Kıbrıs adasının kuzeyinde esen rüzgarlar, son günlerde adeta fırtınaya dönüştü. Sandıklar kapandığında, herkesin gözü Lefkoşa'da, o kalabalık meydanlardaydı. Yıllardır biriken gerilimler, bir gecede patlak verdi ve sonuçlar, sadece yerel bir hikayeden ibaret kalmadı. Bu, Doğu Akdeniz'in sularında dalgalar yaratan bir olaydı – petrol arama platformlarından, doğal gaz boru hatlarına kadar uzanan bir zincir reaksiyonun ilk halkası gibi duruyordu. Ama asıl heyecan, o meydandaki coşkulu kalabalıklarda gizliydi; zafer naraları, eski yaraları sarmaya yetecek miydi, yoksa yeni çatışmaların tohumlarını mı ekecekti?

Tam da bu noktada, 19 Ekim 2025'te açılan sandıklar, tüm tahminleri boşa çıkardı. KKTC Yüksek Seçim Kurulu'nun verilerine göre, 777 sandığın 735'inde oy kullanma işlemi tamamlandığında, tablo netleşti. CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, oyların yüzde 62,80'ini kaparken, mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar yüzde 35,77'de kaldı. Bu fark, sadece sayısal bir üstünlük değildi; adanın siyasi haritasını yeniden çizen bir deprem etkisi yarattı. Erhürman'ın zaferi, muhalefetin uzun zamandır biriktirdiği öfkeyi somutlaştırdı ve Ankara'dan esen rüzgarların, Lefkoşa'da artık pek de hoş karşılanmadığını haykırdı. Katılım oranı yüzde 64,87 olarak gerçekleşti – 2020'deki ilk turun yüzde 58,21'lik oranından ve ikinci turun yüzde 67,29'undan pek de uzak değil. Bu, halkın sessiz kalmadığını, tam tersine sesini yükselttiğini gösteriyordu; düşük katılım bahaneleri, bu kez işe yaramayacaktı.

Erhürman, sonuçların açıklanmasının hemen ardından kürsüye çıktığında, meydandaki kalabalık adeta nefesini tuttu. "An itibarıyla Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı değilim," diye başladı söze, sesi kararlı ama yumuşak bir tonda yankılanırken. "An itibarıyla, tam tarafsızlıkla hangi partiye mensup olursa olsun tüm yurttaşlarımın cumhurbaşkanı olmaya söz veriyorum." Bu sözler, sadece bir yemin değildi; adanın parçalanmış ruhunu onarmaya yönelik bir manifesto gibiydi. Devam etti: "Kardeşliğimiz kazanmıştır, kardeşliğimiz hiçbir şekilde bozulmamıştır. Parçalanmayacağız dedik, parçalanmadık." Kalabalık, bu anda ayağa kalktı; alkışlar, Lefkoşa'nın dar sokaklarında yankılandı. Erhürman, zaferin tadını çıkarırken bile, bölünmüşlüğün acısını unutmuyordu – 1974'ün yaraları hala taze, aileler hala iki yanda bölünmüş haldeydi. Ama o, bu sözlerle, yeni bir sayfa açmanın mümkün olduğunu fısıldıyordu; kardeşlik, sadece bir slogan değil, yaşanabilir bir gerçek olabilirdi.

Konuşmasının en çarpıcı kısmı ise, Türkiye'ye dönük mesajlardı. Erhürman, sesini biraz daha yükselterek, "Özellikle dış politikaya ilişkin sorumlulukları elbette Türkiye Cumhuriyeti ile yakın istişare içerisinde yürüteceğim," dedi. Ardından, meydandaki sessizliği bozan bir vurguyla ekledi: "Bundan kimsenin şüphesi olmasın." Bu, diplomatik bir nezaket miydi, yoksa ince bir uyarı mı? Ankara'nın yıllardır adaya damgasını vurduğu politikalar – örneğin, Lefkoşa'nın tam göbeğine dikilen o devasa cami projesi – halkın canını sıkmıştı. O cami, sadece bir ibadet yeri değildi; adanın seküler dokusunu zorlayan bir sembol haline gelmişti. Erhürman'ın bu sözleri, iş birliğinin devam edeceğini söylerken, aynı zamanda sınırlarını çiziyordu: İstişare evet, ama dayatma hayır.

Peki, bu zaferin perde arkasında neler yatıyordu? Seçim kampanyası, adanın her köşesinde hissedilen bir gerilimdi. Ersin Tatar'ın arkasında, Ankara'dan gelen destek tam gaz esiyordu. AKP'nin gölgesinde yürütülen çalışmalar, adayı bir tür arka bahçe gibi gören yaklaşımları su yüzüne çıkarıyordu. Serdar Akınan'ın, o gece yayınladığı analizde vurguladığı gibi –ki kendisi, saat 03:00'ü geçmişken, yorgun gözlerle ekrana bakarak konuşuyordu– fark inanılmazdı: Tatar yüzde 35'te kalırken, Erhürman yüzde 62'ye ulaşmıştı. Akınan, "Ersin Tatar ve Erhürman arasındaki fark neredeyse iki kat," diye haykırıyordu ses tonunda bir şaşkınlıkla. "2020'de Tatar yüzde 51,69 almıştı; şimdi eriyip gitmiş." Bu erime, sadece Tatar'ın yenilgisi değildi; Ankara'nın Kıbrıs stratejisinin iflasıydı.

