CHP Lideri Özgür Özel'den Meclis Taciz Skandalına Sert Çıkış
CHP Lideri Özgür Özel'den Meclis Taciz Skandalına Sert Çıkış
İçeriği Görüntüle

Türkiye'nin siyasi ve medyatik manzarası, 11 Aralık 2025'te yeni bir depremle sarsıldı. Kokain operasyonları adeta bir fırtına gibi esiyor, ancak bu fırtınanın rüzgarı sadece uyuşturucudan değil, derin siyasi hesaplaşmalardan ve basın dünyasının çürümüşlüğünden kaynaklanıyor. Yıllardır süren sessizliğin ardından patlak veren bu operasyonlar, yüzeyde bir temizlik gibi görünse de, altında yatan gerçekler bambaşka. AKP iktidarının 23 yıllık yönetiminde ülkeyi saran çürüme, her alanda kendini gösteriyor: Ekonomik iflas, uluslararası utançlar ve medya baronlarının kirli oyunları.

Halk, açlık ve yoksullukla boğuşurken, ekranlar dedikodu, skandal ve komplo teorileriyle dolup taşıyor. Peki, bu operasyonlar gerçekten bir uyanış mı, yoksa Erdoğan sonrası dönemin kanlı bir provası mı? Kokainin izini sürerken, gazetecilerin ego savaşlarına ve hükümetin kirli politikalarına tanık olacağız. Bu detaylar, Türkiye'nin nabzını tutan her vatandaşı ayağa kaldıracak nitelikte.

Günlük hayatın kaosunda, televizyonlar ve sosyal medya kanalları adeta bir panayır alanına dönüşmüş durumda. İzleyiciler, bilgilendirici programlar yerine sansasyonel haberlere, cinsellik tartışmalarına, inanç kavgalarına ve dedikodulara akın ediyor. Eğitimli gazetecilerin yerini, koltuklarından kalkmadan komplo teorileri üreten amatörler almış. Bu amatörler, kimliklerini siyasi fraksiyonlara göre şekillendiriyor: Fethullahçılar örgütsel çıkarlar için, İslamcılar ve AKP yandaşları ise Tayyip Erdoğan'ı merkeze koyarak yayın yapıyor. CHP tarafından maaşlı figürler bile aynı tuzağa düşüyor.

Bağımsız bir ses olarak, bu kaosun ortasında yargılarımı sadece gözlemlerime dayandırıyorum. Türkiye, 23 yıllık İslamcı rejimin yarattığı enkaz altında eziliyor. Haziran ayındaki çöküşle birlikte, yapım kisvesi altındaki yıkım gündeme bomba gibi düştü. Hiçbir sistem düzgün işlemiyor; her şey bir karmaşa yumağına dönüşmüş. AKP'nin ideolojisi, inşa etmek yerine yok etmek üzerine kurulu. Bu yüzden her alanda operasyonlar patlıyor – ama bunlar kök sorunları çözmek için değil, sadece manevra için.

Son dönemde hız kazanan kokain operasyonları, üç katmanlı bir stratejiyi gözler önüne seriyor. Birincisi, uluslararası baskılar: Para Aklama Komisyonu'nun gri listesine yeniden girmekten duyulan korku. Türkiye, AKP döneminde iki kez bu listeye alınmış, zar zor kurtulmuştu; üçüncü bir giriş, ekonomiyi tamamen bitirecek. Bu operasyonlar, denetimlere karşı güven inşası için bir vitrin görevi görüyor. İkincisi, iç gündem manipülasyonu: Halkın açlık, yoksulluk, ekonomik çöküş, Apo ve PKK meselelerinden dikkatini dağıtmak amacıyla uyuşturucu skandalları pompalanıyor. Üçüncüsü ise en karanlık katman: Erdoğan sonrası güç savaşları. 70'ini aşmış ve hasta olan Erdoğan'ın gölgesinde, Bilal Erdoğan, Berat Albayrak, Selçuk Bayraktar,

Hakan Fidan, Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu gibi isimler rakip güçleri temizlemek için harekete geçmiş. Turgay Ciner, Kenan Tekdağ ve Masonik derin Galatasaray aristokrasisine yönelik hamleler, Ekrem İmamoğlu'nun izlerini silme çabasının parçası. AKP, yıllarca uyuşturucu sorununa duyarsız kaldı; lise düzeyinde bile yaygındı, varlık affıyla uyuşturucuyu davet ettiler, Egemen Bağış gibi yolsuz figürleri büyükelçiliklere atadılar. Operasyonlar, amaç değil, araç – ve bu araçlar, rejimin çürümesini gizliyor.

