Türkiye siyasetinde Eylül ayı, beklenmedik fırtınalarla başladı. Uzun süredir sessiz kalan tartışmalar, bir anda alevlendi ve gözler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yeni manevralarına çevrildi. Bu ay, hem iç hem dış politikada yaşanan gelişmeler, ülkenin geleceğini şekillendirecek gibi görünüyor. Özellikle Çin ziyaretiyle başlayan uluslararası temaslar, Erdoğan'ın küresel arenadaki konumunu güçlendirmeye yönelik adımlar olarak yorumlanıyor. Çin'in anti-Batı cephesindeki rolü, Rusya ve Hindistan'la yakınlaşmalar, tüm bunlar Erdoğan'ın elini güçlendiriyor mu? Yoksa yeni bir tuzak mı hazırlanıyor? Uzmanlar, bu ziyaretlerin arkasında yatan ekonomik ve stratejik hesapları tartışıyor, ancak asıl soru: Bu hareketler, iç siyasette nasıl bir etki yaratacak?
Erdoğan'ın Çin'deki temasları, yalnızca diplomatik bir gezi olmaktan öte. Prof. Dr. İbrahim Öztürk, bu ziyaretin Çin'in dünya sahnesindeki yükselişini ve Türkiye'nin bu yükselişteki yerini vurguluyor. Öztürk'e göre, Çin'in ticaret fazlası ve borç tuzağı politikaları, partner ülkeleri bağımlı hale getiriyor. "Çin, Afrika'da ve Türkiye'de madenleri ele geçiriyor, yerel katma değer yaratmadan kaynakları sömürüyor," diyor Öztürk, ekranda beliren grafiklerle desteklenen analizinde. Prof. Dr. Eser Karakaş ise, Erdoğan'ın bu adımlarını Trump'ın popülist politikalarına benzetiyor: "Her ikisi de anti-demokratik dil kullanıyor, muhalefeti susturmak için benzer taktikler uyguluyor." Karakaş, Goebbels benzetmesiyle konuşmasını sertleştirerek, "Bu dil, toplumu kutuplaştırıyor ve demokrasiyi erozyona uğratıyor," diye ekliyor.
Uluslararası dinamikler bir yana, iç siyasetteki gerilimler Eylül'ü "kanlı" kılan asıl unsur. Suriye'deki gelişmeler, Gazze krizi ve NATO ile Şanghay İşbirliği Örgütü arasındaki ikilem, Erdoğan'ı zor kararlar almaya itiyor. Karakaş, Suriye'nin heterojen yapısını hatırlatarak, "Merkeziyetçi bir yapı yerine federasyon düşünülebilir," önerisinde bulunuyor. Öztürk ise, Mazlum Abdi'nin bağımsızlık açıklamalarını yorumlayarak, "Eğer garanti verilmezse, bağımsızlığa giderler," uyarısında bulunuyor. Bu tartışmalar, Erdoğan'ın dış politika hamlelerinin içerde nasıl yankı bulacağını gösteriyor. Çin'le ticaret açığı yüzde 35-40'ı bulan Türkiye, yatırımlardan yoksun kalırken, turizm bile etkilenmiyor. Öztürk, "Çinliler mermerimizi alıyor ama katma değer yaratmıyor," diye şikayet ediyor, ekranlardaki istatistikler bu gerçeği gözler önüne seriyor.
Siyasi arenada muhalefet cephesi ise baskı altında. Erdoğan'ın dili, ana muhalefeti "yok hükmünde" sayacak kadar sertleşti. Karakaş, "Muhalefet artık hedef tahtasında," diyerek, bu yaklaşımın demokrasiye darbe vurduğunu belirtiyor. Öztürk, "Erdoğan, sandıkta yenemediği muhalefeti yargı yoluyla susturuyor," diye ekliyor, geçmiş çözüm süreçlerini hatırlatarak. Bu süreçler, 2009'dan beri PKK ile görüşmeleri kapsıyordu; Oslo'da başlayan temaslar, "Çözüm Süreci"ne evrilmişti. Erdoğan, o dönemde ana muhalefeti "kredi" teklifini reddetmişti, ancak şimdi durum farklı mı? Uzmanlar, Bahçeli'nin Öcalan'a "umut hakkı" çağrısını hatırlatıyor; Karasu'nun "sözünüzü tutun" mesajı, süreci yeniden canlandırabilir.
Erdoğan'ın stratejisi, popülizmiyle dikkat çekiyor. Öztürk, "Trump gibi kısa vadeli düşünüyor, tarifelerle ekonomiyi çökertiyor," diyor. Karakaş, "Bahçeli'nin Öcalan çağrısı tesadüf değil, hesaplanmış," diye yorumluyor. DEM Parti'den gelen destekler, CHP'nin karışık tepkileri, Zafer Partisi'nin suçlamaları – hepsi Eylül'ü kanlı kılıyor. Öcalan'ın Meclis'te konuşma önerisi, Erdoğan'ın "tarihi fırsat penceresi" olarak tanımladığı bir hamle. Yavaş'ın anlattığı gibi, Erdoğan geçmişte Öcalan'ı serbest bırakma teşebbüslerinde bulunmuştu; şimdi Bahçeli'yle ip atıyorlar.
Tüm bu gelişmeler, Erdoğan'ın elini güçlendirirken, muhalefeti köşeye sıkıştırıyor. Öztürk, "Ana muhalefet artık yok hükmünde," diyerek, baskının artacağını öngörüyor. Karakaş, PKK'dan gelen mesajları yorumlayarak, "Silah bırakma demagoji," diyor. Kalkan'ın "Öcalan'ın önerileri tek kurtuluş," sözleri, süreci hızlandırabilir. Erdoğan, "Kanlı prangayı söküp atıyoruz," diye konuşurken, muhalefet susturuluyor.
Ama asıl bomba sonlarda: Erdoğan'ın Kanlı Eylül'ü, Öcalan'la (APO) yeni bir çözüm süreci başlatıyor! Bahçeli'nin Öcalan'ı Meclis'e çağırması, Erdoğan'ın desteğiyle resmiyet kazandı. "Öcalan konuşsun," çağrısı, PKK'nın "sözünüzü tutun" yanıtını aldı. Ana muhalefet ise "ölüm" tehdidi altında; Erdoğan, "Yargı yoluyla susturuyor," eleştirileriyle yüzleşiyor. Bu süreç, 2009 Oslo görüşmelerinin tekrarı mı? Öcalan'ın "üç kez serbest bırakma teşebbüsü" iddiaları doğrulanıyor. Erdoğan ve Bahçeli, "Apo ile çözüm" için ittifak kurdu, muhalefeti dışladı. DEM Parti destek verirken, CHP ve Zafer Partisi karşı çıkıyor. Türkiye, yeni bir döneme giriyor – heyecan dorukta, gelecek belirsiz!