Muğla'nın yeşilliklerle çevrili, Ege'nin huzurlu bir köşesinde, Milas ilçesi her zamanki gibi sakin bir güne uyanacaktı. Ama o sabah, kahvehanelerdeki sohbetler, sosyal medyadaki fısıltılar ve sokaklardaki bakışmalar, bambaşka bir ritme büründü. Bir haber, bir iddia, bir yazı... Hepsi bir araya gelince, ilçenin taş döşeli yolları adeta bir tiyatro sahnesine dönüştü. Siyasetin tozlu koridorlarında dönen bir aşk hikayesi miydi bu, yoksa karanlık bir intikam planının parçası mı? Yıllardır yerel gazetelerin sayfalarını dolduran rutin haberler arasında, bu sefer bir bomba patlamıştı. İnsanlar kahvelerini yudumlarken, "Duydun mu?" diye soruyor, cevap beklerken gözler faltaşı gibi açılıyordu. Peki, bu fırtınanın gözü kimdi? Neden tam da şimdi, tam da bu ilçede? Merakınızı biraz daha alevlendirelim: Bir kalemin gücü, bir ailenin huzurunu nasıl yerle bir edebilirdi?
Ve işte, o bomba patladı. Doğuş Gazetesi'nin sayfalarda boy gösteren bir haber, Milas'ı ayağa kaldırdı. Başlık, adeta bir romanın en çarpıcı bölümü gibiydi: "Milas AK Parti İlçe Başkanı Hakkındaki Aşk İddiaları Muğla’yı Salladı." Alt başlıklar ise daha da keskin, daha da yaralayıcı: "Aile Yılında Kocana Bunu Yapamazsın" ve "Ahlak Önemli." Bu kelimeler, sadece bir yazı değildi; bir suçlama, bir itham, bir skandalın habercisiydi. Gazetenin kaleminden dökülen satırlar, AKP Milas İlçe Başkanı Duygu Pınar Marçalı Doğru'nun adını merkeze alıyordu. İddiaya göre, evli ve bir çocuk annesi olan bu kadın, gizli bir ilişki ağına karışmıştı – yasak bir aşk, aile bağlarını zedeleyen bir ihanet. Muğla'nın dar sokaklarında fısıltılar yayıldı; komşular birbirine baktı, "Olur mu öyle şey?" diye mırıldandı. Haber, ilçenin her köşesine sıçradı; sosyal medyada paylaşımlar yağdı, yorumlar sel oldu. Ama bu sadece bir haber miydi, yoksa yılların birikmiş öfkesinin patlaması mı? O satırlar arasında, bir motivasyon gizleniyordu – ve o motivasyon, yakında gün yüzüne çıkacaktı.
Duygu Pınar Marçalı Doğru, o haberin yayınlandığı andan itibaren sessiz kalmadı. Evinin rahat koltuğunda, telefon elinde, sosyal medya hesabından bir fırtına kopardı. Yüzünde öfke mi, yoksa kararlı bir duruş mu vardı, belli değildi; ama kelimeleri, bir kılıç gibi keskindi. "Şahsımı hedef alan, aile birliğimi ve kişilik onurumu zedelemeye yönelik bir iftira kampanyası yürütülmektedir," diye haykırdı ekrana. Bu cümle, sadece bir savunma değil, bir manifesto gibiydi; yıllardır süren bir tacizin itirafı. Doğru, kendini "Evli ve bir çocuk annesi olarak, mutlu bir aile yaşamı sürdürürken ve siyasi sorumluluklarını büyük bir özveriyle yürütürken" diye tanımladı. O mutlu aile fotoğrafı, şimdi gölgelenmişti; ama o, pes etmeye niyetli değildi. "Bu asılsız iddialar ve kişilik haklarına saldırı niteliğindeki yayın, kabul edilemez," diye ekledi, sesi adeta bir meydan okuma gibi yükseliyordu. Hukuki yollara başvuracağını ilan etti: Gazeteci Mustafa Tunç ve Doğuş Gazetesi'ne karşı, sonuna kadar savaşacaktı. "Kasıtlı ve kişisel bir amaç taşıdığını" ima ettiği bu kampanya, sadece onu değil, tüm AK Parti Milas teşkilatını hedef alıyordu. Doğru'nun parmakları klavyede uçuşurken, takipçileri nefeslerini tuttu; bu, bir liderin yalnız savaşının başlangıcıydı.
