Türkiye'nin siyasi sahası, son günlerde yaşanan polemiklerle adeta bir satranç tahtasına dönmüş durumda. Günlük haber akışında, liderlerin birbirine yönelttiği ithamlar, yılların birikmiş hesaplaşmalarını gün yüzüne çıkarıyor. Vatandaşlar, bu atışmaların sadece retorik olmadığını, derin toplumsal dinamiklere dokunduğunu fark ediyor. Özellikle muhalefet içindeki gerilimler, iktidar kanadını da harekete geçirerek ulusal bir tartışmaya evriliyor. Bu süreç, sadece bugünün olaylarını değil, geçmişteki açılımları ve kırılma noktalarını da masaya yatırıyor. Peki, bu tartışmaların kökeni nerede yatıyor ve nasıl bir yol izliyor? Adım adım, aktörlerin sözlerini ve tepkilerini ele alarak, bu karmaşık resmi aydınlatalım.
Tartışmaların fitilini ateşleyen nokta, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in son kongre konuşmasında kullandığı "Stockholm sendromu" ifadesiydi. Bu metafor, baskı altında kalanların cellatlarına bağlanmasını simgeliyordu ve doğrudan DEM Parti'ye yönelik bir eleştiri olarak algılandı. Özel, parti içindeki bazı dinamikleri bu şekilde nitelendirerek, muhalefet bloğundaki sadakat mekanizmalarını sorguladı. Bu sözler, DEM Parti cephesinde sert yankı buldu ve kısa sürede ulusal bir polemik haline geldi. İktidar kanadı ise, bu fırsatı CHP'nin tarihine dönük bir saldırı için kullandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Gazetesi'ne verdiği röportajda doğrudan devreye girdi ve Özel'e hitaben, "Cesaretin varsa ve bir cellat arıyorsan, aynaya bak" dedi. Erdoğan, bu ifadeyle sadece kişisel bir uyarı yapmıyor, CHP'nin geçmişteki rollerini hatırlatarak, "Kendi tarihine baksın, orada celladı görecek" diye ekledi. Bu müdahale, tartışmayı muhalefet içi bir meseleden çıkarıp, iktidar-muhalefet eksenine taşıdı ve yılların siyasi rekabetini yeniden alevlendirdi.
Özel'in yanıtı ise aynı gün içinde geldi ve oldukça keskin bir tonda oldu. CHP lideri, Erdoğan'a dönerek, "Buradan ekmek yemezsin" ifadesini kullandı, yani bu tür ithamların siyasi kazanç sağlamayacağını vurguladı. Özel, Kürt kardeşlerimizin kim olduğunu çok iyi bildiğini belirterek, "Cellat kim, mağdur kim, bunu en iyi Kürt kardeşlerimiz bilir" diye konuştu. Bu karşılık, sadece bir savunma değil, aynı zamanda 2015'teki hendek olaylarına ve Cizre'deki trajedilere atıf yaparak tarihsel bir boyut kattı. Özel, "Anne Taybet'in cesedinin 7 gün yerde yatmasına, beyaz bayrakla yürüyen kadınların vurulmasına ne diyeceksiniz?" sorusunu yönelterek, o dönemdeki devlet politikalarını hedef aldı. Erdoğan ise, bu eleştirilere karşı CHP'nin tek parti dönemine uzanan geçmişini hatırlattı: "10 yıl önceki sizin iktidarınızda Tunceli'den bugüne Kürt kardeşlerimizin kanını dökenler kim, millet biliyor." Bu diyaloglar, 1920'lerden beri süren "tek millet" söylemini sorgulatan bir nitelik taşıyor. Hatırlanacağı üzere, 1990'larda CHP lideri Deniz Baykal, Kürt açılımlarını reddetmiş ve partiyi milliyetçi bir çizgide tutmuştu. Bugün ise Özel, "Türk-Kürt kardeşliği zorunlu" diyerek, bu evrimi yansıtıyor. Bu değişim, muhalefetin Kürt oylarını kazanma stratejisinin bir parçası olarak yorumlanıyor ve 2023 seçimlerindeki ittifak dinamiklerini akla getiriyor.
