Sayın Hakkı Yılmaz’ın sunumuyla devam eden "Pınar'ın Kaynağına" sohbet dizisinin 268. bölümü, Kuran ve ilahiyat konularına dair en kritik ve tartışmalı soruları masaya yatırdı. Programda, bir izleyiciden gelen çarpıcı eleştiri, Kuran çevirilerindeki "ihtilaf" (uyuşmazlık veya tutarsızlık) iddialarını gündeme getirirken, bir diğer izleyicinin duygusal sorusu ise akıl sahibi olmadan vefat eden bebeklerin cennete konulmasının adaletsizlik olup olmayacağı konusunu derinlemesine incelemeye açtı. Yılmaz, bu teknik ve duygusal zorlukları ele alırken, mevcut mushaflardaki sorunların kaynağını ve cennet kavramının gerçek tanımını tüm detaylarıyla dinleyicilere aktardı.
Kuran'da İhtilaf Krizi: Hırsızın Gücü mü, Kadınların Eli mi?
Sohbetin ilk bölümünde, Sayın Mehmet Erol beyefendi tarafından gönderilen bir yazı ve eleştiri ele alındı. Erol, Nisa Suresi’nin 82. ayetinde Rabbimizin Kuran'da ihtilaf, uyuşmazlık veya birbirini tutmamazlık olmadığını söylediğini hatırlatarak, Kuran çevirilerinin bu ayeti dikkate alması gerekmez mi diye soruyor. Erol'un eleştirisine göre, bazı tercümelerde farklı ifadelere karşılık aynı kelimeler kullanılırken, bazı durumlarda da aynı kelimeye karşılık farklı ifadeler kullanılarak çeviri tutarsızlıkları yaşanıyor. Erol, buna örnek olarak iki ayeti işaret ediyor: Maide Suresi 38’de geçen hırsızın elini kesmek ve Yusuf kıssasında geçen kadınların ellerini kesmeleri ifadesi. Yılmaz’ın çevirisinde hırsızlar için "yollarını, güçlerini kesin", kadınlar için ise "ellerini kesti" denilmesini eleştiren Erol, her iki durumda da ya "el" ya da "güç" kelimesinin kullanılarak ihtilafın ortadan kalkması gerektiğini dile getiriyor.
Hakkı Yılmaz, bu eleştiriye teşekkür ederek karşılık verirken, Mehmet Erol’un kendi kendine yetersiz bilgilerle yola çıktığını, ancak iyi niyetli olduğunu belirtiyor. Yılmaz’a göre, Nisa 82’deki "Kuran’da ihtilaf yoktur" ifadesi bir şarta bağlanmıştır. Bu şart, ayette geçen "Kur’an’ı inişine göre arka arkaya dizip de iyice düşünmezler mi (tedebbür)" denilmesidir. Ancak Yılmaz, eldeki mushafta (Kuran'da değil) tedebbür (düşünme) ve tertil (sıralama) olmadığı için, mevcut mushafta yüzlerce tutarsızlık ve uyuşmazlığın mevcut olduğunu açıkça dile getiriyor. Yılmaz, ilahiyat fakültelerinde bile bu durumun mücmel (kapalı), müphem (belli olmayan), müşkil (sorunlu) ve mensuh (hükmü kaldırılmış) ayetler gibi iddialarla açıklanmaya çalışıldığını, halbuki Kuran’da bu tür ayetlerin olmadığını vurguluyor.
Bu tutarsızlığa çarpıcı bir örnek olarak Enfal Suresi gösterildi. Yılmaz, Enfal Suresi 1. ayette savaş bahşişlerinin (Ganimet) tamamen Allah ve Elçisi, yani kamu için olduğunu söylerken, aynı surenin 41. ayetinde Bedir Savaşı ganimetlerinden bahsedilirken, beşte birinin kamuya, beşte dördünün ise gazilere (çapulculara) kaldığını belirtiyor. Bu çelişki üzerine düşünüldüğünde, 41. ayetin, 1. ayetin hükmünü kökünden sildiği (mensuh olduğu) iddialarının ortaya çıktığını aktarıyor.
Kataa Kelimesinin Sırrı: Mecaz Nerede Kullanılır?
Hakkı Yılmaz, Maide 38'de hırsızların elini kesmek ifadesinde mecaza gitmek zorunda kalındığını anlatıyor. Çünkü ayette geçen eydi sözcüğü çoğuldur ve Arapçada çoğul üçten başlar. Bir insanda üç el olmayacağı için, bu ifadeyi "güçlerini kesin" anlamında mecaz olarak kullanmak gerektiğini belirtiyor. Hatta Yılmaz, ilk mushaflarda eydihuma (o ikisinin elleri) yerine eymana (o ikisinin sağ elleri) olarak yazılmış olma ihtimalinin de bulunduğunu ifade ediyor.
