Yıllardır küresel hareketliliğin ve ekonomik büyümenin en büyük itici gücü olarak görülen sınırlar arası geçişler, bugünlerde çok farklı bir fırtınanın ortasında kalmış durumda. Modern dünyanın dev ekonomileri, bir yandan gelişimlerini sürdürmek için yeni yeteneklere ihtiyaç duyarken, diğer yandan daha önce eşine az rastlanır bir içe kapanma süreci yaşıyor. Sokaklardaki atmosferden siyasetin koridorlarına kadar uzanan bu değişim, sadece vizeleri değil, aynı zamanda yarının dünya düzenini de derinden sarsacak gibi görünüyor. Herkesin merakla beklediği o büyük soru ise cevabını hala koruyor: Refahın zirvesindeki bu yapılar, kendi geleceklerini riske atma pahasına neden birer kaleye dönüşüyor?
Uluslararası arenada paylaşılan son analizler, iş dünyasında yaşanan bu büyük dönüşümün rakamsal boyutlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Son dönemde hazırlanan kapsamlı bir rapor, dünya genelindeki profesyonel iş gücü göçünde sadece bir yıl içerisinde yüzde 21 gibi devasa bir düşüş yaşandığını belgeliyor. Bu keskin gerileme, pandemi sonrasındaki toparlanma sürecinin tam tersi bir yöne doğru savrulduğumuzu kanıtlıyor. Uzmanlar, küresel ekonominin en güçlü dişlilerinin bir anda fren yapmasının arkasında yatan gerçekleri inceledikçe, durumun sadece ekonomik değil, çok katmanlı bir toplumsal tepkiden kaynaklandığını fark ediyor.
Bu durumun en çarpıcı yanı, ortaya çıkan devasa paradoksta saklı. Yaşlanan nüfus yapısı ve emekli olan çalışan sayısı göz önüne alındığında, büyük sanayi güçlerinin çarklarını döndürebilmek için her yıl yüz binlerce yeni çalışana muhtaç olduğu biliniyor. Örneğin, kıtanın en büyük ekonomilerinden birinde, sadece iş gücü arzını istikrarda tutabilmek için yılda ortalama 550 bin yeni kişinin sisteme dahil olması gerektiği hesaplanıyor. Ancak bu hayati ihtiyaca rağmen, kapıların giderek daha sert bir şekilde kapatılması, ekonomik mantığın siyasi ve toplumsal korkularla nasıl çatıştığını gösteren benzersiz bir örnek oluşturuyor.
Düşüşün temel kaynağına inildiğinde, asıl sorunun iş gücü talebi yetersizliği değil, yükselen siyasi direnç ve giderek karmaşıklaşan bürokratik engeller olduğu görülüyor. Yasa dışı hareketliliğe karşı duyulan endişelerin legal sistemleri de etkilemesi, vize süreçlerinin birer barikata dönüşmesine yol açıyor. Buna rağmen, tarım, hasta bakımı ve inşaat gibi stratejik sektörlerde çarklar hala "geçici" programlar sayesinde dönmeye çalışıyor. Teknoloji ve yüksek nitelikli iş kollarında da bu tür kısa süreli çözümlerin yaygınlaşması, kalıcı bir düzen kurmak isteyen yeteneklerin hevesini kırarak küresel bir beyin göçü krizini tetikliyor.
Gelinen noktada uzmanlar, geçici statüyle ülkeye giriş yapan bireylere kalıcı oturum imkanlarının sağlanmamasının, o ülkenin kendi geleceğini baltalaması anlamına geldiği konusunda hemfikir. Siyasetçilerin kısa vadeli oy kaygılarıyla şekillendirdiği bu yeni düzen, nitelikli bireylerin becerilerinden tam kapasiteyle yararlanılmasını engelliyor. Eğer bu sert tutum ve "göz korkutma" stratejisi devam ederse, dev ekonomilerin iş gücü açıklarını kapatma şansını tamamen yitirebileceği ve ekonomik durgunluğun kaçınılmaz hale geleceği öngörülüyor. Sınırların arkasında yükselen bu duvarlar, belki de en çok o duvarı örenlerin refahını tehdit ediyor.



