Din

Musa'nın Beyaz Eli: Asıl Mucize, Beklenenden Çok Farklı Bir Anlama Sahip!

Hz. Musa'nın Bembeyaz Eli ve yılan mucizesi mitolojik bir efsane mi? Geleneksel anlatılardaki o beyaz elin gerçek anlamı, 'kusursuz güç' ve 'etkili hitabet' ile nasıl ilişkilidir? Tüm ezberleri bozan Kur'anî tefsiri okuyun!

Peygamberlik iddiaları ve bu iddiaları desteklemek için ortaya konulan kanıtlar, insanlık tarihi boyunca merak uyandırmıştır. Geleneksel anlatılarda, Hz. Musa'nın Firavun'un huzuruna çıktığında gösterdiği iddia edilen mucizeler dikkat çekmektedir. Bu anlatıya göre Musa, “tanrının elçisiyim bana itaat etmelisin” dediğinde, Firavun kanıt istemiş. Musa’nın da asasını yere atarak yılan gibi kıvrılmasını sağladığı ve elini koltuğunun altına sokup çıkardığında elinin bembeyaz olduğu özetlenir. Bu olaylar, Kur'an'da Şuara 32-35, Nemil 10, 12, 13, Kasas 31, 32 ve Taha 17-23 gibi ayetlerle ilişkilendirilmiştir.

Ancak bu tür geleneksel yorumlar, ilahi kanıtın niteliği hakkında ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Bir eleştirel görüşe göre, asanın yılan gibi kıvrılması ve elin beyazlaşması gerçekten “Tanrı beni gönderdi iddiasını kanıtlar mı”? Firavun’un sarayındaki sihirbazların bile basit kimyasallarla ya da “el çabukluğuyla yapabileceği bir numaradan öte ne sunuyor”? Peygamberlik, insanlık tarihini değiştirecek kadar büyük bir iddia iken, ortaya konan kanıtın seviyesi “neden böylesine düşük” kalmıştır. Eğer gerçekten Tanrı Musa'yı göndermişse, “neden evrensel, herkesin ikna olacağı bir mucize değil de dönemin seyircisini etkilemeye dönük basit bir gösteri tercih ediliyor” sorusu ortaya atılmıştır. Bu Beyaz El hikayesi, “dönemin hayal gücüne hitap eden bir efsaneden ibaret” olabilir, çünkü ne günümüz dünyasında bir anlam taşıyor ne de peygamberlik gibi devasa bir iddiayı doğrulamaya yetecek güçte bir kanıt sunmaktadır.

Bu iddialar, aslında Kur'an'a sokulmuş “mitolojik yalanları, dolanları” ve “uydurma şeyleri, yalanları, iftiraları” baz alan, belirli kesimler tarafından İslam'a karşı kurulmuş kumpasların malzemesi olarak görülebilir. İşin aslı Kur'an’ın özünden incelendiğinde, Musa ne asasını yere atmış ne de o asa yılan gibi kıvrılmaya başlamıştır. Yılanla olayın hiçbir alakası yoktur. Aynı şekilde, elini koltuğunun altına sokup çıkararak elinin beyazlaşması ya da çevresine ışık saçması gibi bir olay da yaşanmamıştır.

Peygamberliğin Gerçek Anlamı ve Asa Devrimi

Peygamberlik, dünya nizamında ve rejimlerde inkılap yapan bir görevdir; peygamberler, Allah'ın ilkeleriyle devrimler yapmış, insanların hayatını değiştirmeye yönelik çabalar göstermiştir. Bu görevler, bir gösteri sanatından ibaret değildir.

Musa’nın Medyen’den dönüşünde, Allah onu peygamber olarak seçmiş ve ona hitap etmiştir. Musa, o günkü koşullarda kayınpederinden aldığı koyun ve keçi sürülerini çoğaltan bir çobandı. Elindeki asa, hem silah hem de arazi işlerinde (koyunlara yaprak silkmek gibi) kullandığı bir araçtı. Allah’ın ona “asanı bırak” emri, onun çobanlık hayatının bittiği anlamına geliyordu. Bu emir, yerleşik hayata geçeceğini, Mısır’a giderek halkını organize edeceğini, esaretten kurtaracağını ve tevhidi öğreteceğini göstermiştir.

Asa bırakıldıktan sonra Musa’nın elinde artık Tevrat (vahiy kitabı) vardı. Tevrat, yılan değil, hayat veren bir kaynaktır. Ayetlerde geçen hayye sözcüğü (yılan), bazen “solucanvari küçük canlı” bazen de “ejderha boyutunda” olarak çevrilerek çelişki yaratır; halbuki bu sözler, o döneme göre vahyin gücünü, Kur’an’ın gücünü ifade etmektedir.

"Yedi Beyza"nın Sırrı: Kusursuz Güç 💡

Mucize kavramını yeniden ele almak gerekir. Geleneksel olarak “bembeyaz el” diye ifade edilen Yedi Beyza tamlaması, iki önemli sözcükten oluşur:

  1. Yed (El): Bu sözcük genellikle “el” olarak çevrilse de, mecazi olarak kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet ve elle yapılan işlerin tümünü kapsar. Ayetlerde (Nemil 12, Kasas 32) bu, “cebindeki/koynundaki güç” olarak nitelendirilir. Bu, bir nevi “yedek gücünü kullan” emridir.
  2. Beyza (Beyazlık/Parlaklık): Beyza, Arapçada biz (yumurta) sözcüğünden türemiştir ve yumurta rengi demektir. Beyzae kalıbı ise aşırı beyazlığı ve parlaklığı ifade eder. Güneşe, lekesiz toprağa ve kameri ayların 14. veya 15. gecesindeki dolunaya da beyza denir.