Akınan, yayınında katılım oranını da masaya yatırdı. "Bahçeli'nin dediği gibi katılım düşük diye bahane üretmek yanlış," diyordu kararlı bir ifadeyle. "YSK'ya göre yüzde 64,87 – 2020'den daha yüksek bile." Bu veriler, halkın iradesini yadsıyan her türlü açıklamayı boşa çıkarıyordu. Adalılar, sandığa koşmuştu; çünkü yıllardır biriken kırgınlıklar, artık sessiz kalınacak gibi değildi. Kıbrıs'ı siyah para cennetine çeviren o unregistered ekonomiler, cronies üzerinden dönen milyarlarca dolarlık inşaat rantları – hepsi göz önünde sergilenmişti. Akınan, "AK Parti, Kıbrıs'ı arka bahçesi gibi gördü, yatırım yapmadı," diye eleştiriyordu. "Ama siyah para akışını teşvik etti; Lefkoşa'da dev sosyal kompleksler, gangster bağlantılarıyla dolu bir ekonomi yarattı."

Bu eleştiriler, adanın günlük hayatına da yansıyordu. Üniversite mezunları, güneye, Rum tarafına akın ediyordu; orada günlük işlerde ekmek parası arıyorlardı. Toprak pahalı, aile bağları sıkı – evet, Türkiye gibi derin yoksulluk yoktu. Ama umutsuzluk, başka bir renkteydi: Gençler, adayı terk etmektense, sınır ötesinde hayatta kalmayı seçiyordu. Akınan, yayınında bu detayı kaçırmadı: "Eğitimli gençler, Rum tarafına geçip çalışıyor; bu, politikaların başarısızlığının kanıtı." Seçim, bir referandum gibiydi; halk, "Kirli politikalarınızı istemiyoruz," diye haykırıyordu. Eğer Türkiye gerçek bir garantör devlet olacaksa, bu mesajı duymalıydı – yoksa Doğu Akdeniz'deki gerilimler, yeni bir fırtınaya dönüşebilirdi.

Kampanya sırasında Ankara'nın attığı adımlar, işleri daha da kızıştırmıştı. Süleyman Soylu'nun adaya gönderilmesi, Yavuz Bingöl'ün konserleri, hatta Cübbeli Ahmet'in Tatar'ı destekleyen açıklamaları – hepsi ters tepti. Akınan, bunu "sıfır mühendislik" diye nitelendiriyordu yayınında, sesinde hafif bir alaycılıkla. "Sosyal, politik mühendislik girişimi; ama Kıbrıs'ın dengelerini anlamamışlar." Adalıların travmaları – savaşın izleri, aile bağları, Kemalizm'e ve Cumhuriyet'in kurucu değerlerine bağlılık – böyle yüzeysel müdahalelerle aşılmıyordu. Başörtüsü yasağının kaldırılması tartışmaları, okullarda dini sembollerin artması, seküler yapıyı sarsmıştı. O gizli toplantılar, son aylarda fısıldanan dedikodular, halkı ayağa kaldırmıştı.

Zehir Bulutu Şehri Sardı: Yapay Yağmurla Gelen Çözüm Çaresizlik mi, Son Teknoloji mi?
Zehir Bulutu Şehri Sardı: Yapay Yağmurla Gelen Çözüm Çaresizlik mi, Son Teknoloji mi?
İçeriği Görüntüle

Erhürman'ın Erdoğan'a yanıt verdiği kısım ise, yayınların en çok konuşulan anıydı. Erdoğan'ın tebrik mesajından hemen sonra gelen o sakin ama net konuşma, dengeleri değiştirdi. "Türkiye ile yakın istişare," demişti Erhürman; ama bu, eşitlik temelli bir iş birliğiydi. Artık arka bahçe politikaları sona ermeliydi – adalılar, kendi kaderlerini tayin etmek istiyordu. Bu zafer, sadece Erhürman'ın değil; yıllardır susturulmuş seslerin zaferiydi. Doğu Akdeniz'de Yunanistan'la yaşanan gerilimler, Mavi Marmara'dan beri süren deniz yetki alanı kavgaları – hepsi, bu sonuçla yeni bir boyut kazanabilirdi.

Peki, yarın ne olacak? Lefkoşa'daki o meydan kalabalıkları dağıldıktan sonra, masalarda neler konuşulacak? Erhürman'ın vaatleri – tarafsızlık, kardeşlik, parçalanmama – somut adımlara dönüşecek mi? Ankara, bu mesajı nasıl okuyacak? Bahçeli'nin düşük katılım eleştirileri, Tatar'ın sessizliği, hepsi havada asılı kaldı. Ama bir şey net: Kıbrıs, artık eski Kıbrıs değil. Zafer gecesi, adanın sokaklarında yankılanan şarkılar, umudun melodisiydi; ama o umut, kırılgan bir cam gibi, dikkatle korunmalıydı. Doğu Akdeniz'in suları, bu fırtınadan sonra daha da karışacak – ve biz, kıyıdan izlemeye devam edeceğiz, kalp atışlarımız hızlanarak.