız görünüyor. Uzmanlar, Türkiye'deki asgari ücret rejiminin dünyada eşi benzeri olmayan bir "ömür boyu asgari ücret" sistemine dönüştüğünü ve bunun sürdürülemez olduğunu belirtiyor.
Siyaset cephesinde ise Cumhur İttifakı içindeki gerilimin, ekonomiyi doğrudan etkileyecek boyutlara ulaştığı konuşuluyor. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin son dönemdeki çıkışları ve Abdullah Öcalan ile ilgili açıklamaları, siyasi kulislerde AKP'ye yönelik bir "tuzak" veya stratejik bir hamle olarak yorumlanıyor. İttifak ortakları arasında, dışarıya yansıtılmaya çalışılan uyumun aksine, derin görüş ayrılıkları olduğu ve bu durumun bir erken seçim ihtimalini masaya getirdiği iddia ediliyor. “Devlet Bahçeli ipi çekecek, bu ülkenin yeniden bir nefese ihtiyacı var deyip seçim isteyecek” şeklindeki öngörüler, siyasi belirsizliğin artarak piyasalar üzerinde baskı oluşturabileceğine işaret ediyor. Meclis'teki komisyon süreçleri ve yargıdaki kritik davalar, bu siyasi satrancın en önemli hamleleri olarak yakından takip ediliyor.
Borsa İstanbul tarafında ise yatırımcıları zorlu günlerin beklediği uyarısı yapılıyor. Borsanın kaderine terk edildiği, hacimsiz ve sığ bir piyasada belirli grupların manipülatif hareketlerine açık hale geldiği belirtiliyor. Özellikle son dönemde kurulan bazı fonlar ve bu fonlar üzerinden yapılan işlemlerle ilgili ciddi manipülasyon iddiaları gündemde. Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SPK) ve ekonomi yönetiminin bu duruma müdahale etmemesi eleştirilirken, küçük yatırımcının mağdur olma riskinin her geçen gün arttığı vurgulanıyor. “Borsada yağmurlu, bulutlu ve şimşekli günler geliyor” analizi, hisse senedi piyasalarındaki risk iştahının düştüğünü ve siyasi gelişmelerin borsayı daha da aşağı çekebileceğini gösteriyor.
Dış politika ve turizm ekseninde de Türkiye'yi bekleyen riskler söz konusu. Rusya ile ilişkilerin, perde arkasında yaşanan S-400 ve enerji anlaşmazlıkları nedeniyle gerildiği, bunun turizm sezonuna olumsuz yansıyacağı tahmin ediliyor. Batı ile ilişkilerde ise İngiltere'nin Türk siyaseti üzerindeki etkisinin arttığına dair analizler dikkat çekiyor. Turizm gelirlerindeki olası bir düşüşün, cari açık ve döviz kurları üzerinde baskı yaratması kaçınılmaz görülüyor. Altın ve kripto para piyasalarında ise yatırımcıların temkinli olması, düşüşleri alım fırsatı olarak değerlendirmesi ancak "düşen bıçağı tutmaya çalışmaması" gerektiği tavsiye ediliyor. Merkez bankalarının altın alımlarına devam etmesi, altının uzun vadede güvenli liman olma özelliğini koruduğunu gösterse de, kısa vadeli dalgalanmalara karşı dikkatli olunması gerekiyor. Tüm bu veriler ışığında, Türkiye'nin hem ekonomik hem de siyasi açıdan tarihi bir kırılma noktasına doğru ilerlediği görülüyor.