Ancak Yusuf Suresi 31. ayetinde, kadınların Yusuf Peygamber'e hayran kalıp meyve doğrarken ellerini kesmeleri olayında durum farklıdır. Yılmaz, ayette kadınların elinde bıçak bulunduğunu ve kataa sözcüğünün ana anlamının kesmek olduğunu vurgulayarak, bu durumda mecaza gitmenin mümkün olmadığını ve direkt "ellerini kestiler" diye çevrilmesi gerektiğini açıklıyor.
Tartışılan bir diğer teknik detay ise, kadınlara verilen bıçağın çevirildiği sikin kelimesinin, Kuran’da çokça geçen sakin kelimesinden gelip gelmediğiydi. Yılmaz, sikin sözcüğünün kökünün sekene (üç harfli kök) olduğunu ve sakin (durgunluk), İskan (yerleştirme), miskin (çalışamaz hale gelmiş) gibi birçok kelimenin bu kökten türediğini detaylıca anlatıyor. Yılmaz’a göre, sikin (bıçak) kelimesi de buradan türemiştir çünkü Araplar hayvanları bıçakla kestiklerinde, hayvan hareketsiz/sakin kalır. Dolayısıyla, bıçağa "kestiği hayvanı hareketsiz bırakan alet" anlamı verilmiştir.
Cennetin Kapıları: Bebeklerin Kaderi Adaletsizlik midir?
Sohbetin ikinci ana konusu, İrem Öztürk hanımefendi tarafından sorulan ve kamuoyunda yaygın bir inanç olan çocukların cennetine dairdi. 24 yaşındaki İrem Nur, "Akıl sahibi olmadan ölen bebekler ve çocuklar Cennete mi gidecekler? Gideceklerse bu adaletsizlik olmaz mı?" diye sorarak herkesin zihnindeki o kritik soruyu dile getirdi.
Hakkı Yılmaz, öncelikle Cennetin tanımını düzeltme ihtiyacı duyduğunu belirtiyor. Kuran'da Cennetin tarifinin Arap coğrafyasına uygun olarak gölgelikler, ırmaklar (R Suresi 35, Muhammed Suresi 15) gibi örneklemelerle çizildiğini, ancak Cennetin gerçekte ne olduğunu bilemeyeceğimizi, çünkü oradaki yaratılışın bugünkü madde veya cinsiyet kavramlarıyla ilgili olmadığını vurguluyor. Cennetin orijinal tanımı, Enbiya 102, Fussilet 31 ve Zuhruf 68-74 ayetlerine göre şöyledir: "Nefislerinin arzu duyacağı, Gözlerin zevk alacağı her şey vardır," yani canının istediği her şeyin Cennet olduğunu ifade ediyor.
Çocukların durumuna gelince, Yılmaz, Kuran’da küçük çocukların direkt cennete sokulacağını söyleyen alenen bir ayet olmadığını belirtiyor. Ancak, Vâkıa Suresi 17. ve İnsan Suresi 19. ayetlerinde, cennete giren kişilere hizmet etmek üzere hiç büyütülmeyen küçük çocukların (oğlan ya da kız) dolaştırılacağı (yani çocuk ikram edileceği) bilgisinin mevcut olduğunu aktarıyor.
Asıl cevabın ise Mümin Suresi (7-9) ve Ra’d Suresi (19-26) ayetlerinde yattığını belirten Yılmaz, Allah’ın, cennete girmiş müminleri, atalarından, eşlerinden ve soylarından Salih olan kimselerle buluşturacağını gösterdiğini belirtiyor. Yılmaz, çocukların zaten günahsız (Salih) olduğunu vurgulayarak, Allah’ın, cennete giren müminlere kendi çocuklarından Reşit olmadan ölmüş olanları alıp, "dünyadaki gibi çocuklarınızla beraber mutlu mutlu olun" diyeceğini ifade ediyor.
Adaletsizliğin Tanımı ve Özel Tasarruf İlkesi
İrem Nur’un "Bu adaletsizlik olmaz mı?" sorusuna ise Hakkı Yılmaz, öncelikle adaletin tanımını netleştirerek cevap veriyor: Adalet, eşit işe eşit muamele demektir. Çocukların, dinin ve imanın amelini işleyecek çağa gelmemiş olmaları nedeniyle, onlara yapılan muamele eşit işe tabi değildir.
Yılmaz, bu durumu bir iş yeri (fabrika) örneğiyle açıklıyor: Aynı işi yapan işçilere farklı ücret vermek adaletsizlik ve zulümdür. Ancak, fabrikatörün, iş yapmamasına rağmen özel misafirine yüksek miktarda ikramda bulunması, adaletsizlik değildir; bu, fabrikatörün özel tasarrufudur ve kimseyi ilgilendirmez. Çocukların cennete konulmasının da Allah’ın bir özel tasarrufu olduğunu vurgulayan Yılmaz, bu durumun kesinlikle adaletsizlik ya da zulüm olmayacağını belirterek sohbeti sonlandırıyor.