Türkiye'nin medya koridorları, son zamanlarda adeta bir gölge oyununun sahnelerine dönüşmüş gibi; her köşede bir fısıltı, her kapıda bir kilit sesi, ekranlardaki haber bantları ise kalp atışlarını hızlandıran birer uyarı. Bu coğrafyada haberler sadece kelimelerle değil, alın teriyle, geceleri uykusuz geçen nöbetlerle, bazen de gözyaşlarıyla yazılıyor. Sokaklardaki kahvehane sohbetleri, sosyal medyadaki öfkeli paylaşımlar, matbaaların cılız baskı sesleri – hepsi bir büyük resmin parçaları, ama o resim giderek soluklaşıyor. Ekonomi, sadece rakamların soğuk dansı değil; binlerce ailenin rızkı, hayallerin ertelenişi ve belki de yarınların belirsizliği. Peki, bu fırtına ne zamandan beri esiyor? Hangi rüzgarlar, eski kaleleri yerle bir ediyor? Merakınızı bir an için cebinize koyun, çünkü asıl hikaye, önümüzdeki satırlarda tüm ağırlığıyla çökecek – ve sizi hem hüzünlendirecek hem de o dayanışma ateşini içten içe yakacak.
İşte o beklenmedik darbe, medya sektörünün kalbine saplanıyor: Gazeteler, televizyon kanalları ve internet haber siteleri, ekonomik baskıların pençesinde kıvranıyor. Maaşlar gecikiyor, kira faturaları birikiyor, çalışanlar belirsizliğin ortasında asılı kalıyor. Bu, sadece bir günün değil, ayların, belki yılların birikmiş yükü; enflasyonun canavarı, döviz kurlarının dalgaları ve reklam gelirlerinin kuruması, hep birlikte saldırıya geçmiş gibi. Sektördeki işsizlik oranı, ülkenin genel ortalamasını kat kat aşıyor – basın emekçileri, güvencesiz sözleşmelerle, sendikal hakların hiçe sayılmasıyla boğuşuyor. Basın İş Kanunu'nun kağıt üzerinde kalması, denetim mekanizmalarının suskunluğu, her şeyi daha da karmaşıklaştırıyor. Düşünün: Bir haberci, sabah erken kalkıp kalemi eline alıyor, ama ay sonu geldiğinde maaş bordrosu boş bir sayfa gibi duruyor. Bu tablo, sadece istatistikler değil; gerçek hayatların, ailelerin, geleceğin yarası. Ve şimdi, bu yaradan akan kan, tüm sektörü sarmaya başladı – kepenkler bir bir iniyor, ama sesler hâlâ yankılanıyor.
En taze yara, Hürriyet Gazetesi'nde açılıyor; yılların devi, sessiz bir depremle sarsılıyor. Gazeteci İzzet Çapa, sosyal medyada paylaştığı bir gönderide, kulislerde dolaşan fısıltıları dile getiriyor: "Dedikodu: Hürriyet gazetesinde ciddi bir tenkisat yaşanıyor. İddiaya göre çalışanların yaklaşık yüzde 35’i, yani her üç kişiden biri işten çıkarılacakmış… Üstelik bu bildirimler doğrudan e-posta yoluyla yapılıyormuş. Gazetenin önümüzdeki altı ay içinde Ataşehir Finans Merkezi’ndeki bir kata taşınacağı, çünkü mevcut binayı Ziraat Bankası’nın talep ettiği konuşuluyor. Posta ve Milliyet dedikoduları sonra…" Bu sözler, salonda bir bomba gibi patlıyor; yüzde 35'lik kesinti, yüzlerce insanın ekmeğini elinden alacak demek. Neden mi? Ekonomik darboğazın en çıplak hali: Reklam bütçeleri erimiş, okuyucu sayıları dalgalı, kira yükü omuzları ezmiş. Mevcut bina, Ziraat Bankası'nın talebiyle el değiştirme tehlikesinde; taşınma, bir kurtuluş değil, sadece bir erteleme gibi. E-posta bildirimleri ise, soğuk bir veda – ekran başında bekleyenler, bir tıkla işsiz kalıyor. Hürriyet, bu hamleyle mi ayakta kalacak, yoksa zincirleme bir çöküş mü tetikleyecek? Kulisler, sessizce bekliyor; ama o e-postalar, her an gelebilir.
Bu krizin dalgaları, sadece büyük oyuncuları değil, TMSF yönetimindeki Flash Haber TV'yi de vuruyor; 150 çalışan, bir anda kapı önüne konuyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), bu toplu işten çıkarmayı kınayan bir açıklama yayınlıyor ve sektörün genel çöküşünü haykırıyor: “Ülkemizde genel işsizlik oranı yüksekken, basın sektöründeki işsizlik oranı çok daha fazladır. Basın emekçileri artan baskılar ve güvencesiz koşullarla karşı karşıya kalmaktadır. İşten çıkarmalar keyfi şekilde yapılmakta, basın çalışanlarının iş güvenceleri ve sendikal hakları ihlal edilmektedir. Basın İş Kanunu’nun uygulanmaması ve denetim eksiklikleri nedeniyle bu sorunlar sürmektedir. İşten çıkarmalar durdurulmalı, denetim mekanizmaları işletilmelidir.” Bu satırlar, adeta bir manifesto gibi; TGC, yılların birikmiş öfkesini döküyor ortaya. Flash Haber TV, TMSF'nin elinde bir emanet gibi – ama o emanet, maaşları ödeyemeyince yük oluyor. 150 isim, bir gecede siliniyor; aileler, faturalar, yarınlar... Bu, ekonomik baskıların ötesinde, keyfi kararların ürünü. Sektördeki işsizlik, zaten bir yangın yeri; bu yangına bir benzin tenekesi daha ekleniyor. TGC'nin çağrısı, bir çığlık: Denetimler gelsin, kanunlar uygulansın – ama kulaklar sağır mı kalacak?