Gazetelerin manşetleri de bu gerilimi yansıtarak, tartışmaya yeni katmanlar ekliyor. Cumhuriyet Gazetesi, Özel'in sözlerini "Saptırmayla siyaset olmaz" başlığıyla taşıdı ve Erdoğan'ın müdahalesini eleştirdi. Pencere Gazetesi ise, Erdoğan'ın demecini "CHP ve DEM'i ayırma girişimi" olarak nitelendirdi, iktidarın Kürt oylarını konsolide etme çabasını vurguladı. Bir Gün Gazetesi'nde ise, Erdoğan'ın ifadeleri "Seçim mi var?" sorusuyla ilişkilendirildi – liderin sanki kampanya döneminde konuştuğu belirtilerek, stratejik bir hamle olarak okundu. Bu yorumlar, Erdoğan'ın geçmiş söylemlerini hatırlatıyor. Örneğin, 2023 Mayıs seçimlerinde HDP'yi "altı masanın gizli ortağı" olarak nitelemiş, Mart 2024 yerel seçimlerinde "kirli pazarlık" ithamlarında bulunmuştu. 2000'lerin başında ise, Kürt meselesini "Türkiye'ye giydirilen deli gömleği" olarak tanımlayarak açılım süreçleri yürütmüştü. O dönem AK Parti, Kürt oylarını kazanmak için kültürel haklar ve barış girişimlerinde bulunurken, bugün DEM Parti'yi terörle eşitleyen bir dil hakim. Muhalefet, bu dönüşümü "insanların kandırılması" olarak görüyor; Özel, "Rejim değişti, aktörler değişti ama millet bunu görüyor" demişti. Bu pattern, 2015 çözüm sürecinin çöküşünden beri devam ediyor ve her seçim öncesi yeniden su yüzüne çıkıyor.
Bu siyasi atışmaların gölgesinde, ekonomik veriler de tartışma malzemesi haline geliyor. TÜİK'in açıkladığı Kasım ayı enflasyon verisi, son 30 ayın en düşük aylık oranını gösterdi – yüzde 1'in altında bir rakam. Bu "sürpriz", iktidar tarafından bir başarı öyküsü olarak sunulurken, muhalefet ve vatandaşlar tarafından "yoksullarla dalga geçme" olarak nitelendirildi. Erdoğan, grup toplantısında bu veriyi överek, ekonomiyi parlak bir tabloya boyadı; emeklilerin ve düşük gelirlilerin durumuna değinirken, CHP'yi hedef aldı: "Kürt seçmenle muhalefet bloğunun köprüsünü yıkmaya çalıştılar." Ancak, yıllık enflasyonun hala yüzde 50'lerin üzerinde seyretmesi, bu iyimserliği gölgeliyor. Sosyal medyada "Bir günde enflasyon düşmez, TÜİK'in sihri" yorumları yaygınlaşıyor. Bu veriler, 2022'deki benzer "düşüş" iddialarını çağrıştırıyor – o zaman da muhalefet manipülasyon suçlamalarıyla gündeme gelmişti. Erdoğan'ın "Hayal satma" eleştirilerine karşı Özel, "Demokrasi reçetesi" diyerek, ekonomik sorunların siyasi çözümle aşılacağını savundu. 2018'teki döviz krizi sonrası benzer vaatler verilmişti; o dönemde de enflasyon hedefleri tutturulamamış, ancak iktidar "dış mihraklar" söylemiyle durumu yönetmişti. Bugün ise, bu verilerle birlikte asgari ücret tartışmaları alevleniyor ve 2026 bütçe görüşmeleri öncesi gerilim artıyor.
