Türkiye siyasetinin son dönemdeki en önemli tartışma konularından biri, İmralı süreci etrafında dönen ve "Terörsüz Türkiye" olarak adlandırılan yeni bir siyasi girişim. Bu süreç, özellikle Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin güçlü çıkışları ve kararlı tutumuyla gündeme oturdu ve tüm partilerin seçmen tabanlarında derinlemesine bir yankı buldu. Ancak, siyaset arenasındaki bu kararlı duruşa rağmen, toplumun ve ilgili partilerin seçmenlerinin sürece nasıl baktığı, yapılan anketler aracılığıyla ortaya konan rakamlarla büyük bir karmaşıklık sergiliyor. Bir araştırmacının görevi, kişisel görüşleri bir kenara bırakarak, halkın ne düşündüğünü, oranların ve sosyolojik tepkilerin ne yönde olduğunu incelemektir. Bu tarihi anketin sonuçları, politik aktörlerin beklentileriyle seçmenlerin hassasiyetleri arasındaki ince çizgiyi gözler önüne seriyor. (Konu ile ilgili video makalenin aşağısında verilmiştir zira tüm detaylar videoda gösterilmiştir.)
Bahçeli'nin Hamlesine Genel Kamuoyu Desteği ve Partiler Arası Algı
MHP lideri Bahçeli’nin bu süreçteki tutumunu ve söylemlerini destekleyip desteklemediği sorulduğunda, Türkiye genelinde ortaya çıkan rakamlar ilginç bir dengeyi işaret ediyor. Ne büyük bir karşı çıkış ne de büyük bir destek mevcut; oranlar birbirine oldukça yakın. Ancak, Bahçeli'nin bu yaklaşımına destek verenlerin profilindeki dağılım dikkat çekiyor: Bu desteğin en az 8-10 puanlık ciddi bir kısmı Dem Partililerden geliyor. Geri kalan destekçilerin büyük çoğunluğunu AK Partililer oluştururken, MHP seçmeninin katkısı ise yalnızca 3-4 puan civarında kalıyor. Bu veri, Bahçeli’nin başlattığı yaklaşımın muhalefet nezdinde dahi ilgi gördüğünü, ancak MHP tabanındaki desteğin sanıldığı kadar yüksek olmadığını gösteriyor.
"Terörsüz Türkiye" süreciyle birlikte, Dem Parti seçmenlerinin önümüzdeki seçimlerde kime oy vereceği sorusu, siyasetin en kritik düğüm noktalarından biri olarak beliriyor. Kendini Dem Partili olarak tanımlayan seçmenlerin görüşleri bu bağlamda belirleyici oluyor: Dem Partililerin %18.8'i iktidar kanadına oy verebileceğini ifade ederken, yaklaşık yarısı (%49.4'ü) muhalefete oy vereceğini belirtiyor. Geri kalan %30'un üzerindeki kesim ise görüş belirtmekten çekiniyor. Bu süreç MHP tarafından başlatılıp AK Parti tarafından desteklenmiş olmasına rağmen, Dem Parti seçmeninden ilgi görse de, oyların belirgin bir şekilde iktidar yönüne kaymadığı ya da kaymayacağı anlaşılıyor.
Siyasi Tutukluların Serbest Bırakılması Algısı: Demirtaş ve Öcalan Farkı
Kamuoyunda Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer siyasi tutukluların serbest bırakılıp bırakılmaması hakkındaki görüşler sorulduğunda, "serbest bırakılmalıdır" yanıtı %45.3 ile %50'ye yakın bir oranda çıkıyor. Bu durum, Demirtaş’a karşı yaygın bir rahatsızlık olmadığını gösteriyor; zira Demirtaş, geçmiş adaylık sürecinde de PKK tarzı yaklaşımlardan ziyade, kendisini o zamanki adıyla Türkiye partisi olarak konumlandırmıştı.
Ancak konu Abdullah Öcalan olduğunda, kamuoyunun hassasiyeti keskin bir şekilde değişiyor. Öcalan'ın serbest bırakılıp bırakılmaması sorusuna Türkiye'nin %78'i "Hayır" cevabını veriyor. Görüş bildirmeyenler oransal olarak dağıtıldığında bile, Türkiye'nin %87-88'inin bu konuda büyük bir hassasiyet taşıdığı ortaya çıkıyor. Demirtaş ve Öcalan pozisyonlarının toplum nezdinde aynı veya benzer algılanmadığı, yalnızca Dem Partililerin bir kısmının Öcalan’ı desteklediği görülüyor.
