Türkiye, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nü yine gerginlik ve kısıtlamalarla karşıladı. Dünyanın pek çok yerinde kadınlar şiddete ve ayrımcılığa karşı sokağa çıkarken, İstanbul'da Cihangir, Beyoğlu ve Taksim gibi merkezi yerlerin polis tarafından kapatılması, eylemlere izin verilmemesi büyük tepki çekti.
Kadına şiddet konusunda Türkiye'nin doğal olarak çok geri planda olduğu belirtiliyor. Bunun temelinde, hukuksuzluk, kuralsızlık, eğitimsizlik ve toplumsal çürümenin yattığı ifade ediliyor. Medenileşmemiş, olgunlaşmamış bir toplumda şiddetin ilk kaynağının kadınlar üzerindeki mağduriyet olduğu vurgulanıyor. Son bir ayda 20'ye yakın kadının şiddet sonucunda öldürüldüğü bilgisi, bu çürümenin boyutunu gözler önüne seriyor.
Cezasızlık Duygusu Toplumu Zehirliyor
Hukuk kurallarının iyi uygulanmadığı bir ülkede, iyi bir bireyden bahsetmenin mümkün olmadığı, zira bireylerin medeni olabilmesi için kuralların geçerli olması gerektiği belirtiliyor. Türkiye'deki çürüme, kadına şiddet meselesini kontrolden çıkarmış durumda. Cezasızlık duygusunun toplumda yer etmesi, şiddetin önlenememesinin ana nedeni olarak gösteriliyor.
Bu cezasızlığın en çarpıcı örneklerinden biri, Urfa'da marangozda çalışan bir çocuğun makatından kompresörle hava verilerek iç organlarının harabiyetine neden olan olaydır. Olayın ardından yargı önce zanlıyı serbest bıraktı, ancak sosyal medyada kıyamet kopunca zanlı yeniden tutuklandı, fakat çocuk hastanede vefat etti. Bu tür saçmalıkların, kadına şiddet dahil hiçbir sorunun çözülmesine izin vermediği ifade ediliyor. Kadın cinayetlerinde bile, eğer olay medyada infial yaratmışsa yüksek ceza verilirken, aksi takdirde failler 4-5 yıl içinde serbest bırakılabiliyor.
Gezi İddianamesinde Korkunç Talep: 2430 Yıl Hapis
Toplumsal gerilimlerin yanı sıra, yargı sistemindeki kritik davalar da hızla ilerliyor. İstanbul 40. Ağır Ceza Mahkemesi, Gezi iddianamesini kabul etti. 105’i tutuklu olmak üzere toplam 402 kişinin yargılanacağı davanın başında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın da ismi geçiyor. İmamoğlu için istenen hapis cezasının 2430 yıla kadar çıktığı belirtiliyor.
4000 sayfalık bu iddianamenin mahkeme tarafından hızla kabul edilmesi, sürecin ne kadar ileri bir aşamada olduğunu gösteriyor. İlk duruşmanın Nisan 2026'da başlaması öngörülüyor. İddianame kabul edildikten sonra mahkeme heyetinin tutuklu ya da tutuksuz yargılanma kararı verme hakkı olmasına rağmen, bu tip davalarda tutuksuz yargılama kararı verilmemesi bekleniyor. Çünkü bu tür özel davaların genelde "özel hakimlere" ve "özel savcılara" gittiği ve bu isimlerin aynı davalarda yer aldığı (tıpkı İmamoğlu’nu tutuklayan hakimle Fatih Altaylı’yı tutuklayan hakimin aynı olması gibi) belirtiliyor. İlk duruşmaların ardından tutuksuz yargılanacakların belirleneceği tahmin ediliyor.
Muhalefet Liderlerine Yönelik Siyasi Baskı
Yüksek riskli davalar sadece İstanbul ile sınırlı değil. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş hakkında da konserlerle ilgili sorumluluk iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Bu tür iddiaların, siyasi liderleri yıldırıp pes ettirme amacı taşıdığı düşünülüyor. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, kanunların alt kadronun hatasından tepe yöneticileri sorumlu tutmayacağını belirterek yasal yollara başvursa da, bu süreçlerin siyasi amaç güttüğü iddia ediliyor. Yargının hukukun üstünlüğüne bağlı kalıp kalmayacağı, bu kritik davaların geleceğini belirleyecek en önemli faktör olarak görülüyor.




