Brüksel'in soğuk havasında, Avrupa sosyalist liderlerinin bir araya geldiği kritik bir zirve yaşanırken, beklenmedik bir gerilim patlak verdi ve herkesin dikkatini Türkiye'ye çevirdi.
CHP Genel Başkanı, Avrupa Sosyalist Partisi Liderler Toplantısı'na katıldığı Belçika'nın başkenti Brüksel'de, Avrupa Konseyi Başkanı ile doğrudan bir temas kuramamanın yarattığı hayal kırıklığını gizlemedi. Zirvenin açılışında kısa bir konuşma yapan ilgili liderin, ardından programı terk etmesi, katılımcılar arasında şaşkınlık yarattı ve bu durum, Türk siyasetinin önemli bir figürü tarafından kabul edilemez olarak nitelendirildi.
Kişisel hayranlık duyduğunu özellikle vurgulayan CHP lideri, böylesine hassas bir dönemde baş başa kısa bir görüşme fırsatının bile sağlanamamasını diplomatik bir eksiklik olarak gördü. Bu olay, sadece bireysel bir mesele olmaktan çıkıp, daha geniş uluslararası ilişkiler bağlamında tartışma konusu haline geldi.
Avrupa'nın savunma ve güvenlik kaygıları konusunda tam destek veren açıklama, Türkiye'nin bu konularda üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Bu destek, yürekten gelen bir yaklaşım olarak vurgulandı ve Avrupa'nın karşı karşıya olduğu tehditlere karşı ortak bir duruş sergileme isteği ön plana çıkarıldı.
Ancak asıl çarpıcı kısım, kardeş partiler arasındaki ilişkilerde yaşanan çelişkiler oldu. Özellikle İngiliz İşçi Partisi'nin Türkiye'deki mevcut yönetimle gösterdiği yakın dayanışmanın, beklenenin ötesinde bir seviye taşıdığı eleştirildi. Bu durum, sosyal demokrat değerler açısından kabul edilemez bulundu ve otoriter yaklaşımların uzun vadeli sonuçlarına dair uyarılar yapıldı.
Otoriter liderlerin yarattığı sorunların, yine otoriter yöntemlerle çözülemeyeceği vurgusu, zirvenin en dikkat çeken mesajlarından biriydi. Demokrasinin varlığı durumunda gerçek istikrarın sağlanabileceği, aksi takdirde sadece geçici çıkar ilişkilerinin doğacağı belirtildi. Bu görüş, Avrupa Birliği'nin geleceği açısından kritik bir ikilem sundu.
Ülkede demokrasi yoksa, otokrasi hakimse, vaat edilenin kalıcı istikrar değil, ileride yeni istikrarsızlıklar getireceği uyarısı yapıldı. Bu yaklaşım, uluslararası arenada sosyal demokrat partilerin rolünü yeniden düşündürmeyi amaçlıyordu.
Avrupa Birliği'nin sınırlarında demokratik bir Türkiye'nin mi yoksa otoriter bir yapının mı tercih edileceği sorusu, doğrudan gündeme getirildi. Sosyal demokratların iktidara yakınlaştığı bir dönemde, kardeş partilerin desteklenmesi gerektiği mesajı güçlü bir şekilde iletildi.
Başarıya bu kadar yaklaşmış bir hareketin, otoriter baskılarla ezilmesine izin verilmesi durumunda, bunun uzun vadeli sonuçlarının herkes tarafından doğru hesaplanması gerektiği vurgulandı. Bu hesap, Avrupa'nın güvenlik ve istikrar arayışıyla doğrudan bağlantılı görüldü.
Zirvedeki bu sert çıkış, Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilir mi yoksa mevcut gerilimleri derinleştirebilir mi sorusunu akıllara getirdi. Demokrasi vurgusu yapan bu tepkiler, uluslararası sosyalist hareket içinde de yankı bulacağa benziyor.
Brüksel'deki bu olay, Türkiye siyasetinin Avrupa'daki yansımalarını bir kez daha gözler önüne serdi ve önümüzdeki dönemde benzer diplomatik temasların nasıl şekilleneceği merak konusu oldu. Sosyal demokrat değerlerin savunuculuğu, otoriter eğilimlere karşı net bir duruş olarak öne çıktı.
Bu gelişmeler, Türkiye-AB ilişkileri arayanlar için vazgeçilmez bir takip konusu haline geldi. Zirvedeki mesajlar, demokrasi ve istikrar arayışında yeni tartışmaları tetikleyecek nitelikte.