Peki, bu Mustafa Tunç kimdi? Milas'ın yerlisi bir gazeteci, yıllardır kalemiyle ilçenin nabzını tutan bir adam. Doğuş Gazetesi'nde yazılarıyla tanınıyordu; ama son dönemde, o yazılar başka bir renge bürünmüştü. AK Parti İlçe Başkanı'nı, yönetim kurulunu hedef alan yayınlar... İftira mı, gazetecilik mi? Tunç'un kaleminden çıkan o aşk iddiaları, sadece bir haber değildi; birikmiş bir hesabın özeti gibiydi. Rivayete göre, her şey abonelik faturalarının ödenmemesiyle başlamıştı. AK Parti İlçe Başkanlığı'na gönderdiği faturalar masada kalmış, para akışı durmuştu. Ve o andan sonra, yazılar sertleşti: Manipülasyon dolu satırlar, karalama kokan başlıklar. Tunç, sessizce intikam mı alıyordu? Yoksa elinde somut deliller mi vardı? Mahalle kahvelerinde konuşuluyordu: "O adam yıllardır böyle, partiye diş biledi." Ama Tunç'un ağzından tek bir kelime çıkmamıştı; o, kalemini konuşturuyordu. Bu sefer, o kalem, bir ailenin huzurunu bozmuş, bir kadının onurunu lekelemişti. Ve şimdi, o kalem, bir kelepçenin soğukluğunu tadacaktı.
Olaylar, bir domino taşının devrilmesi gibi hızlandı. Doğru'nun şikayeti, Milas 1. Aile Mahkemesi'nin masasına düştü. Hakim, dosyayı inceledi; Law No. 6284'ün gölgesinde, bir karar çıktı: Gazeteci Mustafa Tunç'a karşı uzaklaştırma emri. Bu, sadece bir kağıt parçası değildi; bir sınır, bir uyarı, bir kalkan. Mahkeme salonunda yankılanan o karar, Doğru'nun yüzüne bir tebessüm kondurmuş muydu? Belki. Ama asıl fırtına, akşam saatlerinde koptu. Milas Cumhuriyet Savcılığı'nın talimatı, Milas İlçe Emniyet Müdürlüğü'nü harekete geçirdi. Polis ekipleri, kapılara dayandı; sessiz bir operasyon, ama etkili. Mustafa Tunç, evinde ya da ofisinde – detaylar gizliydi – gözaltına alındı. Elleri kelepçelendiğinde, ne hissetti? Şaşkınlık mı, öfke mi? Emniyet müdürlüğüne götürüldü; sorgu odalarında saatler geçti. Sonra, rutin prosedür: Sağlık kontrolü. Doktorun muayenesi, nabız, tansiyon... Her şey yolundaydı, ama ruhu değil. Sabahın ilk ışıklarıyla, savcılığa sevk edilecekti; suçlamalar ağırdı: Kişisel verileri hukuka aykırı biçimde kullanmak, yalan haber yapmak ve iftirada bulunmak. Bu kelimeler, bir gazetecinin kariyerini bitirebilir miydi? Milas'ın dar sokaklarında, siren sesleri yankılandı; bir adamın hayatı, bir gecede değişmişti.