Bu iki sözcüğün tamlama hali olan Yedi Beyza, kadim lugatlarda “ispatlanmış kanıt” anlamına gelir. Bembeyaz ve kusursuz olarak ifade edilebilecek bu anlam, ayetin özünde şudur: “Bembeyaz, lekesiz, kusursuz, itiraz edemeyeceğin gücünü kullan.”. Bu, normal elini cebine sokup ampul gibi parlayan bir el çıkarmak değildir.

Musa'nın Gerçek Mucizeleri ve Harun'un Rolü

Mucizeler, peygamberin değil, Allah’a aittir (Mucize-i Allah). Kur'an'a göre, Allah’ın Musa’ya verdiği mucizeler şunlardır:

  1. Kitap (Tevrat): Kur'an’a nasıl mucize kitap deniyorsa, Musa’ya verilen Tevrat da mucizedir.
  2. Yardımcı/Destekçi (Vezir): Kardeşi Harun'un ona yardımcı ve destekçi olarak verilmesi.

Musa, elçi olarak görevlendirildiği zaman Allah'tan göğsünün açılmasını, işinin kolaylaştırılmasını, dilindeki düğümün çözülmesini ve kardeşi Harun'u kendisine vezir yapmasını talep etmiştir. Firavun, Musa'yı küçümseyerek onu “neredeyse meramını anlatamayan zavallının teki” olarak ifade etmiştir. Musa da Rabbine, Harun'u kendisiyle göndermesini talep etmiş, zira Harun “dil bakımından benden daha iyi güzel ve etkilidir” demiştir (Kasas 33-34). Bu durum, Musa’nın dilinde bir tutukluk olduğunu gösterir.

Vezir sözcüğü, yük çeken anlamına gelir; vezirler krallara yardımcı olarak onların yükünü çeken kimselerdir. Firavun’un karşısına çıktığında, Musa öncelikle kitabını tebliğ etmiş, ikincisi ise o dil tutukluğu nedeniyle Yedi Beyza (kusursuz konuşan, hitabeti mükemmel) olan kardeşi Harun’u kendisine sekreter yapmıştır. Harun, Musa'nın ifadelerini edebi, sanatsal ve vurgulu olarak dillendirmiştir.

Bu nedenle, Yedi Beyza dediğimiz kusursuz güç, elle bir alakası olmayan, kusursuz gücü, güçlü konuşmayı, etkin hitabeti ve delilleri açıkça beyan etmeyi ifade etmektedir. Bu görevi yerine getiren kişi ise Harun’dur. Geleneksel anlamdaki beyaz el gösterisi, bir sirk gösterisi gibi bir şey değildir.

Kur'an'daki İltifat Sanatı ve Azap Kavramının Derinliği ✍️

Musa’nın mucizeleri hakkındaki bu açıklamaların yanı sıra, Kur’an’ın anlaşılmasını sağlayan önemli bir edebi sanat daha bulunmaktadır. Kalem Suresi’ndeki bir tartışma bağlamında (17. ayetten itibaren), Mekke müşriklerine uyarı niteliğinde, zengin bahçe sahiplerinin mallarını fakirlerden saklayıp yoksula hiçbir şey vermemeyi planlamaları anlatılır. Onlar uyurken, Rabbinin tarafından belalandırılmak için bir gece bekçisi (Taif, tayfun değil, bölgesel bir olaydır) çiftliklerinin üzerine dolaşmış ve sabaha çiftlik biçilmiş gibi oluvermiştir. Çiftlik sahipleri gördüklerinde, “biz şüphesiz şaşırmışız yanlış yere gelmişiz” demişler, daha sonra “bizler gerçekten kendini Firavun gibi gören azgınlarmışız” diyerek suçlarını kabul etmişlerdir. Bu olay, toplumun ayaklanmasından ve fakir fukaranın hakkının korunması gerekliliğinden ders almaları gerektiğini göstermiştir.

Bu anlatımın ardından gelen 33. ayette ise şöyle denir: “Dünyadaki azap işte böyledir elbette ahiret azabı daha büyüktür keşke bilenlerden olsalardı.”. Bu ayette, Arap edebiyatında önemli bir teknik olan İltifat Sanatı kullanılmıştır. İltifat sanatı, anlatım sırasında üçüncü kişiden ikinci kişiye veya birinci kişiye dönülerek muhatabın değiştirilmesidir.

Örneğin, Fatiha Suresi’nde önce Allah üçüncü kişi olarak anlatılır (“din gününün sahibidir allah”), ardından aniden ikinci kişiye dönülerek “biz sadece sana kulluk ederiz sadece senden yardım bekleriz” denilir. Yasin Suresi'nde de bir adam toplumuna hitap ederken, “bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim o beni yoktan yaratana” diyerek aniden kendine dönmüş, sonra sözü “siz de sadece ona döndürüleceksiniz” diyerek tekrar topluma yöneltmiştir.

Kalem Suresi’nin 33. ayetinde de aynı sanat kullanılmıştır. Üçüncü şahıslar (çiftlik sahipleri) üzerinden anlatım bittikten sonra, muhataplar (Mekke müşrikleri) uyarılmıştır: “İşte dünyadaki azap böyledir...”. Bu sanatsal yön değiştirme, Kur'an'ın daha iyi anlaşılmasını sağlayan, derinlik katan bir yöntemdir.