AK Parti'nin Geçmiş Tecrübesi ve MHP'nin Süreci Başlatma Rolü
2015 seçimleri öncesinde yaşanan ilk açılım sürecinde, AK Parti’nin ciddi bir oy kaybı yaşadığı (yaklaşık 10 puan) ve o dönem hükümeti kuracak çoğunluğu yakalayamadığı biliniyor. O süreçte ulusalcı, milliyetçi ve vatansever yaklaşımdaki seçmenlerin tepkisi büyüktü. Muhtemelen bu tecrübeden yola çıkan AK Parti, mevcut politikanın veya girişimlerin, Türkiye'de milliyetçiliğin merkez partisi olan MHP tarafından başlatılmasını tercih etmiş olabilir. Nitekim, bu "Terörsüz Türkiye" sürecini başlatan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli oldu ve AK Parti sürekli olarak "biz de varız" modunda destekleyici pozisyonda kaldı. Bu stratejinin amacı, milliyetçi seçmenlerdeki tepkiyi azaltmaktı.
MHP Seçmeninde Gözlemlenen Kritik Düşüş
MHP'nin süreci başlatmasıyla tepkilerin azalacağı düşünülmüş olsa da, anket sonuçları farklı bir tablo çiziyor. Sürecin başlamasından bu yana geçen 3-4 aylık süreçte MHP'nin oy oranlarında göreceli bir düşüş gözleniyor. MHP'nin oyları önce %7'ye, ardından %6 ve geçen ay %5'e inmişken, son ankette %4.4 seviyesine kadar gerilemiş durumda. Bu oranlar, MHP’nin son 31 yılın en düşük seviyelerinden birini yaşadığını gösteriyor. Bu düşüşün sebebi, AK Parti'ye verilen genel destekten ziyade, bu son 4-5 aylık süreçle ilişkilendiriliyor.
Bu durum, MHP seçmeninin tamamının "Devlet Bahçeli yapıyorsa doğrudur" şeklinde tam bir destek vermediğini, aksine bir sessizliğin hakim olduğunu gösteriyor. Seçmenler, ülkenin çıkarları açısından iyi mi olur endişesiyle bir suskunluk yaşıyor ve durumu "oy verip görelim" şeklinde izliyor.
Sürecin En Hassas Noktası: Abdullah Öcalan'ın Konumu
Türkiye'de birçok insan "Terörsüz Türkiye" sürecini desteklese de, konu Abdullah Öcalan'ın ön plana çıkmasına geldiğinde hassasiyetler tavan yapıyor. Bu hassasiyet, sadece MHP veya İYİ Parti seçmeninde değil, CHP seçmeninin dahi bir kısmında görülüyor. Vatandaşların asıl problemi, Türkiye'ye 50 yıldır uğraştıran ve on binlerce can kaybına neden olan bir örgütün kurucusu ve lideri olan Abdullah Öcalan'ın bu işin mucidi ya da başarmış kişilerden biri gibi önde gözükmesini hazmedemiyor olmasıdır.
Özellikle Devlet Bahçeli'nin son 3-4 aydır sıkça kullandığı "kurucu önder" tabiri, MHP'liler nezdinde dahi çok ciddi tepkiyle karşılandı. Bu tür yaklaşımlar, yani 50 yıllık belanın liderinin bu denli öne çıkarılması ve görüşülmesi, seçmen nezdinde taraftar bulmuyor ve hoş karşılanmıyor.
Bahçeli'nin Israrcı Tutumunun Arkasındaki Psikoloji
Devlet Bahçeli'nin, sürece herkesten daha ısrarcı ve çıtayı yükselten bir yaklaşımla ("Kimse gelmezse üç arkadaşımı alır giderim") yaklaşmasının ardındaki nedenler de analiz ediliyor. Bu ısrarın temel sebebi, Bahçeli'nin "ben hata yapmadım ve sonuna kadar da bu işin arkasındayım" psikolojisini sürdürme arzusu olabilir. Geri adım atması veya yavaşlaması, hem kendi yakın çevresinde hem de MHP tabanında bir prestij kaybı olarak algılanabilirdi. Araştırmacıların yorumlarına göre, herkesin tereddüt yaşadığı bir süreçte, milliyetçiliğin kalesi olarak tanımlanan MHP liderinin sinirlenerek bu denli konuya yaklaşması, yaptığı işin yanlış olmadığı ve yarım yamalak yaklaşılmayacağı yönündeki psikolojik duruşuyla açıklanabilir.
Ancak bu denli abartılı yaklaşım veya konunun üzerine bu kadar gidilmesi, "kurucu önder" sözünde ısrar edilmesi gibi yaklaşımlar, parti tabanında dahi olumlu karşılanmıyor; seçmen bazında beğeni toplamıyor. Bu durum, siyasi liderlerin cesur çıkışlarının, halkın temel hassasiyetleri karşısında ne kadar kırılgan olabileceğini gösteren karmaşık bir dengeyi ifade ediyor.





