İnsanlığın varoluşundan bu yana zihinleri en çok meşgul eden konulardan biri, şüphesiz ki büyük hesap günü ve o gün yaşanacakların mahiyetidir. Milyonların merakla beklediği ve kutsal metinlerde işaret edilen o kritik an geldiğinde, kimlerin konuşacağı ve nelerin belirleyici olacağı konusu, son yapılan açıklamalarla bambaşka bir boyut kazandı. Yüzyıllardır süregelen klasik anlatımların ötesinde, ayetlerin derinliklerinden çıkarılan bu yeni tespitler, hem manevi dünyamızda hem de sosyal ilişkilerimizde devrim yaratacak nitelikte. Özellikle kurtuluşa ermiş "Muhsin" kullar arasına girebilmenin şifreleri ve hesap gününde kurulacak o büyük mahkemenin tanıkları hakkında ortaya konan gerçekler, duyanları hayrete düşürüyor.
Gündemi sarsan bu önemli açıklamaların ilk ayağını, toplumun kanayan yarası olan "öfke" kavramı oluşturuyor. Kutsal kitabın Ali İmran Suresi'nin 134. ayetinde geçen "öfkelerini yutanlar" ifadesi, sanılanın aksine sadece sessiz kalmak veya duyguları bastırmak anlamına gelmiyor. Uzmanlar, bu ifadenin bir deyim olduğunu; tıpkı "hapı yutmak" deyiminde olduğu gibi mecazi bir anlam taşıdığını vurguluyor. Öfke, fiziksel bir nesne gibi yutulacak bir şey değildir; aksine, insanın psikolojisini ve sosyal ilişkilerini tehdit eden, patlamaya hazır bir bomba gibidir. Bu noktada yapılan çarpıcı analiz, öfke kontrolünün sadece ahlaki bir erdem değil, aynı zamanda psikolojik bir sağlık göstergesi olduğunu gözler önüne seriyor. Eğer bir kişi öfkesini yönetemiyorsa, bu durumun manevi tavsiyelerden öte, tıbbi ve psikolojik bir destek gerektiren bir rahatsızlık olabileceği gerçeği, konuya bambaşka bir pencere açıyor.
Mesele sadece öfkeyi tutmakla sınırlı kalmıyor; asıl hedef, ayetlerde "Muhsin" olarak tanımlanan, yani işini en güzel şekilde yapan ve çevresini güzelleştiren insan modeline ulaşmak. İyilik ve güzellik üretenlerin, sadece kendi iç dünyalarında değil, toplumsal yaşamda da bir denge unsuru olması bekleniyor. Öfkeyi yutmak, insanları affetmek ve hatalarda ısrar etmemek gibi üç temel özellik, cennete giden yolun kilometre taşları olarak sıralanıyor. Ancak asıl heyecan verici detay, bu manevi disiplini sağlayanların ahiret gününde karşılaşacağı sürpriz senaryoda gizli.
Peki, o büyük hesap gününde kimler tanık kürsüsüne çıkacak? İşte en çok merak edilen ve ezber bozan gerçek burada yatıyor. Yaygın kanaatin aksine, sadece peygamberler değil, her dönemde hakkı ve hakikati savunan "Muvahhit" insanlar da o gün şahitlik yapacak. Her ümmetten ve her topluluktan şahitlerin getirileceği o dehşetli günde, tanıklık mekanizması sadece elçilerle sınırlı kalmayacak. Yapılan derinlemesine analizler, elçilerin tanıklığının sadece kendi yaşadıkları dönemle ve kendi toplumlarıyla sınırlı olacağını ortaya koyuyor. Bir peygamberin, vefatından yüzlerce yıl sonra yaşayan bir topluluğun ne yapıp ettiğini bilmesi ve buna şahitlik etmesi, ilahi adalet prensibi gereği mümkün görülmüyor.
Bu sarsıcı gerçeği destekleyen en büyük kanıt ise Maide Suresi'nde geçen Hz. İsa örneğiyle gözler önüne seriliyor. Ahiret sahnesinde Allah'ın Hz. İsa'ya, kavminin sapkınlıklarıyla ilgili sorular sorduğunda, Hz. İsa'nın vereceği cevap tüyleri diken diken edecek cinsten: "Ben aralarında olduğum sürece onlara şahittim, ancak sen benim canımı aldıktan sonra onların ne yaptığını ben bilemem, gözetleyici sadece sendin." Bu ifade, ahiretteki sorumluluk bilincini ve şahitlik kavramını kökünden değiştiriyor. Her birey ve her dönemin kanaat önderi, sadece kendi çağının ve kendi tanık olduğu olayların hesabını verecek.
Sonuç olarak, büyük gün geldiğinde ve defterler açıldığında, sadece peygamberler değil, Kur'an'ı anlayıp anlatan, tevhit inancını yayan ve "iyiliği emredip kötülükten sakındıran" her samimi mümin, kendi devrinin tanığı olarak hesaba katılacak. Hatta cansız sandığımız nesnelerin, Kur'an ayetlerinin ve meleklerin de saf saf dizilip tanıklık edeceği bu büyük yüzleşme, insanoğlunun dünya hayatındaki her adımını çok daha dikkatli atması gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.
Bugün öfkesini yutan, affedici olan ve hakikatin peşinden gidenler, yarın o büyük mahkemede hem sanık hem de tanık olarak yerlerini alacaklar.





