Deprem, bu toprakların kaçınılmaz gerçeği, değil mi? Herkes bunu biliyor, ama bir yandan da “bize bir şey olmaz” diyerek geçiştiriyor. Ancak bir uzman, adeta bir çığlık atarcasına uyarıyor: Tehlike her yerde ve zaman daralıyor! Ben bu konunun peşine düştüm ve yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür’ün son açıklamalarını okuyunca tüylerim diken diken oldu. Eğer evde, işte veya sokakta güvende olmak istiyorsanız, bu satırlar sizi doğrudan ilgilendiriyor, çünkü işin içinde sadece bilim değil, hayatta kalma meselesi var.

Mustafa Karataş'ın Tartışmalı Zina Yorumu
Mustafa Karataş'ın Tartışmalı Zina Yorumu
İçeriği Görüntüle

Prof. Dr. Naci Görür, Türkiye’nin deprem gerçeğini bir kez daha yüzümüze vurdu. “Ülkemizin hemen hemen her yerinde büyük deprem olabilir. Gelin eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım” diyerek, adeta hepimize bir silkelenme çağrısı yaptı. Bu sözler, sadece bir uyarı değil; bir hareket emri. Görür, depremin sadece bir bölgeye özgü olmadığını, Türkiye’nin dört bir yanının risk altında olduğunu söylüyor. İstanbul, İzmir, Ankara, Van – neresi olursa olsun, hiçbir yer garanti değil. Ama asıl mesele, bu tehlikeyi bilmek değil; buna karşı ne yaptığımız. Görür’ün sözleri, bu konuda bir devrim başlatma isteğini haykırıyor: “Kentlerimizi deprem dirençli yapalım ve rahat edelim. İnsanımız ölmesin.”

Peki, bu nasıl olacak? Görür, yol haritasını net bir şekilde çiziyor. Her ilde, her ilçede yapılması gerekenler belli: Yönetim, halk, altyapı, yapı stoku, ekosistem, çevre ve ekonomi – hepsini depreme karşı güçlendirmek zorundayız. Bu, sadece devletin veya belediyelerin değil, hepimizin görevi. “Halk olarak siz talep edin, yerel yönetim ve hükümet yapsın” diyor Görür. Ve ekliyor: “10-15 senede bitiririz.” Bu, imkânsız bir hayal değil; kararlılıkla ulaşılabilecek bir hedef. Ama zaman kaybediyoruz, çünkü deprem mekanizması 14 milyon yıl önce oluştu ve milyonlarca yıl daha devam edecek. Yani, bu tehlike ne bugün başladı ne de yarın bitecek – harekete geçmek için doğru zaman, tam şimdi.

Görür’ün sözleri, sadece bilimsel bir analiz değil; aynı zamanda bir vicdan muhasebesi. “Şimdi depremi konuşmanın tam sırası. Deprem yok, haberi de yok” diyerek, tehlikenin sessizce kapımıza dayandığını hatırlatıyor. Depremin ne zaman vuracağı belli değil, ama geldiğinde affetmeyeceği kesin. Düşünün, bir sabah uyanıyorsunuz ve eviniz, mahalleniz, şehriniz sarsılıyor. O an, “Keşke önlem alsaydık” demek işe yaramayacak. Görür, bu pişmanlığı yaşamamak için bir reçete sunuyor: Kentlerimizi depreme hazır hale getirelim, altyapıyı güçlendirelim, binaları kontrol edelim, çevreyi koruyalım. Ve en önemlisi, bu talebi halk olarak yüksek sesle dile getirelim.

Bu uyarı, sadece bir bilim insanının feryadı değil; bir baba, bir komşu, bir vatandaş olarak hepimize sesleniyor. Görür, “Haydi iş başına. Sokağa inin, iş yapın” diyor. Ama bu, sadece pankart açmak veya miting yapmak değil; somut adımlar atmak demek. Etkinliklerle, konuşmalarla, plaket törenleriyle veya siyasi çekişmelerle bu iş çözülmez. “Sevgiyle” diyerek bitiriyor sözlerini, çünkü bu mücadele, insan sevgisiyle, birbirimize olan bağlılıkla kazanılacak. Her ilde, her mahallede bu bilinci yaymak zorundayız. Mesela, evinizin depreme dayanıklılığını kontrol ettirdiniz mi? Veya belediyenizin deprem planını sordunuz mu? Bunlar küçük adımlar gibi görünebilir, ama zincirin halkaları işte böyle oluşuyor.

Görür’ün önerdiği plan, bir maraton gibi. 10-15 yılda bitecek bir süreçten bahsediyor, ama bu, bugünden başlamazsak asla gerçekleşmeyecek. Her ilde yönetimlerin, halkın el ele vermesi gerekiyor. Altyapıyı güçlendirmek, eski binaları yenilemek, yeni yapıları deprem yönetmeliklerine uygun inşa etmek – hepsi bir bütün. Ekosistem ve çevre de bu işin parçası; çünkü doğayı tahrip eden projeler, deprem riskini artırıyor. Ekonomiyi dirençli hale getirmek ise, felaket sonrası toparlanmayı kolaylaştıracak. Görür, bu adımları atarsak, kentlerimizin güvenle nefes alabileceğini söylüyor. Ve en önemlisi, insanlarımız ölmeyecek.

Bu sözler, sadece bir uyarı değil; bir umut ışığı. Çünkü Görür, bu işin yapılabileceğine inanıyor. “Halk olarak siz talep edin” derken, gücün bizde olduğunu hatırlatıyor. Yerel yönetimler ve hükümet, bu talebi duyarsa harekete geçecek. Ama sessiz kalırsak, o binalar hâlâ çürük kalacak, o altyapı hâlâ zayıf olacak. Düşünün, bir deprem anında çocuklarımız okullarda, bizler iş yerlerinde, sevdiklerimiz evlerde. O an, hazırlıklı olup olmadığımız her şeyi belirleyecek. Görür’ün çağrısı, bu gerçeği yüzümüze çarpıyor: “Eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım.”

Bu mesaj, sadece büyük şehirlerde değil, her yerde yankılanmalı. Köyde, kasabada, ilçede – Türkiye’nin her karış toprağı risk altında. Görür’ün 14 milyon yıllık deprem mekanizması uyarısı, bu tehlikenin ne kadar köklü olduğunu gösteriyor. Ama aynı zamanda, bizim de o kadar köklü bir irademiz var. 10-15 yıl, bir neslin hayatını kurtarmak için yeterli bir süre. Yeter ki, bugünden başlayalım. Belki bir mahalle toplantısıyla, belki belediyeye bir dilekçeyle, belki evde ailece deprem çantası hazırlayarak.

Sonuçta, Naci Görür’ün bu çıkışı, bir bilim insanının soğuk analizi değil; bir millete yazılmış bir mektup. “İnsanımız ölmesin” diyerek, hepimizi harekete çağırıyor. Deprem, bu toprakların gerçeği, ama felaket olması bizim elimizde. Sokağa inin, sesinizi yükseltin, talep edin – çünkü bu, sadece binaları değil, geleceğimizi kurtaracak bir mücadele. Görür’ün sevgisiyle biten bu çağrı, hepimizin sevgisiyle hayat bulmalı. Zaman daralıyor, ama umut hâlâ bizimle.