Medya sektörü, AKP döneminin en yozlaşmış kurumu olarak öne çıkıyor. Eğitimsiz, niteliksiz ama hırslı bireyler, gazetecilik kisvesi altında sızmış. Hükümeti savunan Abdülhadi Özdeşik gibi isimler, eski işverenlerinin gazetesinde bile yandaşlık yapıyor. Muhalif medyada ise Şaban Sevinç örneği var; Murat Ongun'dan para aldığı iddiaları ortada. Öngörülerimde haklı çıktım: 2023 seçimlerinde Kılıçdaroğlu'nun kaybedeceğini söyledim, ama maaşlı muhalifler beni Erdoğan ajanı ilan etti.

Yoksulluk, dürüstlüğü yozlaştırıyor; çoğu gazeteci para kölesi olmuş. Finansal bağımsızlıkları olanlar hariç, ideolojik bağlar erimiş. Fethullahçılar ayrı bir ajandaya sahip; eski komünistler ve İslamcılar karı önceliyor. Mehmet Akif Ersoy'un cihat iddialarına rağmen kokain bağlantısı, bu çelişkileri özetliyor. Basın, iktidarın aleti haline gelmiş; gerçek gazetecilik, ego ve para savaşlarının gölgesinde kayboluyor.

Bu yozlaşmanın en çarpıcı örneklerinden biri, Yılmaz Özdil ile Uğur Dündar arasındaki hasımlık. İki yakın arkadaş, ego patlamasıyla düşman kamplara ayrılmış. Türk siyasetçilerde, gazetecilerde, sanatçılarda ve futbolcularda ego şişkinliği yaygın. Gazetecilerin egosu, medya ayrıcalıkları ve kamuoyunun algı ihtiyacıyla kabarıyor. Tarihsel anılarım var: Kenan Evren tarafından hapsedildim, ama sonra yurtdışına davet edildim; Demirel, Özal ve Ecevit'le etkileşimlerim oldu. Alçakgönüllü gazeteci nadir. Özdil, kitap satışlarıyla; Dündar, reytinglerle dev kitlelere ulaşıyor. Eskiden yakınken, günlük olaylar ayrılığı tetikledi.

Dündar, yükselen gazetecileri –İsmail Saymaz, Mehmet Ali Yaprak gibi– mentorlukla koruyor; bu, Özdil'i rahatsız ediyor çünkü Saymaz'la rekabeti var. Televizyon olayı ve Sezgin Baran Korkmaz meselesi uçurumu büyüttü. İdeolojik ayrılık yok: İkisi de Atatürkçü, vatansever, milliyetçi. Özdil CHP kökenli, uzlaşmaz; Dündar esnek, Ekmeleddin İhsanoğlu'nu destekledi. Hükümete muhalif az sayıda kaliteli isim varken, bu kavga içten içe ülkeyi zayıflatıyor. Özdil, Dündar'ı fırsatçılıkla suçluyor; Dündar ise sadakatsizlikle itham ediyor. Barış beklenmiyor – bu, düşünce okullarının çarpışması.

Operasyonların ötesinde, şüpheler çoğalıyor: Bu hamleler, gerçekten arınma mı yoksa daha derin bir temizlik mi? Her iki gazeteciyi de yakından tanıyorum; kavgaları, medya dünyasının çatlaklarını yansıtıyor. Türkiye'nin çürümesi, sadece uyuşturucuyla sınırlı değil; ekonomik gri liste korkusu, siyasi miras kavgaları ve basın etiğinin kaybı, ülkeyi uçuruma sürüklüyor. Halk, bu skandalların arkasındaki gerçekleri merakla bekliyor. Kokain operasyonları, Erdoğan'ın son nefesine kadar sürecek bir oyunun piyonu mu? Medya baronlarının düşüşü, muhalefeti güçlendirecek mi? Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil'in savaşı, gazeteciliğin geleceğini mi belirleyecek? Bu sorular, 2025'in en sıcak tartışmalarını ateşliyor. Gelişmeleri izlemek, her bilinçli vatandaşın görevi – çünkü bu fırtına, hepimizi etkileyecek.