Tartışmaların bir diğer boyutu, Mesud Barzani'nin Şırnak ziyareti ve güvenlik protokolü. Eski Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani, Cizre'deki bir sempozyuma katılırken, korumalarının üniformalı ve uzun namlulu silahlarla görüntülenmesi büyük tepki çekti. İçişleri Bakanlığı soruşturma başlattı, ancak Bakan Ali Yerlikaya soruları yanıtsız bıraktı. Erdoğan, görüntüleri doğrudan ele almazken, Barzani'nin ofisinin MHP lideri Devlet Bahçeli'ye yönelik "kabul edilemez" açıklamasına sert çıktı: "Bu hata düzeltilmeli." Barzani ofisi, "Ziyaret protokolü Türkiye'yle imzalanmış, her şey önceden biliniyordu" dese de, muhalefet "Protokolü açıklayın" diye bastırıyor. İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu, "Devletin hassasiyeti ihlal edildi" derken, Gelecek Partisi'nden Ahmet Davutoğlu "Bu ahlaksızlığa izin verenler yerini bilsin" çağrısı yaptı. Bu olay, 2010'lu yıllardaki Barzani ziyaretlerini akla getiriyor; o dönemlerde de güvenlik tartışmaları yaşanmış, ancak bugünkü gibi silahlı görüntüler yoktu. Muhalefet, bunu "Devletin zayıflığı" olarak yorumluyor – "Cumhuriyet'in bir şehrinde Barzani ev sahibi gibi" eleştirileri artıyor. Erdoğan'ın sessizliği, bölgesel ittifakları koruma çabası olarak okunuyor; zira Barzani, PKK karşıtı duruşuyla stratejik bir müttefik. 2019'daki Barış Pınarı Harekâtı sırasında benzer protokoller imzalanmış, ancak kamuoyu baskısıyla detaylar paylaşılmıştı. Bugün ise, bu olay Suriye'deki PKK unsurlarıyla bağlantılı görülüyor ve "Mazlum Abdi'ye yol açma" iddialarını tetikliyor.
CHP'nin haftalık miting geleneği ise, bu gerilimlere karşı bir direniş simgesi haline geliyor. İmamoğlu'nun tutuklanmasından beri her hafta düzenlenen etkinliklerin son durağı Güngören oldu ve katılım rekor kırdı. Özel burada, Erdoğan'ı İmralı ziyaretleri için eleştirdi: "Milletten gizli vekil gönderiyor, ama sessiz kalın diyor." CHP'nin "Kürt sorunu var ve demokrasiyle çözülecek" iradesini vurgulayan Özel, "Türk-Kürt kardeşliği zorunlu" dedi. Bu, partinin 1920'lerden beri süren söyleminden uzaklaşan bir evrim; 1990'larda Baykal'ın reddettiği açılımlara tezat oluşturuyor. Bugün Özel, "Kayyum rejimi bitecek, demokrasi adımları atılacak" vaadiyle ilerliyor. DEM Parti'nin İmralı ziyareti de kritik: Öcalan'ın "Güçlerini demokratik çözümde kullansınlar" mesajı, komisyonda paylaşılacak. TBMM Başkanı "Gizli kalmayacak" derken, AK Parti'den Ömer Çelik "Terörle müzakere yok" vurgusu yaptı. Bu notlar, 2013-2015 çözüm sürecinin dakikalarını hatırlatıyor – o zaman da şeffaflık vaatleri verilmiş, ancak süreç çökmüştü. Çelik, "Devletin niteliklerinden taviz yok, prosedürler var" diyerek, kapalı kapılar ardındaki hassasiyeti savundu.
Bu gelişmeler, Türkiye'nin siyasi mozağini zenginleştirirken, ekonomik ve bölgesel unsurlarla iç içe geçiyor. Liderlerin atışmaları, enflasyon verilerinin gölgesinde kalırken, Barzani olayı gibi bölgesel dinamikler gerilimi körüklüyor. Vatandaşlar, bu karmaşada demokrasi ve kardeşlik umudu arıyor. Tartışmalar derinleştikçe, muhalefetin mitingleri ve iktidarın yanıtları, önümüzdeki aylarda daha da yoğunlaşacak. Her adım, 2000'lerin açılımlarından bugünün kutuplaşmasına uzanan bir yolu yansıtıyor; toplumun sesi yükselirse, uzlaşı kapısı aralanabilir – ama şimdilik, gerilim baskın.