Bu gözaltı, sadece bir kişinin değil, bir ilçenin vicdanını sarsıyordu. AK Parti teşkilatı ayağa kalktı; başkanlarının onuru, partinin onuruydu. Sosyal medyada destek mesajları yağdı: "Adalet yerini bulsun!" diye haykıranlar, "İftiraya son!" diye kampanya başlatanlar. Doğru, bir kez daha konuştu: "Uzun süredir beni ve AK Parti Milas İlçe Başkanlığımızı, Yönetim Kurulu Üyelerimizi hedef alan, iftira ve manipülasyon içerikli birçok yayın üzerinden sistemli bir karalama kampanyası yürütülmekteydi." Bu cümle, sadece bir yakınma değil, bir pattern'in itirafıydı. Muğla'da son dönemde, sahte sosyal medya hesaplarından AK Partili isimlere saldırılar... Hepsi bir zincirin halkaları mıydı? Kamuoyu ikiye bölündü: Bazıları, "Gazetecilik bu mu?" diye veryansın etti; diğerleri, "Özgür basın susturuluyor mu?" diye sorguladı. Meslek örgütleri devreye girdi; gazeteciler, "Bu bir baskı" diye fısıldadı. Milas halkı ise kahvehanelerde tartıştı: "Aşk iddiası doğru mu? Faturalar yüzünden mi?" Spekülasyonlar uçuştu, gerçekler gölgelendi.
Doğru'nun sözleri, olayın derinliğini aydınlatıyordu. "Muğla'da son dönemde bazı sahte sosyal medya hesaplarında AK Partili isimlerin hedef alınması ve iftiraya, karalamaya maruz bırakılması, saldırılarda bulunulması da gözden kaçırılmamalıdır," demişti. Bu, bir uyarıydı; sadece Milas değil, tüm Muğla'yı kapsayan bir tehdit. Ve o abonelik faturaları... Küçük bir detay gibi görünse de, her şeyin fitilini ateşleyen kıvılcımdı. Tunç'un gazetesi, Doğuş Gazetesi, şimdi mercek altındaydı; yayın politikaları sorgulanıyordu. Savcılığın eli, dosyayı kalınlaştırıyordu: Deliller toplanıyor, tanıklar çağrılıyordu. Gözaltı, bir son mu yoksa bir başlangıç mı? Tunç, savcılığa sevk edildiğinde, ne diyecekti? "Ben gazeteciyim, hakkım var" mı, yoksa sessiz mi kalacaktı? Polis koridorlarında ayak sesleri yankılanırken, Milas'ın gecesi uzadı; uykusuz gözler, cevap bekliyordu.
Bu skandal, sadece bir aşk iddiasının ötesine uzanıyordu; siyasetin, medyanın, ailenin kesişim noktasında bir ayna tutuyordu. Duygu Pınar Marçalı Doğru, "Etik değerlerin hedef alındığı bu çirkin girişimlerin, halkımızın vicdanında hiçbir karşılık bulmayacağına olan inancımız tamdır," diye noktalamıştı sözlerini. Doğruluk ve dürüstlük ilkelerinden ödün vermeden hizmete devam edeceğini vurgulamıştı. Ama Milas'ta, o ilkeler sınavdan geçiyordu. Kamu vicdanı ne diyecekti? Meslektaşları, "Bu bir karalama" mı diyecek, yoksa "Hesap verme zamanı" mı? Gözaltı sonrası, sokaklar sessizleşti; ama fısıltılar bitmedi. Bir kadın, bir anne, bir lider... Onurunu korumak için savaşıyordu. Bir gazeteci, kaleminin bedelini ödüyordu. Ve Muğla, bu entrikanın ortasında, nefesini tutmuştu.
Günler geçtikçe, dosya kalınlaşacak; mahkeme koridorlarında yankılar sürecek. Tunç'un sevk edildiği savcılık, bir dönüm noktası; suçlamalar, bir kelepçe gibi sıkı. Belki itiraf, belki inkar... Ama gerçek, er ya da geç su yüzüne çıkacaktı. Milas'ın o sakin sokakları, artık bir romanın sayfaları gibi; her köşe, yeni bir sır vaat ediyor. Bu yasak aşk iddiası, bir iftira mı yoksa bir gerçek mi? Cevaplar, zamanın kucağında. Ve biz, bu gerilim dolu bekleyişte, kalemimizi elimizde tutuyoruz – çünkü adalet, yavaş da olsa, yolunu bulur. Hazır olun; Muğla'nın fırtınası, daha yeni başlıyor.
            
            
                            
                            
                            




