Kur’an-ı Kerim’in kavram dünyasında yapılan derinlemesine incelemeler, kelimelerin sadece yüzeysel anlamlarıyla değil, kökenlerinde barındırdıkları tarihsel ve sosyolojik gerçeklerle de büyük bir mesaj taşıdığını ortaya koymaktadır. İlahi metnin mucizevi yapısı, tek bir kelimenin bağlama göre nasıl farklı boyutlar kazanabileceğini ve insan psikolojisi üzerindeki etkilerini gözler önüne sermektedir. Özellikle Arap toplumunun şehirleşme öncesi dönemdeki yaşam şartlarından süzülüp gelen bazı ifadeler, ahiret ve iman hakikatlerini anlatırken çarpıcı metaforlara dönüşmektedir. Bu bağlamda ele alınan kavramlardan biri, üzerinde taşıdığı sırlar ve uyarıcı niteliğiyle dikkatleri üzerine çekmektedir.
Yapılan kapsamlı değerlendirmelere göre, Arapçada "Kaf" harfiyle telaffuz edilen ancak dilimizde yumuşatılarak kullanılan o kelimenin kökeni, çöl hayatının zorlu şartlarına dayanmaktadır. Bedevilerin kullandığı bu ifade, güneşin kavurucu sıcaklığının beyne acı vermesi, beynin sıcaktan adeta kaynaması ve insanın bu durumdan duyduğu şiddetli ızdırabı tanımlamaktadır. Kutsal kitapta dört kez yer alan bu sözcük, Müdessir ve Kamer surelerinde geçmekte olup, edebi sanatların en incelerinden biri olan cinas sanatıyla kullanılarak okuyucuya çok katmanlı bir hakikat sunmaktadır.
Ahiret gününe dair tasvir edilen sahnelerde, cennetlikler olarak nitelendirilen "sağın yaranı" ile suçlular arasındaki diyalogda bu kavramın cehennem azabı manasında kullanıldığı görülmektedir. Cennettekilerin, suçlulara yönelttiği "Sizi bu yakıcı azaba sürükleyen nedir?" sorusuna verilen yanıtlar, toplumsal ve inançsal bir çöküşün dört temel sebebini özetlemektedir. Aktarılan bilgilere göre, bu sebeplerin başında "salat" kavramının yani yardımlaşma ve manevi desteğin terk edilmesi gelmektedir. İkinci sebep olarak yoksulun, işsizin ve çaresizin doyurulmaması, onlara iş ve imkan sağlanmaması gösterilmektedir. Üçüncü neden, hayatı boşa harcayanlarla birlikte batıla dalmak iken, son ve en büyük neden ise ölüm gelip çatana kadar din gününün yalanlanması olarak ifade edilmektedir.
Kavramın Müdessir suresindeki bir diğer kullanımı ise, Kur’an’ın inkarcılar üzerindeki psikolojik etkisini anlatan muazzam bir benzetmeyi içermektedir. İlahi mesaja "insan sözüdür" diyenlere karşı verilen cevapta, bu kavramın fiziksel bir ateşten öte, inkarcının vicdanını ve beynini kavuran bir hakikat olduğu vurgulanmaktadır. Bu bağlamda o yakıcı gerçek; derileri kavuran, levhalar halinde tekrar tekrar görünen ve üzerinde on dokuzun bulunduğu bir uyarıcı mekanizma olarak tarif edilmektedir. İnkarcı kişi, Kur’an’dan ne kadar kaçarsa kaçsın, bu ilahi kelamın onun zihninde sürekli belireceği ve vicdanını bir çöl sıcağı gibi yakacağı belirtilmektedir. Bu durum, fiziksel bir yanmanın ötesinde, hakikatin inkar edilemez ağırlığının oluşturduğu manevi bir ızdırap olarak yorumlanmaktadır.
Konuyla bağlantılı olarak ele alınan diğer kavramlar arasında, insanın aklını perdeleyen ve bulanıklık manasına gelen sarhoşluk ifadesi ile huzur ve güveni temsil eden "sekine" kavramı da bulunmaktadır. İmanın getirdiği iç huzuru ve güven duygusu, inanan kalplerin en büyük sığınağı olarak nitelendirilirken, aklı örten unsurların insanı hakikatten uzaklaştırdığına dikkat çekilmektedir. Ayrıca, Zümer suresinde geçen ve hayvanların yaratılışına dair "indirme" ifadesinin, gökten fiziksel bir iniş değil, insanoğluna sunulmuş bir ikram ve hizmete sunma manası taşıdığı; bu canlıların evcilleştirilerek insan emrine verilmesinin büyük bir lütuf olduğu detaylandırılmaktadır.
Sonuç olarak, Kur’an’ın kelime dünyasında yapılan bu yolculuk, inkarcıların kalbine korku ve sıkıntı salan o yakıcı ifadenin, sadece öteki dünyada değil, bu dünyada da vicdanları rahatsız eden bir hakikat olduğunu göstermektedir. Hakkı batılın başına çarparak beynini parçalayan bu ilahi mesaj, inananlar için bir hidayet kaynağı olurken, onu reddedenler için kaçışı olmayan zihinsel ve vicdani bir azaba dönüşmektedir.