Tarihin sayfalarında 101 yıldır dimdik duran Cumhuriyet Gazetesi ise, bu fırtınada farklı bir yol çiziyor: Okuyucularına "imece" çağrısı yaparak, geleneksel dayanışmayı modern bir haykırışa dönüştürüyor. Gazetenin açıklaması, hem bir öz hem bir yemin gibi: "Cumhuriyet, 101 yıldır halkın haber alma hakkını savunan, özgür ve bağımsız bir gazete. Bugün de aynı kararlılıkla görevimizi sürdürüyoruz. Ancak gazetemiz baskılar ve ekonomik abluka ile karşı karşıyadır. Katkılarınız bağımsız, ilkeli gazeteciliğimiz ve yayıncılığımızın yarınlara taşınmasına güç verecektir. Cumhuriyet için el ele, omuz omuza." 1924'te doğan bu kurum, baskılara, sansürlere, ekonomik tuzaklara rağmen ayakta kalmış; şimdi, ekonomik abluka denen bir duvarla yüzleşiyor. Reklamlar kesilmiş, dağıtım maliyetleri fırlamış, okuyucu desteği tek çare gibi. Bu imece çağrısı, Anadolu'nun eski geleneğini hatırlatıyor: Köyde bir ev yanarsa, herkes el uzatır. Okuyucular, bağışlarla, aboneliklerle omuz veriyor; ama bu, geçici bir nefes mi, yoksa kalıcı bir model mi? Cumhuriyet, bu çağrıyla sadece parasal değil, manevi bir köprü kuruyor – halkın gazetesi, halkın eliyle kurtuluyor mu?
KRT TV'nin hikayesi ise, daha da yürek burkucu; yayınlar duruyor, ekranlar kararıyor, bir kanalın son nefesi gibi. Avukat Fidel Okan, kanal sahibi Didem Hanım'la yaptığı görüşmeyi paylaşarak duyuruyor: "Biraz önce @krtkulturtv sahibi Didem hanımla uzun bir görüşme yaptık. Şimdi aldıkları kararla KRT'nin yayın hayatına gelecek ay son vereceklerini açıkladı." Maaşlar ödenemeyince, çalışanlar yayını kesiyor; bu, bir isyan değil, bir zorunluluk. KRT, Ağustos 2025'te yeniden yayın hayatına dönmüştü – ama o dönüş, kısa soluklu bir umutmuş. Ekonomik baskılar, Didem Hanım'ı köşeye sıkıştırmış; gelecek ay sonu, fiş çekilecek. Bu karar, saatlerce süren bir görüşmenin ürünü; Okan'ın paylaşımı, sosyal medyada yankılanıyor, binlerce yorum yağıyor. Kanal, kültür ve haber alanında bir ses olmuştu; şimdi, o ses susuyor mu? Çalışanlar, belirsizliğin ortasında – yeni işler mi arayacaklar, yoksa sektördeki yangına mı katılacaklar? Bu veda, medyanın kırılganlığını bir kez daha suratımıza çarpıyor.
Son olarak, internet haber sitelerinin bile nefes alamadığı bir örnek: "Nasıl Bir Ekonomi" gazetesi, ofisini kapatıp evden çalışmaya geçiyor. Kira masraflarını kısma hamlesi bu; kısmi çalışma sistemi tartışılıyor, ama detaylar hâlâ sisli. Dijital dünya, kağıtsız diye ucuz sanılıyor; ama sunucu masrafları, personel giderleri aynı yük. Bu geçiş, bir erteleme – ofis kapanıyor, ama haber akışı devam mı edecek? Sektördeki diğer siteler, benzer adımlar atıyor; evden yayın, Zoom toplantıları, ama o ruh hali, stüdyo ışıklarının sıcaklığını arıyor.
Bu kepenk indirmelerin ortasında, sektörün geleceği bir soru işareti gibi asılı: Hürriyet'in e-postaları, Flash Haber'in 150'si, Cumhuriyet'in imece'si, KRT'nin vedası, Ekonomim'in ev ofisi... Hepsi, ekonomik fırtınanın izleri. TGC'nin haykırışı, bir umut kıvılcımı: İşten çıkarmalar dursun, kanunlar işlesin. Ama enflasyon dinmezse, reklamlar dönmezse, denetimler gelmezse? Medya emekçileri, sokaklara mı dökülecek, yoksa sessizce mi dağılacak? Bu kriz, sadece para değil; özgür haberin, eleştirel sesin mücadelesi. Okuyucular, bu imeceye katılacak mı? Gazeteciler, yeni sesler mi yaratacak? Heyecan, hüzün ve umut karışımı bir duyguyla bekliyoruz – çünkü medya susarsa, hikaye yarım kalır. Ve o hikaye, hepimizin hikayesi.